BAŞBAKAN’ın Davos’taki çıkışını kimileri bir milli uyanış olarak gördü, benim de aralarında bulunduğum kimileri ise Başbakan’ın çıkışını diplomatik açıdan alabildiğine eleştirdiler.
Kimileri Başbakan’ın "milletin sesi olduğunu" söylerken kimileri milletin bir bölümünün bu çıkıştan çok rahatsız olduğunu gözlemlediler.
Kimileri Obama dönemi ile ABD’de Yahudi lobisinin etkisinin azalacağını, düne kadar hükümetin ağzına baktığı bu lobiye artık ihtiyaç kalmadığını yazdılar, önemle ABD’den yazan kimileri ise artık Ermeni tasarısının Kongre’den geçmesine kesin gözle bakmak gerektiğini söylediler.
Kimileri devletin diplomatlarının "monşer" diye aşağılanmasını alabildiğine alkışladılar, kimileri bu söze alabildiğine alındılar.
Türkiye’nin bu çıkışla ne kazanıp ne kaybedeceğini zaman gösterecek ama Erdoğan’ın çıkışına yapılan eleştirilere gösterilen aşırı tepki, beni alabildiğine kaygılandırdı.
Bir milletin uyanışını alkışlayanların kendileri gibi düşünmeyenlere gösterdiği tepkiye bulabildiğim bir tek isim var:
Akıl tutulması!
* * *
Başbakan’ın çıkışını bir zafer olarak algılayanlar böyle düşünmekte, bu çıkışı kutlamakta özgürler ama onlar kendileri gibi düşünmeyenlere "káfir", "katli vacip", "Siyonist uşağı", "Filistin’de ölen çocukların katili" vb. diyebiliyorsa, Başbakan’ın gözü önünde gazetecilere saldırabiliyorlarsa, sosyal psikologlar tepkilerin abartılmasını eziklik duygusunun dışa vurumuna ve Başbakan’ın insanları azarlamasının beğenilmesini otorite özlemine bağlıyorlarsa; birilerinin de oturup imam-cemaat ilişkisini hatırlayarak "Bu ülkede neler oluyor?" diye sorma zorunluluğu vardır.
Deyin coşkudan, deyin başkaldırma zamanı geldiği için, deyin kazanılan muazzam bir zaferden, yok deyin ezikliğin dışa vurumundan, deyin nihayet otorite tarafından kucaklanmaktan bu ülkede duygular denetlenemez hale gelmiştir:
Akıl tutulması, üzerimize bir kara bulut gibi çökmüştür.
Kimileri özel görüşmelerde farklı konuşuyor, sonradan farklı yazıyorsa, kimileri ilk günkü görüşlerinden ertesi gün çark ediyorsa; bilinsin ki akıl tutulması korkuyu da körüklemektedir.
"Başbakan’ın tavrı diplomasi kurallarına uymaz", "2. Lady, İsrail Cumhurbaşkanı’na yalancı diyemez" mealli eleştirel sözler, intikamı alınması gereken sözler olarak tepki görüyorsa bu ülkede hoşgörü/toleransa yer kalmadığı, giderek "Adına ne denirse densin ama demokrasi denemeyecek bir rejime doğru mu sürükleniyoruz?" sorusu, benim gibi bazı insanların zihnine yerleşmeye başlamaktadır.
Bir başka endişem de bu soruyu açıkça soran insanların muazzam bir azınlık oluşturmasıdır!
* * *
Saadet’in yeni lideriyle seçimlere yepyeni bir faktör ilave edildiğini, bu köşede, kimsenin Saadet’e dikkat etmediği dönemlerden beri yazıyorum.
Ben hálá Başbakan’ın denetimsiz öfkesini, Saadet’in altını oyması endişesine bağlıyorum.
Seçim uğruna:
1) IMF oyalanmaktadır.
2) Çok dengeli politika göz ardı edilip, Hamas alabildiğine kucaklanmakta, öte yanda İsrail, diplomasi kuralları da aşılarak dışlanmaktadır.
3) Ergenekon Davası saptırılmaktadır.
İddia ediyorum, her üçü de seçim sonrası, 30 Mart’tan itibaren dengelenmeye çalışılacaktır.
Bu arada da durumdan kaygı duyanlara yapılabilecek bir tek iş düşmektedir.
Dua etsinler!
"Allah’ım 30 Mart’a dek IMF’nin, İsrail’in, ABD’nin gözünü ve aklını bağla!"