KULAKLARI çınlasın, biz kendisine ABD’nin Türkiye’ye ettiği eziyetleri naklederek ‘emperyalizmin melanetlerini’ anlatırken Şerif Mardin Hoca da bize ‘Siz hep bıçağın ne kadar keskin olduğunu anlatıyorsunuz, ekmeğin neden bu kadar kolay kesildiğinden ise hiç dem vurmuyorsunuz!’ derdi.
Hırsızın ardından, alınan tedbirlerin eksikliğinden şikayet edilse de; ‘Hırsızın da hiç mi kabahati yok?’ diye sormamak olmaz.
* * *
Siyaset sosyolojisi açısından AKP’de çok garip işler oluyor.
Partiler genellikle düşüşe geçtiklerinde, iktidar ve itibar yitirdiklerinde dağılmaya başlarlar.
AKP’de ise tersi oluyor!
Parti; TBMM’de zor rastlanan bir çoğunluğa sahip, millet desteği azami seviyede, 17 Aralık’a giden süreçte perfomansı ile hemen herkesin takdirini kazanmış iken, son 2.5 ayda ‘bir şeyler oluyor’ ve yavaş yavaş ancak sürekli kan kaybediyor.
Bu durum siyasette çok nadir rastlanan bir olgu!
Partiden dün de Göksal Küçükali istifa etti.
AKP’de istifa süreci, Afyon milletvekili Reyhan Balandı’nın istifa etmesiyle tetiklendi ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun 15 Şubat’ta istifası ile hızlandı.
AKP’nin Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş 21 Şubat Pazartesi, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan da 24 Şubat Perşembe günü istifalarını sunmuşlardı.
* * *
İşin bir diğer ilginç yönü istifaların hiçbirisinin Erkan Mumcu ile birlikte hareket etmesi beklenen ve ortak davrandıkları var sayılan kişilerle ilgili olmaması!
Erkan Mumcu’nun en yakın arkadaşları olarak bilinen Muğla Milletvekili Hasan Özyer, İçel Milletvekili Ali Er ve Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan, henüz AKP’den istifa etmediler.
* * *
Ayrılanların geçmişleri farklı olabilir, kimi hakkında tatsız dedikodular da üretilebilir ama istifacılar ortak bir dil kullanıyorlar, ‘dışlanmaktan’ ve partide ‘demokrasi eksikliğinden’ dem vuruyorlar.
* * *
Ben henüz birbirini izleyen istifalara doğru dürüst bir anlam verebilmiş değilim.
İslamcı-solcu-ulusalcı ittifakın kabahati hemen ABD’de bulacaklarından eminim ama yine de ‘Hırsızda hiç mi suç yok?’ diye sormadan edemiyorum.
* * *
Ayrıca, hükümetin performans eksikliği ayyuka çıkmış bakanları hálá neden değiştiremediğini, Beşir Atalay’ın neden ısrarla Milli Eğitim Bakanı yapılmak istendiğini, makamında ancak Cumhurbaşkanı sayesinde kalan Hüseyin Çelik’in neden MEB’de beğenilmediğini de anlamış değilim.
Bir liberalden boşalan koltuğa, kişinin çapını katiyen tartışmadan, illa ki bir Milli Görüşçü’nün getirilmesi ise bana ‘dar kadroculuk’ kavramından başkasını hatırlatmıyor.
Hükümetin kendisinin ‘en kritik görev’ olarak adlandırdığı başmüzakerecinin 73 gündür atayamamasını anlamak ise hiç mümkün değil. Dedikodu olsa dahi, Ali Babacan yerine Yaşar Yakış’ın adının aniden öne sürülmesinin nedeni ne?