Cüneyt Ülsever

Hasan Cemal akıl tutulmasından kurtuluyor (mu?)

17 Ocak 2010
BİR zamanlar Hasan Cemal değer verdiğim yazarlar arasında idi. Yazılarında akıl kullanmayı ön plana alır, bilgiye önem verir, dengeyi korumaya çalışırdı.

Bu özellikleri ile duayen yazar olmayı mislisi ile hak ederdi. Rasyonel akıldan büyük çapta yoksun ülkemiz medyasında örnek alınacak nadir yazarlardan birisi idi.

Ancak, son dönemde ne olduysa oldu, bana göre Hasan Cemal akıl tutulmasına tutuldu.

Ondan hiç beklemediğim bir şekilde gözü kapalı, insanı aklen tatmin etmeyen, görüşünü gerekçelendirme sorumluluğunu sırtından pervasızca atmış bir eda içinde Hükümet’i “her şart ve şeriat altında” savunmaya başladı.

Bir TV programında “bazı paşaların darbeci olduklarının aşikâr olduğunu, paşaların suçsuz olduklarını kendilerinin ispat etmeleri gerektiğini” ima edecek bir cümle kurunca (“suçsuzuz diyecek halleri yok ya!”-mealen-CÜ) ben Hasan Cemal’in akıl tutulması hastalığından yüksek derecede mustarip olduğuna kanaat getirdim.

Ancak, benim gözümde Hasan Cemal ne sirk maymunu çaylaklarla, ne gözü doymaz açgözlerle, ne iktidarda darbeli-darbesiz kim olursa olsun onları evinde ağırlamayı veya Başbakan’ın uçağına binmeyi hüner sayan yandaşlarla bir tutulamazdı. Onun üç-beş kuruş uğruna kalemini satacaklar sınıfında olmadığına da kalıbımı basarım.

Benim gözümde Hasan Cemal akıl tutulması geçiriyordu. Hele hele yıllarını verdiği Kürt meselesinde “Açılım” onu can evinden vurmuştu. Öyle ki açılımı “Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” saflığında savunacak kadar bu konuda duygusal hale gelmişti.

“Artık analar ağlamasın” retoriği yıllarca rasyonel aklı kullanan bir kişiyi bile “Nasıl?” sorusunu sordurmayacak kadar içine çekiyordu.

* * *

Yazının Devamını Oku

Komşularla sıfır sorun!

14 Ocak 2010
HER ne kadar resmi olarak kabul görmese de Türkiye’nin Ortadoğu’nun başat ülkesi olmaya oynadığı aşikâr. Siyasiler açık demeçlerinde, diplomasi gereği reddetseler de, içten içe “Bakın bizim dönemimizde Ortadoğu’da çok sözümüz geçmeye başladı” temasını işlemeyi seviyorlar.

Ben ise, çeşitli yazılarımda belirttiğim gibi, Türkiye’nin:

1) Sadece ABD’nin muhataralı olduğu Ortadoğu ülkeleri (İran, Irak, Suriye, Lübnan) ve örgütleri (Hizbullah, Hamas) ile yakınlaşma içinde olduğunu,

2) Tersine, ABD’nin sorun yaşamadığı Ortadoğu ülkeleri (Suudi Arabistan, Mısır, Körfez Ülkeleri) ile özel bir ilişki içinde olmadığını,

3) Son dönemde İran ile orantısız yakınlaşma, İsrail ile orantısız uzaklaşma içine girdiğini düşünüyorum.

* * *

Türkiye’nin İran-İsrail bağlamında ne kadar orantısız davrandığını bir karşılaştırma çok güzel gösteriyor. Başbakan her fırsatta İsrail’in Gazze saldırılarını kınıyor. Bu yüzden İsrail ile ilişkiler koptu, kopacak. Artık uzaklaşma hakaret etme seviyesine çıktı.

Ama aynı Başbakan mitinglerde Musavi yandaşı vatandaşlarını göz kırpmadan öldüren İran’a karşı sus pus!

Nerede Başbakan’ın “insani yaklaşımı”?

Yazının Devamını Oku

Dursun Çiçek olayı

13 Ocak 2010
BEN bu “Dursun Çiçek olayı”nın içinden bir türlü çıkamıyorum.

Önce “İrtica ile Mücadele Planı” Taraf Gazetesi tarafından gündeme düşürüldü. “Vay be!” dedim ve Taraf’ı takdir ettim. Ardından Genelkurmay Askeri Savcılığı orijinali bulunamayan “belge”nin doğruluğunu kabul etmeyince Genelkurmay Başkanı 26 Haziran günü “plan belgesi”ne “kâğıt parçası” dedi.

Bunu öğrenince önce takdir ettiğim Taraf’a kızdım. Ancak, daha sonra “belge”nin orijinali ortaya çıktı ve belge üzerindeki imzanın “ıslak imza” olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından teyit edildi. Bu kez de Genelkurmay Başkanlığı’na kızdım ve Taraf’tan köşemde özür diledim.

Artık yavaş yavaş “Dursun Çiçek olayı” unutulmaya başlamıştı ki, elime geçen bazı belgeler daha önce bazı hususları gözden kaçırdığımı ortaya koydu.

* * *

1) El yazıları ve ıslak imzaların doğruluk derecesi 5 barem üzerinden yapılıyormuş. Adli Tıp Kurumu Albay Dursun Çiçek’in imzası için 2. derecede doğruluk raporu vermiş. 1. derece imzanın %100 doğru olduğunu vurgularmış. Adli Tıp % 100 değil ama % 100’e yakın ihtimalle Albay Dursun Çiçek’in imzasını “orijinal” bulmuş.

Ancak, raporda “ıslak imza” ibaresi yok!

Hukuken bu ibarenin raporda yer alması şart değilmiş.

Ancak, “ıslak imza” kavramının “Dursun Çiçek olayı”nın sembolü haline geldiği bir ortamda bu ibarenin raporda yer almaması beni şaşırttı.

Yazının Devamını Oku

İlker Başbuğ ile ilgili bir açıklama

12 Ocak 2010
ÇEŞİTLİ yazılarımda Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’u “Genelkurmay kamuya nasıl yanlış bilgi verir?” diye sorgulayarak iki noktada ağır eleştirdim.

İddialarıma göre:

1) Başbuğ, Beykoz Poyrazköy’de bulunan silahlar için TSK’ya ait değil demişti. Halbuki, MKE sonradan silahların TSK’ya ait olduğunu açıkladı.

2) Yine Başbuğ’un hukuki anlamda “kâğıt parçası” olduğunu iddia ettiği Albay Dursun Çiçek’e ait “yazılı metin” ile ilgili olarak sonradan ortaya çıkan başka bir belge ile altındaki imzanın “ıslak imza” (belgenin gerçek olduğu) olduğu Adli Tıp Kurumu tarafından tespit edildi.

Aşırı titizliği ile tanınan bir hukukçu arkadaşım bu 2 saptamamın önemli hatalarla dolu olduğunu, dolayısı ile Başbuğ’a haksızlık yaptığımı iddia etti.

Ona göre, medyadaki büyük çoğunluk gibi ben de ilgili konuşmaları ve belgeleri yeterli dikkat ve hassasiyetle okumamıştım. Ben de kendisinden hatalarımı/eksiklerimi belgeleri ile bana göstermesini istedim.

Geçen gün ilgili konuşma metinlerini ve belgeleri önüme koydu.

* * *

1) İlker Başbuğ 29 Nisan 2009 günü yaptığı basın toplantısında Beykoz Poyrazköy’de bulunan “silahlar” ile ilgili olarak çok açık ve net bir şekilde “silah” ve “muhimmat” arasında bariz fark olduğunu ve medyanın bu ayrımı bilmediğini vurguluyor. TSK’nın jargonuna göre silah kavramının içine tabanca, tüfek ve av tüfeği giriyor. Poyrazköy’de bulunan LAW ise “muhimmat”! Başbuğ Poyrazköy’de bulunan 45 adet “silah”ın TSK’ya ait olmadığını söylüyor. LAW’ların bir kısmının TSK’ya ait olabileceğini ise baştan kabulleniyor. MKE’nin sonradan yaptığı söylenen açıklama ile İlker Başbuğ’un açıklamaları arasında hiçbir çelişki yok. Bugüne dek, sadece Poyrazköy’de değil, tüm aramalarda gömülü bulunan ve üzerindeki stok numarasından menşei ispat edilebilen “silahlar” arasında bir adet bile TSK’ya ait “silah” çıkmamış.

Yazının Devamını Oku

Düzen ile kaos arasında

10 Ocak 2010
OĞLUM Deniz’in uzun süreli ısrarı nihayet netice verdi ve ben BBC’nin 2006 yapımı şahane belgesel dizisi “Planet Earth”ü (Dünya Gezegeni) izlemeye başladım.

Toplam 10 saat 43 dakika süren ve 5 DVD’den oluşan yapımın fırsat bulduğum anda başına geçiyorum. Ders çalışmak yerine gizli gizli internette gezinen lise öğrencileri gibi çalışma odamda fırsatını bulduğum anda “Planet Earth”ü izlemeye başlıyorum.

Dizinin kapağına konan tanıtımda “Dünyayı hiç bu şekilde görmediniz” mealli bir cümle var. Şahsım adına söyleyeyim, dünyayı hiç bu şekilde görmemiştim.

Dünyanın bu kadar şahane bir yapı olduğunu bilmiyordum. Kutuplardan Amazon ormanlarına, Peru’dan Moğolistan’a seyahat ederken belgeseli çekenlere duyduğum hayranlık ve saygı devamlı artıyor.

Belgesellerin esasında birer sanat eseri olabileceklerini yeni öğreniyorum.

* * *

Belgeselin içinde kaybolup, kâh Pasifik Okyanusu’nun dibinde, kâh Himalayalar’ın tepesinde dolaşırken, ister istemez, aklım karışıyor.

Gözümün önünde muhteşem görüntüler, ama daha ötesi muhteşem bir devinim akıp duruyor. Kuşlar her yıl binlerce kilometre seyahat ederek hep aynı mevsimde aynı yerde konaklıyorlar. Binlerce penguen yine binlerce penguen arasında 6 aydır görüşmedikleri eşlerini anında tanıyorlar. Yunuslar basbayağı konuşuyorlar. Gözleri olmayan yaratıklar hiçbir yere çarpmadan, “düşmanın” geldiği anı bile bilerek dolaşıp duruyorlar.

Kendimi düşünce sistematiğim ve inançlarımdan arındırmaya çalışarak birkaç gündür boğuştuğum sorular şunlar:

Yazının Devamını Oku

Türkiye nereye payidar? (III)

7 Ocak 2010
BUGÜNKÜ üçüncü yazımda Türkiye’nin nereye gittiğini sorgulamaya devam ediyorum. Tezim: Türkiye’nin askeri vesayetten kurtulurken geldiği yol ağzında hızla “tek parti”/ “tek adam” esasına dayanan bir sivil vesayete doğru hızla yol almakta olduğudur.

Zira, AKP’nin omurgası demokrasiye talip değildir. AKP’nin omurgasını oluşturan yapının tahayyülündeki projeler ile demokrasi çelişir. AKP’nin omurgasını Milli Görüş’ten ayrılan, Erdoğan’ı Erbakan’a tercih eden ama muhafazakâr dünya algılamasından kopmamış kesimler oluşturmaktadır. AKP hükümeti, esas icraatı olarak, kendi anlayışı ile şekillenen emir komuta zinciri içinde “yok aslında başkasından farkımız” şiarı ile, eskiden olduğu gibi, merkezden beslenen Milli Görüşçü işadamı üretmektedir.

AKP’nin bunun dışında belirgin bir projesi yoktur. Ortadaki sanal projeler hükümetin iktidarını pekiştirmek için uydurulan pragmatist girişimlerdir.

 * * *

Konu ile ilgili bugünkü son yazımda AKP’nin demokrasiden ne kadar uzak olduğuna dair tezimi pekiştirmek için bir örnek vereceğim.

Örneğim, hükümet yalaklarının AKP’nin “demokrat” olduğunu ispat etmek için yırtınırken kullandıkları örnek:

“Kürt Açılımı”, “Demokratik Açılım”, “Barış ve Kardeşlik açılımı”, benim söylemimle “Kuzey Irak Açılımı”. Kısaca: Açılım!

 * * *

Açılım

Yazının Devamını Oku

Türkiye nereye payidar? (II)

6 Ocak 2010
Dünkü yazımda uzun yıllar altında yaşadığımız askeri vesayet döneminin sona erdiğini, darbeler-muhtıralar çağının kapandığını, ancak hükümetçi-liberallerin iddia ettiği gibi ülkenin normalleşmeye/demokrasiye yönelmediğini iddia ettim.

Türkiye’nin nasıl bir bocalama dönemi içinde olduğunun en güzel göstergesi Ergenekon Davası’dır. Bazı gerçek darbeciler (bazıları ise her nedense hâlâ dokunulmazlık zırhı taşıyorlar) ile ortak noktaları hükümet karşıtlığı olan bazı insanlar karmakarışık iddianamelerle yargılanırken, insan Silivri’deki Mahkeme’de Türkiye’nin hali pür melalini açıkça görüyor.* * * Türkiye’de askeri vesayet bitiyor. Zira, artık bu ülkede askeri vesayetin bir işe yaramadığını aklı başında herkes gördü. Ayrıca, komünizm sonrası dönemde, uluslararası merkezler açısından da askeri vesayetin faydadan çok zarar getirdiği anlaşıldı.Bilgi teknolojileri çağında artık insanların düşüncelerine ipotek koymak o kadar kolay değil! Askeri vesayet döneminin bittiğini görmeyenler varsa onlar da teker teker teşhir olacaklar. AKP Hükümeti’nin de askeri vesayetin sona ermesinde katkıcı bir rol oynadığı şüphesiz. Askeri vesayeti bitirme çabaları zaman zaman intikam duyguları ile bezense de bugün ülkede bazı tabuların artık açıkça tartışılabilinmesinde AKP’nin katkısı reddedilemez.Ancak, yaşananlar beni demokrasi mücadelesinde umutlu kılmıyor!  Kılmıyor, zira AKP’nin omurgası demokrasiye talip değil. Daha önemlisi, AKP’nin omurgasını oluşturan yapının tahayyülündeki projeler ile demokrasi çelişiyor.Kim ne derse desin, AKP’nin omurgasını Milli Görüş’ten ayrılan, Erdoğan’ı Erbakan’a tercih eden ama muhafazakâr dünya algılamasından kopmamış kesimler oluşturmaktadır.Muhafazakârlık tarif gereği illa ki demokrasiyi boşlamaz ama İslam’da dinin siyaset yapma iddiası olduğu için, bizdeki muhafazakârların çoğunluluğu dünyevi siyaseti de dinsel semboller/değerler/âdetler ile algılar. Unutmayalım, hiçbir din demokrat değildir, istese de demokrat olamaz. Benim görüşüme göre, AKP’nin hedefi şeriat devleti değildir, böyle bir talep Türkiye’de kök tutmaz. Ancak, AKP dünyevi olguları da alaturka muhafazakâr değerler ile kavramaktan kendisini kurtaramamıştır. Bunun içindir ki AKP’nin demokrasi peşinde koştuğu söylemi içi boş bir hayaldir.* * *Milli Görüş Türkiye’nin görüp göreceği en güçlü örgüt yapılanmasından birisidir. Bugün AKP’ye hayatiyet veren en büyük güç de, devşirilmiş olsa bile, Milli Görüş’tür. AKP’de hiçbir güç Milli Görüş’e rağmen veya onu dışlayarak siyaset yapamaz. Milli Görüş benim çok saydığım bir yapıdır ama demokrat değildir. Demokrasi Milli Görüş’ün hamuruna uymaz.  Devşirilmiş ama özü değişmemiş Milli Görüş üzerine oturan AKP’nin bugüne dek somut demokrasi söylemleri sadece muhafazakâr talepler ile şekillendi. Demokrasi talepleri türban ile katsayı arasında sıkıştı kaldı. Bırakalım Çingeneleri, eşcinselleri, basın özgürlüğünü, siyasi partiler kanunu, dokunulmazlıklar, Anayasa değişikliği ve diğerlerini; AKP bugüne dek Aleviler ve Kürtler ile ilgili içi boş “açılımlar” üretmekten bile ileri gidemedi. Özgürlük içine sinmediği için AKP’nin demokrasinin en güzel dışavurumu sanatta ve kültür alanında da bir şey üretilmesine 7 yıldır vesile olamadığı ilk kez bu köşede dile getirilmiştir. (“Köksüz Muhafazakârlar”-16-17 Eylül 2009)AKP Hükümeti kendi anlayışı ile şekillenen emir komuta zinciri içinde “tek adam”, “tek parti” kültleri yaratarak “Yok aslında başkasından farkımız” şiarı ile yine merkezden beslenen Milli Görüşçü işadamı üretmeyi en büyük eseri olarak ülkeye sunmuştur.Yarın “açılım” bazında “AKP’nin demokratlığını” irdeleyeceğim.

Yazının Devamını Oku

Türkiye nereye payidar? (I)

5 Ocak 2010
2009 yılına ekonomik krizin damga vurması gerekirdi.

% 4 büyüme tahmini ile yola çıkan Hükümet’in % 4 civarında bir küçülmeyi hazmetmek zorunda kalarak büyüme tahmininde % 200 yanılması esasında Başbakan’ın ekonomi ekibine “Ne teğet geçmesi, alın ananızı da gidin!” dedirtmesi lazımdı ama “bizim oğlanlar” dünyasında bu kadarcık yanılma sineye çekilir. İşsizlik ise resmi rakamlarla % 13.4! Bu oran gençler arasında % 25’e ulaşıyor. OECD ülkeleri arasında Türkiye İspanya’dan sonra en yüksek işsizlik oranına sahip. Ama, bu korkutucu rakamlar bile medyanın gündemini fazla işgal etmiyor.

Neden? Türkiye’de hırçın bir iktidar kavgası veriliyor da ondan!


Hem de göz çıkarmacasına bir kavga!

* * *

Siyasi iktidarın

Yazının Devamını Oku