Cüneyt Ülsever

Nasıl bir yargı reformu?

2 Mart 2010
YARGIDA reform talebi ortak paydamız. Hemen herkes istiyor. Kimi bağımsız yargının taraflı olduğu durumlardan şikâyetçi, onlar alınacak tedbirlerle bağımsız ama taraflı yargının bağımlı (hükümete) hale gelerek başıbozukluktan kurtulacağına ve tarafsızlık kazanabileceğine inanıyor. Benim gibi bazıları da zaten yürütmenin kıskacında yaşayan yargının reform adı altında daha beter bağımlı hale gelmesinden korkuyor.
Ben bağımsız olmayan yargının tarafsız olmasının imkânsız olduğunu düşünenlerdenim.
Bağımlı bir yargının tarafsız olabileceği iddiası sadece bir zırva!
* * *
Başbakan yargıda reformdan dem vuruyor, bu konuda yapılacak reformların referanduma götürülmesinden bahsediyor. Parti kapatmayı da zorlaştırmak istiyor.
Bütün bu girişimler satıhta baktığınızda oldukça demokratik girişimler olarak gözüküyor.
Ancak, “reformların” ortak bir noktası var. Anayasa Mahkemesi, HSYK, Danıştay’da temsil zenginliği yaratmak için üye sayıları artırılacak ama ilave üyeleri büyük çapta TBMM seçecek. Hatta, partilerin kapatılması kararı da TBMM’ye bırakılacak!
Gerekçe de görünüşte oldukça demokratik. TBMM milli iradeyi temsil ettiğine göre yargı erkini milli iradenin şekillendirmesi çok doğal ve hatta gerekli!
Milli iradeyi de Meclis’te esasen çoğunluk temsil eder.
Düşünün; Türkiye’de hangi siyasi partinin kapatılacağına iktidar partisi karar verecek, iktidar partisinin seçtiği (atadığı) üyeler HSYK’da hâkim ve savcı atayacak, yine iktidar partisinin seçtiği üyeler (Anayasa Mahkemesi) iktidar partisinin çıkardığı kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyecek, gerektiğinde iktidar partisini (Yüce Divan) yargılayacak, verdiği idari kararları (Danıştay) denetleyecek.
Bunun adı da “yargı reformu” olacak!
* * *
Yargıyı bu şekilde tamamen kendi “vesayeti” altına alacak girişimin adını “sivil vesayet” koymak ve bu girişimin zaten ülkemizde yarım yamalak işleyen demokrasiye indirilecek başka bir darbe olacağını görmemek için sadece ve sadece iktidardan geçinen yalaka veya ruhunu otokrata teslim etmiş teba olmak gerekir.
Demokrasinin nasıl bir rejim olduğunu ilk mektep ağzı ile birilerine tekrar hatırlatalım.
Demokrasilerde:
1) Çoğunluğun dediği olur.
2) Azınlığın hakları bakidir (ortadan kaldırılamaz).
Örneğin, iktidara muazzam bir çoğunlukla (% 95) gelen bir iktidar muazzam bir azınlık (% 0.5) olan bir dinin mensuplarının ibadet hakkını elinden alamaz.
 Azınlığın haklarını ise “hukukun üstünlüğü” korur ve bunu garanti altına alan makam ise yargı erkidir.
Bugünkü hali ile Türkiye’de yargı erkini % 47’yi temsil eden TBMM çoğunluğuna tabi tutarsanız % 53’ü dışlar ve onların haklarını garanti altına alan yargı erkini dinamitlersiniz.
 Hâkim ve savcıyı hükümet memuru yapmak sivil vesayet rejiminin bizzat kendisidir!
 (Yarın: Referandum)
Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın zihin haritası

28 Şubat 2010
İNSAN zihni iki boyutta çalışır. Bir boyutta esasında benimsenmemiş ama itibar edilmesi gereken bilgi ve onun yönlendirdiği tepkiler yer alır, diğer bir boyutta ise hazmedilmiş, benimsenmiş, beyne nakşedilmiş bilgi ve onun yönlendirdiği tepkiler yer alır. Hazmedilmemiş bilgi de insana nasıl davranması, neyi söylemesi gerektiğini emreder, ama içten değildir. Zira, insan zihninin haritasını hazmedilmiş bilgi yönlendirir.
Örneğin, bir koca, karısı için sağda solda çok saygılı ifadeler kullanmasına rağmen evde ufacık bir çatışmada hanımına “Başlatma ulan karı...” diye sesleniyorsa, hazmedilmemiş bilgi birinci tavrını belirler. Benimsenmiş bilgi, daha doğrusu zihin haritası da evdeki sözlerini yönlendirir.
* * *
Başbakan bir konuşma yapıyor ve aynı konuşmada önce şöyle diyor:
“Türkiye’de sizin dönemlerinizde olduğu gibi hava puslanmayacak. Bugün olan normalleşmedir, suyun yatağını bulmasıdır. İşleyen demokrasiden, hukuktan kimseye zarar gelmez. Korkulması gereken demokrasinin, hukukun işlemesi değil işlemez hale gelmesidir.”
Konuşmanın bir başka bölümü ise şöyle:
“(Köşe yazarları) Öyle çirkin yorumlar getiriyorlar ki akla hayale gelmez şeyler... Ben de şimdi o gazetelerin patronlarına sesleniyorum, ‘Ne yapayım köşe yazarı, hâkim olamıyorum’ diyemezsin. ‘Sen bunun sorumlususun arkadaş’ diyeceksin. Niye, çünkü bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi germeye kimsenin hakkı yok... Buna biz de müsaade etmeyiz... Köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğin zaman da feryat etmeye hakkın yok.”
Aynı Başbakan önce demokrasiden, normalleşmeden dem vuruyor. Sonra da kendini eleştiren yazarların patronlarına dükkânın kapısını göstermesini bildiriyor.
* * *
Başbakan’ın demokrasiden, hak hukuktan bahseden sözleri benimsenmemiş öğretiyi, daha doğrusu kendinden bekleneni karşılama güdüsünü yansıtıyor.
Başbakan’ın köşe yazarlarını maaşları kadar konuşmaları gereken yaratıklar olarak gören sözleri ise onun benimsenmiş öğretisini yansıtıyor. Başbakan’ın zihin yapısına göre her ortamda bir mutlak güç var ve insanlar arasında ilişki tebliğ eden ile tebellüğ eden arasında kurulu.
Tebellüğ edenin itiraz hakkı katiyen yok, dolayısı ile, hâşâ huzurdan, mutlak gücün eleştirilmesi söz konusu değil. Mutlak güç zaten hayırsever yapısı ile çevresindekilere “bahşeder”, onlar da bahşedilen karşısında (örnek: maaş) mutlak güce karşı şükran duygusuna kapılırlar. Ancak, asıl olan mutlak gücün beklentilerinin karşılanmasıdır.
Nitekim, Başbakan “lütfederek” belirli mevkilere getirdiği bakanlara, müsteşarlara, genel müdürlere “Benim bakanım, müsteşarım, v.b.” söylemi ile sahiplenir, hatta gerekli görürse de rahatça azarlar. Başbakan ile yalaka basın arasında da “hayırsever” mutlak güç ve durumdan vazife çıkararak gördüğü hayra şükreden tabiyet ilişkisi vardır.
* * *
Ben ha bire “askeri vesayet”ten kurtulmaya çalışan Türkiye’nin demokrasiye değil, “sivil vesayet”e yelken açtığını söylüyorum.
 Ne demek istediğimi benden iyi anlatan Başbakan’a şükranlarımı sunarım!
Yazının Devamını Oku

Aklıma takılan sorular!

25 Şubat 2010
* İsmailağa Cemaati’nin silahlı örgüt olduğunu iddia etmeyen Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı aynı cemaatin silahlı örgüt olduğunu iddia eden Erzurum Özel Yetkili Savcısı tarafından Ergenekon Örgütü üyesi olmak iddiası ile tutuklandı.

Aynı Erzincan Savcısı Ergenekon’un kardeş örgütü olarak bilinen JİTEM’i de sorgulamıştı. Erzincan Savcısı hangi tarihte taraf değiştirmiş?

* * *

* HSYK Erzurum Savcısı’nı görevden aldı ama savcı kararı iplemedi. Azil kararı Erzurum’a ulaştıktan sonra tutuklu Erzincan Savcısı’nın dosyasını Ergenekon Davası’na bakan Özel Yetkili İstanbul Savcılığı’na gönderdi. Ancak “Ergenekon savcıları” dosyanın kendilerini ilgilendirmediğini bildirip, dosyayı Erzurum’a geri yolladılar. “Ergenekoncu” olduğu iddia edilen savcı hakkında “Ergenekon savcıları” yetkisizlik kararı verdiler. Erzincan Savcısı’nın “suçunun” son evsafı ne?

* * *

Yazının Devamını Oku

Şer ile ehven-i şer!

24 Şubat 2010
EMEKLİ Orgeneral Çetin Doğan başkanlığında 29’u general, 133’ü subay olmak üzere 162 asker 5-7 Mart 2003 tarihlerinde “Plan Semineri”nde bir araya geliyorlar ve “Balyoz Hareketi”ni planlıyorlar.

Bu harekât ile ilgili iddialara mesnet teşkil eden dokümanlar orjinal belge olarak TÜBİTAK tarafından onaylanıyor ve 18 emekli general, 4 muvazzaf amiral, 28 subay, 1 astsubay gözaltına alınıyor.

Belgelere göre, Hükümet’i sıkıştırmak, fırsat çıkarsa devirmek için yapılacak çeşitli eylemler arasında kendi uçağımızı düşürüp suçu Yunanistan’ın üzerine atmak da var, camileri bombalamak da, 200 bin kişiyi statlarda toplamak da!

Şu anda iki ihtimal var:

1) Bu iddialar doğru!

Yazının Devamını Oku

HSYK’da reform

23 Şubat 2010
BEN bugün Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda (HSYK) yapılması elzem reform konusunda görüşlerimi yazmak istiyorum.

Ancak kerameti kendinden menkul ülkemde pazartesi sabahı da yeni bir şokla uyandık ve ben şu an itibari ile bir gözüm-bir kulağım ile bazı emekli komutanların neden gözaltına alındığını anlamaya çalışıyor, diğer gözümle de klavyemde “HSYK’da reform” konusunu incelemeye çalışıyorum.

Ayrıca, hafta sonu “Ergenekoncu” olduğu iddiası ile tutuklanan ve dosyası adeta bir katakulli ile Erzurum’dan İstanbul’daki “Ergenekon Savcıları”na yollanan Erzincan Başsavcısı’nın dosyasının yetkisizlik nedeni ile İstanbul’dan geriye tekrar Erzurum’a yollanması ne anlama geliyor, çözmeye çalışıyorum.

Ancak söyledim; bugün inatla “HSYK’da reform” konusunu inceleyeceğim.

* * *

Yazının Devamını Oku

Âşığı nasıl tanırsınız?

21 Şubat 2010
BİLİM, önemle son yıllarda bir sürü alanda harikalar yaratıyor.

Geleceği okuma yeteneğimize muazzam katkılarda bulunuyor.

Örneğin, meteoroloji nerede ise bir hafta, 10 gün sonra haftanın nasıl olacağını detaylı olarak tahmin edebiliyor ve çoğu kez tahmininde haklı çıkıyor.

 

Ancak, bilim aşkın fizyolojisini tam anlamı ile tanımlayamıyor ve dolayısı ile i) kimin, ii) ne zaman, iii) kime âşık olacağını tahmin edemiyor.

Elimizde âşık olma kılavuzu veya yöntemi yok. Aşk hakkında beklentilerimizi sadece gazetelerin fal köşelerinden takip ediyoruz.

Bırakın bilimsel metodolojiyi, insan kendi güdüleri ile ne zaman ve kime âşık olacağını da önceden bilemiyor.

Bir gün uyanıyorsunuz ve belirli bir şahsa âşık olduğunuzu yüzünüz kızararak kendinize nihayet itiraf ediyorsunuz. O an fark ediyorsunuz ki aşk ateşi içinizde çoktan yanmış ama siz ancak o sabah durumu kabullenmek durumunda kalmışsınız.

 

Yazının Devamını Oku

İşte yaşadığınız ülke!

18 Şubat 2010
Org. İlker Başbuğ TSK’nın moralinin bozukluğundan dem vurarak “Bizde de bazı bilgiler var, gerekirse açıklarım” mealli konuştuktan sonra Başbakan’ın “Benim de bazen moralim bozuluyor, sözlerim yanlışa düşüyor” mealli cevabı Başbakan’ın kendine bağlı bir kuruma karşı zihnindeki tavrı, dolayısıyla zihin haritasını açıkça ortaya koydu.

Başbuğ’un açıklama yaptığı günün akşamı bir arkadaşımla sohbet ederken Başbuğ’un bildiklerini neden açıklamadığını tartıştık ve bir öngörüde bulunduk.

Başbuğ’a yeni bir cevap yakında gelecektir!* * *


Nitekim, cevap gecikmedi, hatta cevaplar peş peşe aktı.


3.Ordu Komutanı şüpheli sıfatı ile ifade vermeye çağrıldı.


Yazının Devamını Oku

Demokratik açılımın neresindeyiz?

17 Şubat 2010
BENİM “Kuzey Irak Açılımı”, Hükümet’in en son “Demokratik Açılım” dediği “anaların ağlamasına” engel olmaya yönelik özgürlük açılımları uzun süredir askıdaydı, galiba şimdi tekrar gündeme düşüyor.

Açılım 19 Ekim 2009 tarihinde Habur Sınır Kapısı’nda göçmüştü. Her ne kadar yandaş gazeteciler Habur rezaletini “Habur’dan girenlerin, terör eylemlerine katılmadığı kabul edildi ve pişmanlık yasası çerçevesinde serbest bırakıldılar”, (Nazlı Ilıcak-Sabah-16.02.2010) türü zırva cümlelerle savunsalar da Habur’dan giriş yapanlar bu cümleyi bizzat yalanlıyorlar. Kendi ifadeleri ile: “Bizler, Kürt sorununun çözümü için... Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı üzerine... Türkiye’ye gelme kararını veren barış grubuyuz... Gelişimizin, 221. Maddeden yararlanma gibi bir amacı yoktur...” (Sendika.org-19.10.09) diyorlar ama “birileri” onlara “Yok, yok sen yine de TCK-221 sayılı Pişmanlık maddesi kapsamına alındın!” diyerek hukuka takla attırmışlardı.* * *

Rıza Türmen (Milliyet-14.02.10) “Demokratik Açılım” çerçevesinde son günlerde TBMM’ye taşınan İnsan Hakları Kurumu (İHK) Tasarısı’nı irdelerken Tasarı’nın kendi ifadesi ile Kurul’un BM Genel Kurulu’nun insan hakları kurumlarına ilişkin ilkelerini içeren “Paris İlkeleri” çerçevesinde inşa edileceğini vurguluyor.

“Paris İlkeleri” insan hakları kurumlarının bağımsız olmalarını, Hükümet temsilcilerinin ise, toplantılara danışman olarak katılmalarını, yani oy hakkına sahip olmamalarını istiyor. Ancak, Türmen’in yaptığı açıklamaya göre “İHK üyesi olmak isteyenler taleplerini Başbakanlığa bildiriyorlar. Başbakanlık adayları Bakanlar Kurulu’na sunuyor. İHK Başkanı ve on üyesi Bakanlar Kurulu tarafından seçiliyor. Başka bir deyişle, İHK, hükümete bağlı bir.. insan hakları kurumu olacak!”

Bana göre, eğer Hükümet samimi olarak “Kürt Açılımı” yapacak, Kürtlerin haklarını savunacak ise, işe seçim barajını % 10’dan, % 5-6’ya çekerek başlar. Bu hak Kürtlere TBMM’de doğrudan kendi partileri ile temsil hakkı verecektir.

Temsil demokrasinin temel ilkesidir. Ancak, Başbakan’a göre Türkiye barajın % 10’un altına inmesine hazır değilmiş. Başbakan’ın sözleri özde “Kürtler TBMM’de kendi partileri ile temsil edilmeye hazır değildir” anlamına gelmektedir.

Seçim barajı konusunda Sedat Ergin (Hürriyet-16.02.10) ise “Venedik Kriterleri”ne başvuruyor. Önce şu saptamayı yapıyor:

“...parti kapatmaları ve HSYK’nın yapısını konu alan tartışmalar konu olduğunda, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetinin tezlerine her seferinde Venedik Komisyonu raporlarını dayanak gösteriyor...” Ergin’e göre Komisyon’un 12 Ocak 2009 tarihli taslak raporunun hemen girişinde karşımıza çıkan çarpıcı gerçek, en yüksek seçim barajının Türkiye’de uygulanıyor oluşu. Türkiye’yi % 7 ile kuzey komşumuz Rusya izliyormuş. Rapor, seçim barajlarının yol açtığı “Arzu edilmeyen sonuçlar” bölümünde Türkiye ve Rusya örneklerini veriyormuş. Rapora göre, AKPM kararı doğrultusunda % 3 ile % 5 arasında bir barajı yerleşmiş demokrasiler açısından “kabul edilebilir” bulunuyormuş.

Ben Venedik Kriterleri’ni her fırsatta referans gösteren yazarların (örnek: Mehmet Altan, Eser Karakaş) seçim barajı meselesinde Hükümet’e yol göstermelerini hasretle bekliyor olacağım.

Yazının Devamını Oku