Cüneyt Ülsever

19 Ekim’de Habur’da kimler vardı?

16 Şubat 2010
DİYARBAKIR milletvekili Hatip Dicle’ye atfedilen iddiaları reddeden İçişleri Bakanı Beşir Atalay, 19 Ekim 2009’da Kandil Dağı ve Mahmur kampından Türkiye’ye gelen grupla ilgili olarak kapatılan DTP’nin Genel Başkanı Ahmet Türk’e, “Hâkim ve savcılar ayarlandı, giriş yapacaklar, geldikleri gibi geçecekler” demediğini açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre, “Bu görüşmede iddia edildiği gibi Atalay’ın ‘Hâkim ve savcılar ayarlandı, giriş yapacaklar, geldikleri gibi geçecekler’ şeklinde ifadesi kesinlikle söz konusu olmamıştır.”

İçişleri Bakanı, Hatip Dicle’nin iddiasını reddediyor.

Ben Beşir Atalay’ın Ahmet Türk’e ne dediğini hali ile bilmiyorum.

Ancak, 19 Ekim 2009 günü Habur Sınır Kapısı’nda neler yaşandığını her Türk gibi ben de hatırlıyorum.

* * *

19 Ekim’de Habur Sınır Kapısı’ndan girişi yapanlar, getirdikleri mektupta şöyle diyorlardı:

“Bizler, Kürt sorununun çözümü, onurlu bir barış ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için başlatılan süreçteki tıkanıklığın önünü açarak sürecin gerçek bir barışla sonuçlanması için, Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı üzerine, bu sürece mütevazı bir katkı sunmak için Türkiye’ye gelme kararını veren barış grubuyuz.

Gelişimizin, 221. Maddeden yararlanma gibi bir amacı yoktur. Başta akan kanın durması, anaların ağlamaması ve barış içinde ortak yaşam zeminini güçlendirmek amacıyla kendi özgür irademizle yola çıktık. Bu adımımızda da görüldüğü gibi, sorunun kaynağı değil, çözümün tarafıyız.” (Sendika.org-19 Ekim 2009)

Yazının Devamını Oku

Âşıklar Sevgililer Günü’nü kutlar mı?

14 Şubat 2010
BENCE kutlamaz. Neden? Âşığa sevgili kelimesi hafif gelir de ondan!

İnsandan genellikle karşı cinse akan çeşitli duygular var:

Beğenmek, hoşlanmak, arzulamak, sevmek, âşık olmak!

Bence bu duyguların arasında duygunun gücü açısından bir de hiyerarşi var.

En tepede âşık olmak, en altta beğenmek. Hoşlanmak beğenmekten daha güçlü bir duygu. Arzulamak hoşlanmaktan, sevmek arzulamaktan daha güçlü.

Ancak, “sevgili olmak” ile “âşık olmak” arasında da muazzam bir hiyerarşi farkı var.

Örneğin, sevmek arzulamaktan 10 misli güçlü ise, âşık olmak sevmekten 1.000-10.000 misli güçlü bir duygu.

¡    ¡    ¡

Âşık olmak ile diğer duygular arasında bariz farklar var.

Yazının Devamını Oku

Netice odaklı dış politika açısından İran!

10 Şubat 2010
DÜN Ahmet Davutoğlu’nun “çok merkezli politikası”nın bir türlü sonuç alamadığı için “netice odaklı dış politika”ya dönüşemediğini yazdım. Netice getirmeyen politikaların sadece iddialı sözlere dayanan retorikler yarattığını belirttim.

Dün Ermenistan ile imzalanan protokolleri örnek verdim. Davutoğlu’nun alelacele imzaladığı protokollerden vazgeçmek için aradığı bahaneleri vurguladım.

Ahmet Davutoğlu’nun kâh “ideolojik dış politika”, kâh “reel dış politika” uygulama çabaları eninde sonunda duvara tosluyor.

Kaçamayacakları çelişkiler eninde sonunda önlerine çıkıyor!

* * *

Bugün ise İran’ı örnek vereceğim.

Davutoğlu politikaları uzun süre dünyaya İran’ı nükleer hevesinden caydıracağı intibaı vermeye çalıştı. ABD ve AB’den bu konuda süre istedi. Obama İran’la pürüzleri gidermek için 2009 sonuna dek diplomasiyi deneyeceğini açıkladı. Arabulucu olarak Türkiye’yi kabul etti.

Türkiye de her fırsatta İran’ı savundu, uluslararası platformlarda adeta İran ve Hamas’ın avukatlığına soyundu.

Ancak, yağmadı yağmur, esmedi rüzgâr!

Yazının Devamını Oku

Netice merkezli dış politika

9 Şubat 2010
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun iyi niyetini, çalışkanlığını, entelektüel kavram zenginliğini takdir ediyorum. Çok geziyor, çok değişik unsurlarla irtibat halinde, politika jargonuna “komşularla sıfır sorun” ve “çok merkezli dış politika” gibi kavramlar yerleştirdi.

Ancak, bu çabalar benim “netice merkezli dış politika” anlayışıma katkıda bulunmuyor!

Açıkçası, Davutoğlu kâh ideolojik dış politika (ideallere/prensiplere dayanan dış politika), kâh real dış politika (dünya gerçeklerine dayanan dış politika) peşinden koşarak çok uğraşıyor ama ben ülke yararına netice aldığı sonuçları göremiyorum. Hiç görmüyorum diyemem, örneğin Suriye ile vizenin kalkmış olması netice veren hayırlı bir girişimdir ama omurgalı meselelerde hemen hiç netice alıcı adım atılamıyor.

Neden? Davutoğlu’nun ideolojik dış politika girişimleri ile reel dış politika girişimleri zaman zaman birbirinin önünü kesiyor da ondan!

* * *

Örneğin, Ermenistan ile sınırları açmak “komşularla sıfır sorun” yaşamaya yönelik bir ideolojik dış politika deneyimidir ama Azerbaycan’la ilişkiler, her ne kadar duygusal yönü de ağır bassa, Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarına yönelik reel dış politikadır.

Daha önce de yazdım, siz hem (A), hem (B) komşunuz ile sıfır sorun denemesi yapabilirsiniz, hatta bir nebze de başarılı olabilirsiniz. Ancak, (A) ülkesi ile (B) ülkesi arasındaki sorunlar sizin denetiminiz dışındadır ve ister istemez bu sorunlar sizin (A) ve (B) ülkeleri ile doğrudan kuracağınız ilişkileri de etkiler. Dış politika çok değişkenli bir matrikstir.

Kaçamayacağınız çelişkiler eninde sonunda önünüze çıkar!

* * *

Yazının Devamını Oku

Recep Akdağ kaç paralık dayılandı?

7 Şubat 2010
GEÇEN hafta TBMM tarihi günlerinden birini yaşadı ve milletvekilleri ağız tadıyla kavga ettiler. Osman Durmuş’un Başbakan’a karşı nezaket kurallarını zorlayan sözlerine Başbakan’ın orantısız tepkisi Adalet ve Kalkınma Partisi üyelerince saldırı fişeği olarak algılandı ve kavga böylece başladı.

Kavga sırasında özellikle Sağlık Bakanı Recep Akdağ büyük bir hiddet ve şiddet içinde eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş’u dövmeye yeltendi. Neden? Gazeteleri karıştıralım.

* * *

Önce Sabah’tan bir alıntı (“A gribi alarmı sona erdi” - 6 Şubat 2010)

“... Dünya Sağlık Örgütü’nün son olarak A gribi salgınıyla ilgili “İlaç firmalarının başlattığı sahte salgındı” açıklaması yapmasının ardından Sağlık Bakanlığı, A gribi için bünyesinde oluşturduğu kriz merkezini kapattı... Hastalıktan korunmak için 43 milyon doz aşı sipariş eden ancak bu aşıların sadece 8.4 milyon dozunu teslim alan ve bunun da 4 milyonunu kullanan Türkiye.. girişimlerini sürdürüyor. Türkiye henüz teslim almadığı 35 milyon doz aşıyı iade etmek için sipariş verdiği 3 aşı firmasıyla görüşüyor. Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Levent Akın.. bir süre önce Sabah’a Sağlık Bakanlığı’nın ilaç firmalarıyla yaptığı sözleşmeye göre elde kalan aşılar için takas formülünü işletebileceğini açıklamıştı.”

Bazı söylentilere göre de Sağlık Bakanlığı elinde kalan 4 milyon adet aşıyı hibe edeceği ülke arıyor ama hiçbir ülke bu hibe ile ilgilenmiyor.

* * *

Şimdi de Milliyet’ten bir alıntı (“Eski Sağlık Bakanı’ndan domuz gribiyle ilgili şok açıklama.” - 15 Ekim 2009)

“... MHP Kırıkkale milletvekili ve eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş, MHP Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan ve MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy ile birlikte domuz gribi salgını ve alınacak aşıyla ilgili basın toplantısı düzenledi.

Yazının Devamını Oku

İnsan evrilerek gelişir

4 Şubat 2010
ÖNCE Melih Aşık Nazlı Ilıcak’ın 12 Eylül döneminde darbe ve Kenan Evren’e alkış tutan yazılarından alıntı yaptı (27.01.10, Milliyet).

Dinç Bilgin Mehmet Barlas’ın Kenan Evren’i evinde nasıl ağırladığını nakletti. Daha sonra Mümtaz Soysal’ın tutuklanmasını önlemek için yine Mehmet Barlas’ın yakın arkadaşı Evren’den nasıl ricada bulunduğu yazıldı.  

Öte yanda Ahmet Hakan ve Taha Akyol gibi yazarlar da Nazlı Ilıcak’ın demokrat olduğuna kefil oldular. Mehmet Barlas ise Evren’i darbe yaptıktan çok sonra evinde ağırladığını açıkladı!

Galiba en doğru bakış açısı ise yazarların darbeleri “işine gelenler” ve “işine gelmeyenler” olarak tasnif ettiğini iddiasıdır.

“...27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Halbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat mevcuttur. Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtının başarı ile neticelenmesidir”. (16 Eylül 1980, Tercüman)* * *

“1974 affı anarşistleri sokağa salıvermiş, 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmıştır. İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir... 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.” (10 Ekim 1980, Tercüman.)* * *

Nazlı Ilıcak Melih Aşık’ın alıntı yaptığı sözleri reddetmedi, ülkemizde bazı insanların sık sık başvurduğu  “en iyi savunma hücumdur” taktiği ile Aşık’ı yaftalamayı  tercih etti.

Ancak, bence Ilıcak’ın en dikkat edici savunma tarzı 12 Eylül’ü hem eleştirerek, hem överek bir denge yaratmaya çalıştığı iddiası oldu.

Ertuğrul Özkök ise “Nazlı Hanım’a yüklenmeyin” (3 Ocak 2010-Hürriyet) başlıklı yazısında Nazlı Ilıcak’ı şu sözlerle savunuyor.

“(Ilıcak’ın o dönemde yazdıkları ile ilgili olarak) Ne yadırgadım, ne garipsedim, ne de söyleyecek tek kelime sözüm olabilir. Siz hiç öldürülme korkusu nedir yaşadınız mı?”

Özkök, Barlas’ı da şu sözlerle savunuyor:

“O da dönemin önde gelen gazetecilerinden biriydi ve hedefteydi. Onun da hafızasında taptaze bir Abdi İpekçi cinayeti vardı.”* * *

“...27 Mayıs, mensubu bulunduğumuz Demokrat Parti camiasına karşıydı. Halbuki 12 Eylül’de açıklanan hedeflerle yıllardır bizim yazdıklarımız arasında, geniş bir mutabakat mevcuttur. Ümidimiz memleketimizin birlik ve beraberliğimizin son şansı olan Türk Silahlı Kuvvetleri harekâtının başarı ile neticelenmesidir”. (16 Eylül 1980, Tercüman)* * *

“1974 affı anarşistleri sokağa salıvermiş, 12 Mart’ın Türün Paşasına, Elverdi Paşasına faşist damgası vurulmuş, kontrgerilla iddiaları ile etraf bulandırılmıştır. İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir... 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.” (10 Ekim 1980, Tercüman.)* * *

Nazlı Ilıcak

Yazının Devamını Oku

Sivil vesayet mi, demokrasi mi? Hükümetin sınavı

3 Şubat 2010
DÜN yazdım. Demokrasilerin temel dengeleme ve destekleme aracı yürütme, yasama ve yargı erklerinin birbirinden bağımsızlığıdır.

Ülkemiz ne zaman tek parti iktidarı ile yönetilse, yasamanın başı (Başbakan) olarak seçimi kazanan partinin genel başkanı seçildiği an yasama doğrudan yürütmenin emrine girer. Bir süre sonra ikinci adım atılır ve yargı da denetim altına alınmaya çalışılır.

Türkiye’de tek parti iktidarları bir süre sonra ülkeyi sivil vesayet altına almaya çalışır.   

Ben diyorum ki:

Bu dönem bir yanda askeri vesayetten kurtulma çabası verilirken öte yanda ülkeyi sivil vesayet altına sokma mücadelesi verilmektedir.

 Bu sübjektif görüşümü ölçüye vurmak için bugün ortaya somut mihenk taşları koyacağım.

* * *

Hükümet gerekirse referanduma götüreceği Anayasa ve bazı diğer değişikliklerinden bahsediyor.

Ben bu değişikliklerin ülkeyi demokrasiye mi, sivil vesayete mi götüreceğini şu noktalara dikkat ederek yargılayacağım.

Yazının Devamını Oku

Sivil vesayet mi demokrasi mi?

2 Şubat 2010
SANIRIM, ülkenin uzun yıllar askeri vesayet altında yaşadığı konusunda üç aşağı beş yukarı bir fikir birliği var ama içinde bulunduğumuz dönemde demokrasiye mi, yoksa sivil vesayete doğru mu gidiyoruz, bu konuda anlaşamıyoruz.

Hükümet’i her şart altında destekleyenler illa ki demokrasiye, diğer uçta Hükümet’i desteklemeyenler ise sivil vesayete doğru yol aldığımızı düşünüyorlar.

Ben ikinci grupta yer alıyorum. 27 Ocak 2010 tarihli yazımda gerekçelerimi yazmıştım.

Bugün ve yarın ise Hükümet’in demokrasi mi, yoksa sivil vesayet yolunda mı ilerlediğini iyice kavrayabilmek için somut olarak hangi konuları takip edeceğimi yazacağım.

* * *

Bugün, genel bir analiz yapayım.

Ülkemizde koalisyonlar genellikle istikrarsızlığı davet eder, koalisyon dönemlerinde tek parti yönetimlerini özleriz.

Ancak, tepeden tırnağa demokrasiyi genlerine indirememiş ülkemizde tek parti iktidarı dönemlerinde de sivil vesayet arayışı başlar. Güçlü iktidar dönemleri hep bu arayışın peşinden koşmuştur.

Demokrasi yürütme, yasama ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız hareket etmesine dayanır. Böylece, mutlak çoğunluğu ele geçirenin sivil vesayetini önleyecek temel garantör denetleme ve dengeleme görevini ifa eder.

Yazının Devamını Oku