18 Şubat Cuma günü ABD İstanbul Konsolosluğu’ndan 10 gün önce yapılmış bir davet üzerine ABD Büyükelçisi Francis Joseph Ricciardone’nin davetlisi olarak 6 gazeteci bir toplantıya katıldık.
1) Bay Ricciardone toplantıda söylediklerinin “off the record” kalmasını istediği için bu yazıda onun sözlerine doğrudan yer vermeyeceğim. 2) Ancak, açıkça sordum ve açık cevap aldım. Toplantının kendisi gizli değildi. (Zaten olamazdı.) 3) Ayrıca toplantıya katılan gazetecileirn hiçbirisi sarf ettikleri sözler için “of the record” demedi. Bu yazı bu üç saptama çerçevesinde yazılmıştır. * * * Toplantıya katılan gazeteciler: Abdülhamit Bilici (Zaman), Amberin Zaman (Haber Türk), Sami Kohen (Milliyet), Cengiz Çandar (Radikal), Mehmet Barlas (Sabah) ve ben idik. ABD’li ev sahipleri ise, hali ile, Büyükelçi Ricciardone, İstanbul Başkonsolosu Scott Frederic Kilner ve birkaç diğer ABD’li yetkiliden oluşuyordu. Hatırlatayım, davet “Odatv baskını” olmadan önce çıkarılmıştı. Ancak, Büyükelçi “Soner Yalçın ve arkadaşları” hakkında iki gündür sarf ettiği sözleri nasıl yorumladığımızı sorarak toplantıyı açtı. Aramızda Hükümet’i açıktan destekleyen 3 arkadaştan bizim grupta olanı anında topa girdi ve çok uzun bir tiradla Büyükelçi’nin “Odatv baskını” konusunda konuşarak büyük hata yaptığını söyledi. Büyükelçi içişlerimize karışmıştı. Ayrıca zamanlaması da yanlıştı. Kişisel duygularını konuşmasının en başında “I am appalled” (appal(ed)=sukutuhayale uğratılmak, yese/dehşete düşürülmek) cümlesini kurarak beyan etti. Ben de arkadaşın Büyükelçi’ye “haddini bildiren” tavrından dolayı dehşete düştüm. Herhalde, bir Hükümet temsilcisi toplantıda olsa idi, çok daha dikkatli olurdu. Bu arkadaşa göre Soner Yalçın’ın tutuklanması gazeteci olduğu için değil, gizli örgüt üyesi olduğu için gerçekleşmişti. Konunun “basın özgürlüğü” ile alakası yoktu. Baskın sırasındaki “hukuki yanlışlar” gereksiz genellemeler idi. * * * Hükümet yanlısı gazetede çalışan genç arkadaş benzer görüşlerini çok daha dikkatli ve nazik sözler ile ifade etti. Diğer Hükümet yanlısı “tecrübeli ağabeyimiz” ise hiç ağzını açmayarak “Ne şiş yansın, ne kebap!” politikası güttü. Diğer üç kişi ise “baskının” hukuken vahim hatalar ile dolu olduğunu, hatta Türk kanunlarına ters düşen bir sürü nitelik taşıdığını, tüm yaşananların basın özgürlüğüne açık darbe olduğunu, evrensel özgürlüklerin ihlali konusunda yapılacak uyarıların içişlerine karışmak olmadığını vurguladı. Toplantı sırasında ortaya çıktı ki Hükümet’in iki ilgili üyesi de “Odatv baskınının” somut nedenini anlamamıştı. * * * Büyükelçi’nin tavrı ise, bana göre, zaten bilinen tavır olarak bir kez daha zuhur etti. ABD özgürlükler konusunda her zamanki gibi çok duyarlı idi. Bunun davalara karışmak veya Hükümet’i eleştirmek ile alakası yoktu. Ortada evrensel bir prensip vardı. ABD Dışişleri de, hatta Başkan Obama da aynı fikrideydi. Galiba bu tip konularda artık geri adım atılmayacak. Dost acı söyler! * * * Bay Ricciardone’yi hayatımda ilk kez gördüm. Karşımda Ortadoğu konusunda muazzam bilgili, Şark kurnazlığını anında tanıyan, Kongre’deki “atandığı ülkelerin hükümetlerinden yana tavır alan” imajını silmeye azimli tecrübe küpü bir diplomat vardı. Kendisinden çok keyif aldım. Obama’nın Kongre’ye rağmen neden Ricciardone’yi atama konusunda ısrarcı olduğunu da galiba anladım. Büyükelçi’ye “acemi” diyen Başbakan’ın bilgi dağarcığını bir kez daha zorladığını da ister istemez düşündüm.