Yılbaşı gecesi saat 12.00’yi gösterdiğinde aile bireyleri birbirine sarılır, birbirlerinin yeni yılını kutlarken o hiç oralı olmadı. Evin içinde aniden yaşanan heyecanı, yattığı yerde, hiçbir duygusal tepki vermeden öylesine seyretti.
Gece boyunca sadece sofranın zengin mönüsü ile ilgilenmiş, kendi payına neler düşeceğini hesap etmişti. Saat 24.00’ü vurduğunda bir köşede patilerini temizleyerek bizi seyrettiğine göre o gece payına düşen yiyeceklerden memnundu.
Beyaz yılbaşı falan takmıyor. Ben 11-12 yaşında diye yazıyorum ama o kaç yaşında olduğunu da sallamıyor. Belki, sadece fiziki gücünün son yıllarda azaldığının farkında. Zira, bahçeye gelen sokak kedileri ile eskisi gibi kolayca kapışmıyor. Sokak kedilerine onun mamasından verdiğimiz zaman yine sırtının tüyleri diken diken oluyor ama bahçe kapısı açık olsa bile mamasına yumulan sokak kedilerine bulaşmıyor. Mırıl mırıl söylenerek, mamasını diğer kedilere ikram ettiğimiz için, bize sitem ediyor.
* * *
31 Aralık günü yeni yılın sadece zihnimizde var olduğunu, zamanın içine de girsek, dışına da çıksak, aslen olmadığını yazmıştım. (“Yeni Yıl Yeni midir?”)
Zira, harika bir ölçüm sistemi olarak aritmetik de somut hayatta yok.
Bir kedi olarak Beyaz sadece ve sadece güdülerine güveniyor. Galiba, bir nebze olsun hafızası da var. Örneğin, benim yatağıma hiç gelmiyor. Zira, 7-8 yıl önce yatağımdan sert tepkiler ile kovulmuştu. Benim dışımda evdeki herkesin yatağını paylaşmaya bayılıyor.
Beyaz’ın düşünce sistemi de yok, aritmetiğin mantığını zihninde kuramıyor, bunun için zaman kavramına da sahip değil, yılbaşında ne oluyor katiyen bilmiyor, ötesi yılbaşında neyin değiştiğine dair zerre kadar kafa yormuyor.
Ama hepimiz ertesi gün uyandığımızda takvimin 1 Ocak 2010’u gösterdiğine dair en ufak bir şüphe taşımayacağız. Çoğumuz da 31 Aralık gecesi saat 12.00’de kaderimizi “re-set” ettirmek için dua edeceğiz.
* * *
İyi de “yeni yıl” ne? Daha doğrusu “yıl” ne?
Dünya kendi etrafında bir kere dönünce buna “gün”, güneş etrafında bir kere dönünce buna da “yıl” diyoruz.
Hem şaşırdım, hem de şaşırmadım. Şaşırdım, bir gece evvel Hürriyet’in yılbaşı kutlama partisinde neredeyse gecenin en neşeli insanı Ertuğrul Özkök’tü. Demek ki gerçek liderler kendilerini her halükârda taşımayı iyi biliyorlar.
Şaşırmadım, Hürriyet Gazetesi’ne nefret kusan tüm kesimlerin Özkök’ün kellesini isteme konusunda bir merkezden yönetilen taarruzuna uzun süreli dayanmak yaşadığımız olağanüstü dönemde çok zordu. Sivil vesayetin Doğan Grubu’na uyguladığı baskının bir yerde netice alması kaçınılmazdı. Bakalım, yaşanacak günler daha neler gösterecek.
1998 yılının kasım ayı idi. Bir akşamüstü sekreterim beni Ertuğrul Özkök’ün telefonla aradığını söyledi. Çok şaşırdım. Kendisiyle herhangi bir tanışıklığımız yoktu. Telefonda nazikçe beni Hürriyet’e davet etti. O zamanlar çeşitli gazetelere yazılar gönderiyordum ama esasen danışmanlık hizmeti veriyordum. “Herhalde, Hürriyet benden danışmanlık hizmeti isteyecek” diye sevinçle görüşmeye gittim. Karşıma “köşe yazarlığı teklifi” çıktı! Özkök, profesyonel gazetecilik geçmişi olmayan bir kişiye koskoca Hürriyet’te “köşe yazarlığı” teklif ediyordu! Birkaç yıl sonra İsmet Berkan bir söyleşide benim ismimi vererek bu tip riskleri sadece Ertuğrul Özkök’ün alabildiğini ve genellikle de yanılmadığını ifade edecekti. Ayşe Arman, Ahmet Hakan, Ercan Kumcu gibi kıymetli isimleri, belki de büyük riskler alarak, medyaya kazandıran hep Özkök’tür.
Türkiye’yi yakından izler, güzel Türkçe konuşurdu.
- Ne oluyor Ankara’da? diye sordu.
Neyi kastettiğini anında anladım. Ama ne olduğunu ben de tam anlayamadığım için kendisine “Ankara’da ne olduğunu” Amerika’daki benzer kurumları örnek vererek anlatmaya yeltendim.
- De ki, FBI Pentagon’u izlemiş. Galiba, Pentagon’un Kongre Başkanı’na suikast tertip edebileceğinden şüphe edilmiş, Karargâh’ın kozmik bilgilerinin bulunduğu bölüm Office of Attorney General (Başsavcı)’nın kararı ile yetkili savcılarca aranıyor.
Ertuğrul Özkök’ün beni köşe yazarı olarak çalışmak üzere Hürriyet’e davet ettiği 1998 yılının son ayında aklıma gelen ilk soru: “Ne zaman Özkök’ü yıkıp yerine geçebilirim?” oldu. Malum, sana iyilik yapanın gözünü çıkarmaya çalışmak bu köyün eski adetidir.
“Benim Ertuğrul Özkök’ten ne eksiğim var!” şiarı ile başladığım yeni kariyerimde ilk önce Bilderberg’e sığındım. Bilirsiniz, Bilderberg istediğini genel yayın yönetmeni yapar, istediğini padişah! (Bkz: Taha Kıvanç). Ancak olmadı, ben Bilderberg kayıtlarında ancak “O kadar uğraştık ama bir herze olamadılar” listesinde yer alabildim.
İkinci girişimim çok ince bir hesaba dayanıyordu. Fehmi Koru, Aydın Doğan’a, davet ettiği fasıllarda “Sen bu dağların çocuğusun, Özkök ile ne işin var” şarkısını çaldıracak, Aydın Doğan’ın bu veciz söze aklı yattığı anda makamı Fehmi’ye de kaptırmayacak, ani bir hareketle koltuğa ben oturacaktım. Ama ne var ki bu plan da tutmadı.
Son olarak, açık bir mektupla (Bkz: 28.12.2008 tarihli: “Yeni Yıl Dileklerim” başlıklı yazım) Ertuğrul Özkök’e genel yayın yönetmenliğini paylaşmayı teklif ettim. Özetle, makamın sorumluluğu ve gerektirdiği emeği yine o yerine getirecekti, ben yetki ve geliri yüklenecektim. Özkök teklifime cevap verme nezaketini bile göstermedi.
* * *
Bu yılın ortasında ortaya “açılım” fikri atılınca, ben ilk kez acaba nerelerde hata yapıyorum diye düşünmeye başladım. Tamam, Hürriyet’in genel yayın yönetmeni olamıyordum ama bazı arkadaşlar gibi çeşitli televizyonlarda programlar yaparak hiç seyredilmeden bol akçeli gelirler elde edebilirdim. İş bağlayabilir, ihale çözebilir, yakınlarım üzerinden ballı işler alarak da zirveye çıkabilirdim. Bazı etütler yaptım ve ortaya 2010 yılı için şöyle bir yol haritası çıktı.
1) Hukukun üstünlüğüne değil, iktidarın üstünlüğüne inanacağım.
2) Mağdurun yanında değil, mağrurun yanında yer alacağım.
Yaşar Büyükanıt Türkiye’nin ilk e-muhtırası ile Cumhurbaşkanlığı makamında Abdullah Gül’ü görmek istemediğini ilan ettikten sonra Gül inadına Cumhurbaşkanı seçilince istifa etme vakarını gösteremeyip, Gül karşısında hazır ola geçince sadece kendisi değil, TSK da büyük prestij kaybetmişti.
Ardından gelen “Dolmabahçe buluşması” hakkında hiçbir tatmin edici bilgi ortaya çıkmayınca Yaşar Büyükanıt hâlâ süregelen şayialarla da karşı karşıya kaldı. Taşıyamadığı muhtıra Audi ile taçlandırılınca Büyükanıt iyi yad edilmeyen bir genelkurmay başkanı olarak zihinlere çakıldı.
Bazı askerlerin bile hakkında olumlu görüşler taşımadığını bizzat biliyorum.
Ardından başkanlığa gelen İlker Başbuğ’un döneminde TSK’nın hak ettiği prestiji kazanması beklenirken bu kez Genelkurmay’ın dışarıya bilgi aktarımında kevgire döndüğüne şahit olduk.
Tamam, TSK üzerinde asimetrik psikolojik savaş oyunları oynanıyor ama sızan bilgiler de muhakkak ki bizzat TSK içinden servis ediliyor.
Ülkenin mahrem kutularından olan Genelkurmay’dan gazeteciler bu kadar rahat bilgi alabildiklerine göre, insan acaba dost/düşman yabancı ülkeler ne gibi bilgiler sızdırıyor diye sormadan edemiyor.
* * *
Gün geçmiyor ki TSK hakkında bir rivayet, bir dedikodu, yalan doğru bir bilgi medyaya düşmesin.
* İntihar eden Deniz Yarbay Ali Tatar’ın cenazesine hakkında suikast tertip etmeye niyetlendiği iddia edilen Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit de katıldı.
* Son iki yılda 8 subay şüpheli bir şekilde ya intihar etti ya da öldü. Bu satırlar yazılırken Çanakkale’nin Ezine İlçesi İlçe Jandarma Komutanı Üsteğmen Önder Galip’in makamında intihar ettiğine dair haberler TV’lere düştü.
* * *
* Erzincan’da 3 MİT elemanı, kanunlara göre tutuklanabilmeleri için, hem MİT’in, hem de Başbakan’ın “olur”u gerekirken bu “olur”lara ihtiyaç duyulmadan tutuklandılar. MİT’in itirazı hiçbir işe yaramadı. MİT’çiler ne ile suçlanıyor, halen bilinmiyor.
* Bazı gazetelere göre Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin önünde araçla tur atarken yakalanan iki kişiden birinin albay, diğerinin binbaşı olduğu ortaya çıktı. Subayların keşif yaptıkları ya da Arınç ile ilgili bilgi topladıkları iddiaları ortaya atıldı. Emniyet güçlerini gören Topçu İstihkam Binbaşı İbrahim G. elindeki bir kâğıdı yutmaya çalıştı. Polisler İbrahim G.’yi tutarak ağzındaki kâğıdı çıkardılar. Kâğıtta Arınç’ın evinin ayrıntılı bir krokisinin yer aldığı görüldü.
* Bazı kaynaklara göre (Oda TV) ise suikast ihbarında bulunan kişi Bülent Arınç’ın korumalığını yapan kişi. Operasyonu emniyet içinde özel bir birim ve MİT beraber yürüttü. Şüpheli kişiler kısa sürede yakalandı. Gerçekten de iki kişi Arınç’ın evinin etrafında dolaşıyordu. Ancak yakalanan kişilerin Genelkurmay Başkanlığı ile hiçbir resmi bağı yoktu. Birisi emekli asker, biri ise sivil vatandaştı. Yakalanan kişilerde suikasta ilişkin hiçbir delil bulunamadı. Suikast iddiası doğrulanamayınca iki kişi serbest bırakıldı.
* * *
*
Devrim Sevimay’ın Sönmez Köksal ile yaptığı özlü söyleşide (Milliyet-21.12.09) ifade edilen bazı görüşler benim ne demek istediğimi benden çok daha iyi anlatıyor:
1) Açılım sürecinde gizli temas olur.
2) Hükümet “açılım” sürecine hazırlıksız girmiştir.
Bugün bu söyleşiden bazı alıntılar yapacağım. Söyleşi şu cümlelerle başlıyor:
“* Belki biraz amiyane olacak, ama deniliyor ki, bu Kürt meselesini çözmek için mangal gibi yürek gerek...
- Doğru.
* * *
*