RAHMETLİ dedemin "kedi" ve "ev" kavramları üzerine kurulmuş bir dörtlemesi vardı:
1) Tok evin tok kedisi, 2) Tok evin aç kedisi, 3) Aç evin tok kedisi, 4) Aç evin aç kedisi.
Dedem varlıklı bir insan değildi. Rumeli göçmeni idi. Samsun’a geldikten sonra hayatını marangozluk yaparak kazanmaya çalışmıştı.
Ona göre en iyi kediler, "tok evin tok kedileri" idi. Onlar tok evlerde doğru ahlakla yetişirler ve hayatı tokgöz olarak yaşarlardı. Şükretmeyi, paylaşmayı ve bağışlamayı bilirlerdi.
"Tok evin aç kedileri" bir türlü doymayı bilmeyen, ne verirsen fazlasını isteyen, yüzsüz ve bulaşık kedilerdi. Şımarık ve arsız olurlardı.
"Aç evin tok kedileri", aç evlerde yaşamalarına rağmen aldıkları doğru terbiye ile azla yetinmeyi, başkalarını kıskanmamayı, hazmetmeyi bilirlerdi. Doğruluk peşinde giderlerdi.
"Aç evin aç kedileri" ise dedeme göre kedi neslinin en kötü örnekleri idiler. Aç evden geldikleri için hep mağduriyet kisvesi taşırlar, geçmişte çektiklerini gözlere batırarak her şeyi kendilerinde hak bilirlerdi. Bir türlü doymazlar, her türlü desiseyi mubah görürler, her türlü saldırganlığı hak addederlerdi. Arsız ve yüzsüz olurlardı.
Dedem bize "aç ev" bıraktığını ama Allah’tan "tok kediler" olmamızı niyaz ettiğini söylerdi.
* * *
Üzülerek görüyorum ki bu ülkenin siyasileri hemen her dönem ya "tok evin aç kedileri" ya da "aç evin aç kedileri" taifesinden geliyorlar.
"Tok evin tok kedileri" ya siyasete girmiyorlar, ya da siyasette tutunamıyorlar. Zira, yalan söyleyemiyorlar, esip gürleyemiyorlar, yüzsüzlük edemiyorlar. "Aç evin tok kedileri" de zaten kendi dertlerine düştükleri için siyasetle pek ilgilenmiyorlar. "Tok evin aç kedileri" siyasete daha çok Anadolu’dan geliyorlar; onlar Ankara’da şan şöhret, itibar, çevre, saygı arıyor veya bunları satın alıyorlar. "Aç evin aç kedileri" İstanbullu veya Ankaralı olmasalar da büyük şehirlerin raconunu iyi biliyorlar, cazgır oluyorlar, esip gürlüyorlar ama esas dertleri deveyi havudu ile yutmak oluyor. Milleti soymaya bayılıyorlar!
* * *
Kendileri öyle olmasalar dahi Demirel’i, Özal’ı, Yılmaz’ı, Çiller’i ve hatta Ecevit’i, etrafına çöreklenen "aç evin aç kedileri" yaraladı, bereledi ve sonunda alaşağı ettiler.
Yine değişmez kuraldır ki, "aç evin aç kedileri" ortaya hemen çıkmıyorlar. Partileri büyük vaatlerle iktidara geliyor. İlk dönemlerde sessiz ve sakin hareket ediyorlar.
Millet onlara, onlar millete ısınıyor.
Şartları ve zamanı kıvamına getirdiklerinde ise hemen talana başlıyorlar.
Talan için kendilerine göre meşru bir neden var. Bahaneleri hazır.
Partinin bir sonraki seçim için paraya ihtiyacı oluyor!
Sonra ihtiyaç listesine yandaş medya giriyor.
Yandaş işadamlarına peşkeş çekilecek ihaleler, imar tadilatları karşılığı yandaş işadamları onlara maddi destek sağlıyor.
Kabul ediyorum ki bağışı söğüşlemek eskiden yoktu. Yeni çıktı!
Daha sonra işadamlarına, "Sana şu işi bağlarım ama sen de bana şu televizyonu, şu gazeteyi satın alacaksın, finansmanı ise merak etme" diyorlar.
Muteber işadamları bu dönemlerde "bizim oğlan" olarak anılıyorlar.
Bu arada en uyanık "aç evin aç kedileri", bal tutan parmak yalar şiarı ile doğrudan cebe çalışmaya başlıyorlar.
* * *
Değişen hiçbir şey yok. Maalesef, görünen o ki Erdoğan’ın ekibi de aynı yolun yolcusu!
"Aç evin aç kedileri" iş üzerinde yakalandıklarında da hep aynı şeyi yaparlar:
Avazları çıktığı kadar bağırırlar! Zira çok telaşlanmışlardır!