Cüneyt Ülsever

Öleceğini bilen tek canlı: İnsan!

31 Ocak 2010
YILMAZ Erdoğan yönetiminde hazırlanan “Çok Güzel Hareketler Bunlar” adlı komedi programına bayılıyorum. Her biri ayrı bir değer olan gençler hem yazdıkları skeçler, hem de muhteşem güldürü yetenekleri ile beni çok eğlendiriyorlar. Sağ olsunlar, var olsunlar!

Programın bir bölümünde seyirciler bir oyuncuya sorular soruyorlar. Genç oyuncu sorulara anında esprili cevaplar vererek seyircileri güldürüyor. Geçenlerde bir çocuk şu soruyu sordu:

“Zaman nedir?” Dondum kaldım. Bu köşeyi zerre kadar takip edenler bilirler ki kafayı taktığım sorulardan birisi de budur: Zaman nedir?

 Bana göre zaman “yoktur”, sadece zihinlerde vardır. Örneğin en son 31.12.09’da yazdığım “Yeni Yıl Yeni midir?” ve 03.01.10’da yazdığım “Kedim Hangi Yıla Girdi?” başlıklı yazılarım yine “zaman” kavramını işliyordu.

“Çok Güzel Hareketler Bunlar”da zaman kavramı tartışılırken galiba felsefe öğretmeni olan bir beyefendi zaman kavramı çerçevesinde mealen “Öleceğini bilen tek canlı insandır” deyiverdi. Bu saptama zihnimde yepyeni bir kapı açtı. Ben 03.01.10’da yazdığım yazıda kedimin zaman kavramı ile ilgisi olmadığını anlatmıştım ama zamandan kopuk yaşamın kedimin bir gün öleceğini bilmemesinden kaynaklanabileceğini hiç düşünmemiştim.

* * *

Kedim öleceğini bilmediği gibi, doğduğunu da bilmiyor. Bir gün “yok olacağının”, daha evvel de “olmadığının” farkında değil. O hep bu dünyada olduğunu zannediyor. Onun için yaşam sonsuz! “Sonsuzluk”ta ise zamana ihtiyaç yok. Nitekim, inanışa göre, kıyametten sonra da zaman olmayacak. Zira, kıyametten sonra “sonsuzluk” başlayacak.

Kedim doğduğunu bilmiyor, öleceğini de bilmiyor. Doğduktan sonra büyüdüğünü de herhalde bilmiyor. Onun için her şey hep tekrar ediliyor. Zaten hayattan tek beklediği de yaşamını sürdürmek.

Kedim öleceğini bilmiyor ama varlığını tehdit eden her türlü olgudan kaçıyor. Hatta hayatını kaybetmemek için gereğinde kavga da veriyor. Kedim öleceğini bilmiyor ama hayatta kalabilmek için devamlı mücadele veriyor. Sağlıklı kalabilmek için devamlı yiyecek arıyor, su içiyor, bol bol dinlenerek vücudunu koruyor.

Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın kafasındaki strateji ne?

28 Ocak 2010
BAŞBAKAN bir yandan kendisi için yapılan eleştirileri “darbecilik” olarak niteleyerek üzerine ısrarla giderken, TSK hakkında ortaya atılan iddiaları da “kirli oyunlar”, “gizli planlar” olarak niteleyerek doğru kabul ettiğini ima ediyor.

Başbakan bunu neden yapıyor? Bence aklında bir stratejik plan var.

* * *

Önce TSK ile ilgili iddiaların şu an dek ortak paydasına bakalım.

İddiaların hemen hepsi “şüyuu vukuundan beter” (duyulması meydana gelmiş olmasından daha kötü) iddialar. Ne demek istiyorum?

İddiaların hepsi teşebbüs seviyesinde kalmış ama duyduğumuzda hepimize “vay be buna da mı yeltenmişler” dedirtecek türden. Ortada darbeler veya suikastlar yok ama planları var. Tersten bakalım; vuku bulmuş olaylar hakkında ise şüyulandırma hiç yapılmıyor! 

Geçtim 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı; 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan ile ilgili ortada ne bir iddia var, ne de kovuşturulan/soruşturulan bir komutan! Hadi Evren’i yaş haddinden bir kenara koyalım; Bir’ler, Özkasnak’lar, Büyükanıt’lar hakkında ne yapıldı?

Bugüne dek Taraf Gazetesi’ne başarılı darbelerle ilgili hiçbir servis verilmedi.

* * *

Yazının Devamını Oku

Sivil vesayetin önlenemez çekiciliği

27 Ocak 2010
DÜN belirttim. AKP’nin 22 Temmuz (2007) sonrası hızla “sivil vesayet”e kaydığını, liderinin “otokrat” eğilimlerinin daha fazla açığa çıkmaya başladığını düşünenlerdenim.

Bu saptamamın gerekçeleri şunlardır:

1) Paylaşım Savaşı’nı henüz tamamlamamış ülkemizde, demokrasi henüz genlerimize yerleşmediği için, mutlak çoğunluğu ele geçiren her unsur devlet aygıtının da tüm organlarını ele geçirerek ülkeyi vesayeti altına alma gayretine düşer. Tek başına iktidarı ele geçirdikleri dönemlerde Menderes, Demirel, Özal da bu zaafı göstermişlerdir.

2) Ayrıca Erdoğan aldığı formal veya çevre eğitimi gereği bilginin üretiminde “tek doğru” ve “tek bilen”i esas alan geleneğin mümtaz temsilcisidir. Okul, ev, mahallede alınan bu eğitime göre “otorite” çevresine “doğru” olanı beyan eder, cemaat bu beyanı sorgusuz-sualsiz kabul eder. Otoriteyi sorgulamak günah, hadi abartmayalım terbiyesizliktir.

3) AKP iktidar mücadelesi verirken aynı zamanda, Marksist bir tabire sığınırsak, sınıf mücadelesi vermektedir. Mücadele ideolojiktir, dolayısı ile hukuk siyasi mücadelenin ardından gelir.

* * *

Gerçek ayrıntıda gizlidir. Birkaç saptama:

1) Başbakan Memur-Sen’in “Uluslararası Demokrasi Kongresi”nde demokrasi adına esti, gürledi. İktidara oldukça yakın durduğu bilinen Memur-Sen’in üye sayısı 2002’de 42.000 iken, 2008’de 315.000’e yükselmiş! KESK’inki 39.000 azalmış! (Kaynak: Binnaz Toprak: “Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirilenler”-2008) Belli ki, AKP döneminde memurlar “durumdan vazife çıkararak” Memur-Sen’e üye olma yarışına girmişler. 2002-08 aras ı 278.000 memur böyle düşünmüş! 39.000 memur da Hükümet’e muhalefet eden KESK’ten kaçmış!

2) Başbakan her fırsatta garip-gurebadan bahseder ama eylemci Tekel işçilerine etmediği eziyet kalmadı. Zaten, sevmediği seçmene de “Al ananı git” demekten hiç rahatsız olmamıştı. Hükümet’e egemen zihniyeti en iyi Maliye Bakanı’nın şu sözleri ele veriyor:

Yazının Devamını Oku

Sivil vesayet

26 Ocak 2010
BAŞBAKAN bugünlerde bazı köşe yazarlarına çok kızıyor. Onları darbecilerle işbirliği yapmakla, ortak hareket etmekle suçluyor. Hatta, bu köşe yazarlarının, gerçek bir plan olduğunu baştan kabul ettiği, Balyoz Planı doğrultusunda hareket ettiğini düşünüyor.

Kendisini demokrasi havarisi, kendisine eleştiri getirenleri ise demokrasi düşmanı olarak ilan ediyor.

Kendisine yapılan eleştirilerin zamanında aynen Adnan Menderes, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’e de yapıldığını hatırlatarak, insanların zihinlerinde kendisi ile bu liderler arasında benzerlik kurmaya çalışıyor.

* * *


Ben Erdoğan dönemine “sivil faşizm” yakıştırması yapılmasını, dönemi için “tek parti diktatoryası” teriminin kullanılmasını yanlış buluyorum. Bu tarifler bence bu dönemi açıklamıyor, hatta zorluyor, haksızlık yapıyor.


Yazının Devamını Oku

Balyoz kimin elinde?

24 Ocak 2010
BAŞLIKTAKİ soruya hukuk cevap bulacak.<br><br>Böyle bir garabeti kimin akıl ettiğine artık mahkemeler karar verecek.

 İddialara göre, Balyoz Hareketi Hükümet’i zor duruma düşürmek ve mümkünse sıkıyönetim ortamı yaratarak askerin siyasi alanda gücünü artırmak üzere planlanmış!

 Ben bugün, kronolojik açıdan, bazılarının da değindiği, iki tesadüfe parmak basacağım.

129 general ve subayın katıldığı ve Balyoz Planı’na temel oluşturan “seminer”in tarihi:

5-7 Mart 2003!

Ayrıca:

1) Ünlü tezkerenin tarihi, adı üzerinde, 1 Mart 2003!

2) Recep Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açan ünlü Siirt Seçimi’nin tarihi: 9 Mart 2003!

Balyoz Hareketi’nin planlandığı tarih ile ünlü “1 Mart Tezkeresi”nin tarihi ve Erdoğan’ın Başbakan olduğu tarih iç içe geçmiş vaziyette!

Yazının Devamını Oku

Bunlar tutarlı dış politika göstergeleri mi?

21 Ocak 2010
BAŞBAKAN Suudi Arabistan’da diyor ki:<br><br>“AB’ye üyeliği ne kadar önemsiyorsak, kimse kalkıp sağa sola çekmesin, Suudi Arabistan’la işbirliğimizi artırmayı da o kadar önemsiyoruz”

Başbakan kusura bakmasın ama ben bu sözü sağa sola çekeceğim.

Suudi Arabistan bir devlet, AB ise 25 devletten oluşan adı üzerinde bir “birlik”.

Daha ötesi bir “medeniyet çığırı”!

Demokrasiden zerre kadar nasibini almayan Suudi Arabistan’ın panzehiri!

Suudi Arabistan ile AB’yi aynı kefeye koyan Erdoğan belki yüzlerine karşı ev sahibinin gönlünü alıyor ama bütün dünyaya AB’ye verdiği değerin seviyesini de ilan ediyor!* * *

Ermenistan’la yapılan protokolleri hüküm cümlesi olarak mealen “Protokoller anayasaya uygun, onayladım” diyerek değerlendiren Ermenistan Anayasa Mahkemesi gerekçelerini sıralarken “Ermenistan’la Türkiye arasındaki Protokol, Ermenistan Anayasası’nın Giriş bölümüne ve Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. paragrafına aykırı olarak yorumlanamaz ve uygulanamaz!” da diyor.

Bağımsızlık Bildirisi’nin 11. paragrafı da “Osmanlı Türkiyesi’nde ve Batı Ermenistan’da yaşanan 1915 soykırımının uluslararası tanınması”nı “milli gaye” olarak niteliyor.

Dışişlerimiz

Yazının Devamını Oku

Mustafa Sarıgül (II)

20 Ocak 2010
DÜNKÜ yazımda liderin sahip olması gereken 3 niteliği örnekleri ile açıklamaya çalıştım. Bugün, hafta sonu İzmir Mitingi’nde izlediğim Mustafa Sarıgül’ü bu nitelikler açısından irdelemeye çalışacağım. Doğaldır ki, Sarıgül hakkında ortaya atacağım gözlemler sadece mitingdeki performansı ile sınırlıdır.

Dün yazmıştım:

 Kanımca, lider veya lider adayının:

 1) Kitle tarafından aynı anda hem kendisinden birisi olarak kabul görmesi, hem de üstün addedilmesi gerekir.

Kitle kendisinden birisini arar ama illa ki onun vasıflarının kendi vasıflarından yüksek olmasını bekler. Mustafa Sarıgül kitle ile çok rahat diyalog kuruyor, insanlarla şarkı söylüyor, onları çok rahat kucaklıyor, kitle ile ilişkisinde kibir yok. Bazı genç kızların kitle psikolojisi etkisi ile Sarıgül’ün eline dokunmak için ağlaşmaları dikkatimi çekti. Sayısını bilemem ama ortada seçim falan yokken, kış ortasında, meydanın yanlış yerleştirilmesi nedeni ile kitlenin nerede ise yarısının Sarıgül’ü konuşurken göremediği bir ortamda insanlar 2 saat muazzam bir motivasyon içinde Bornova’yı coşkuya gark ettiler.

Mustafa Sarıgül kitle tarafından kabul görmüş bir siyasetçi!

* * *

2) Etrafına saçtığı adrenalinin kitle tarafından algılanması şarttır.

 i) Mustafa Sarıgül’ün hitabet gücü yüksek. Kitle coştukça o da bir coşku seline kapılıyor. ii)Birebir ilişkilerde muazzam başarılı. Sıcaklığını kitleye kolayca yansıtıyor. Hatta kitle önünde farklı, bizlerle sohbet ederken farklı bir Sarıgül var. iii) Karşısındakine onu anladığına dair duyguyu çok rahat veriyor. Özellikle, kadınların ve gençlerin ilgisini çekiyor. Evlerinin balkonlarından sarkan insanların coşkusu çok önemli. iv) Bu miting için Belediye’deki mesaisinden sonra 4 gece İzmir’e gelen bir insanın çalışkanlığı ise tartışılmaz. v) Kendisine olan inancı kitle tarafından da kabul görmüş.

Yazının Devamını Oku

Mustafa Sarıgül (I)

19 Ocak 2010
2004 yılından beri tam tamına 524 miting yapan, daha parti olmadan 705 bin üyeye sahip olan Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Hareketi’ni (TDH) her geçen gün daha fazla merak etmeye başlamıştım.

Saygı duyduğum araştırmalarda TDH % 8’in üzerinde oy potansiyeline sahip gözüküyordu. Anketlerde soru “Mustafa Sarıgül’ün kuracağı partiye oy verir misiniz?” diye sorulduğunda oran % 16’yı geçiyordu!

Nihayet, Mustafa Sarıgül’ü hafta sonu pazar günü İzmir Mitingi’nde izleme şansını yakaladım. Bugün ve yarın Mustafa Sarıgül’ü kendimce bir siyasi parti liderinde aranması gereken üç nitelik açısından değerlendireceğim.

* * *

Kanımca, lider veya lider adayının:

1) Kitle tarafından aynı anda hem kendisinden birisi olarak kabul görmesi, hem de üstün addedilmesi gerekir.

Adnan Menderes, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan

Yazının Devamını Oku