Batı’dan, Ermeni meselesinde veya herhangi bir şekilde salvo yediğimizde önce nasıl esip-gürlediğimizi, ardından da Bayan Clinton uyarınca, nasıl sesimizi kısıp “aklı selimin gerektirdiğini” yaptığımızı bir kez daha gözler önüne serdik.
Dış politikada değişen bir şey yok. Eski tas eski hamam!
Batı önce esip-gürleyeceğimizi, ardından da kuyruğumuzu kısıp yerli yerimize oturacağımızı yılların tecrübesi ile zaten biliyordu.
Ancak bu sefer bir kazancımız oldu. i) Komşularla sıfır sorun hedefinin, ii) oynak eksenli dış politika söyleminin, iii) ABD’den bağımsız tavır alma lafzının nasıl koca bir akademik tahayyül olduğu gözümüzün içine batırılarak hepimize öğretildi.
Koskoca dış politika uzmanları da Türkiye’nin oynak eksenli-komşuları ile sıfır sorun hedefleyen-bağımsız görünümlü dış politikasını uzun süre birbirlerine muştuladılar. Benim gibi birkaç köşe yazarı ise bu fantastik görüşlerin reel politikada yeri olmadığını, eninde sonunda reel politikanın galebe çalacağını yazıp durdular.
Esasında, reel politika Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanı olması ile yeniden ABD’ye çıpalanmış ve eski yerine oturmuştu. Davutoğlu’nun deyişi ile, Obama döneminde ABD ile Türkiye’nin çıkarları ve öncelikleri hiç bu kadar uyumlu olmamıştı!
* * *
Yeni olan tek olgu Türkiye’nin Ortadoğu’daki emperyal hedeflerini tekrar tahayyül etmeye başlaması idi. Bu minvaldeki girişimler de Türkiye’ye ABD’nin hasımları olan İran, Irak, Suriye, Hamas, Hizbullah gibi ülke ve örgütler ile sıcak yaklaşımlar kurarak, ABD ile bu ülke ve örgütler arasında bazı aracılık görevleri yüklenmesini sağladı.
Ben de çok merak ettiğim Baransu’nun sorulara verdiği cevapları dikkatle okudum. Zaten, Baransu’nun haberlerinde dikkatimi çeken bir kaç husus söyleşide de ortaya çıkınca bu yazıyı yazmak istedim.
* * *
Mehmet Baransu, hakkında en çok merak edilen soruya şu şekilde cevap veriyor: “Belgeler niye hep size geliyor?”
“Ben Aksiyon Dergisi’nde çalışırken yolsuzluk haberleri yaptım. Bunların bazıları askerle ilgiliydi. Oradan tanıdıklarım var. Akaryakıt kaçakçılığını ilk kez yazan benim. Bufalo operasyonunu yazdım. Hastalıklı etleri Genelkurmay’a satıyorlardı. Oradan tanıdığım çok asker var. OHAL döneminde Güneydoğu’da gazeteci olarak bulundum. Birçok askerle tanıştım. Bunun ötesinde siz yazdıkça haber sizi buluyor. Gazeteyi buluyor. Bir kurum içerisinde hukuksuzluktan rahatsızlık duyan varsa ve bunun kamuoyu tarafından bilinmesini istiyorlarsa hangi medya grubu bunu yayınlıyorsa belgeleri oraya gönderiyorlar.”
Herhangi bir somut sorunum olmadığı halde ruhum genellikle karabasanlarla doldu taştı. Karlı ve parlak kışlar keyiflidir. Bembeyaz örtü tabiatı güzelleştirir. Ama, karanlık suratlı, yağmurun yavaş yavaş adeta hatır için yağdığı ama yağmaktan hiç usanmadığı kışlar keyifsizdir. Bu kış keyifsizdi.
Galiba sonunda sıkılmaktan da sıkıldım ki, baharı erken çağırdım. Baktım, havanın doğru dürüst yapacağı bir şey yok, “Bari ben baharı ruhuma getireyim” dedim.
Çiçeğe kaçan üç-beş ağaç, araya sıkışmış güneşli birkaç saat görünce baharın geldiğine hükmettim ve “içimdeki ben” ile baş başa yeni baharın keyfini çıkarmaya başladım.
¡ ¡ ¡
Bir bebek görünce, hele hele o bebeği mümkün olur da koklarsam hayatın yeniden başladığına hükmederim. Sanki bebeğe emanet edilmiş ilahi bir tütsü bebekten yükselir ve beni en derin noktalarımda yakalar.
Bir bebek görünce, bir de ona dokununca nedensiz gülümsemeye başlarım. Bazen yolda yürürken iki-üç gün evvel sokakta bir çocuk arabasından bana bakan bebeğin görüntüsü zihnimde belirir, sokakta kendi kendime sırıtırım. Herhalde, o sırada karşımda bana doğru yürümekte olan hanımefendi hakkımda nahoş, beyefendi farklı ama o da nahoş düşünceler üretirler.
Ben aldırmam, inadına suratlarına gülümser geçerim.
¡ ¡ ¡
Yazımda 9. itiraz maddesi de vardı. Onu irdelemeyi bugüne bıraktım.
Son hali ile 3’ü geçici, 29 maddeden oluşan taslağın bir maddesi de parti kapatmayı zorlaştırıyor. Parti kapatma Türkiye’de zıvanadan çıkmış bir eylemdir ve zorlaştırılması elzemdir.
Ancak taslak, parti kapatmaya giden yolda kapatmanın muhatabını bizzat siyasi partilerin kendisi kılarak bir garabete yol açıyor.
Modele “Sen sana pişir sen sana ye!” (Kendin pişir kendi ye) modeli demek cuk oturuyor! Zira, Başsavcı bir parti kapatma davası açabilmek için TBMM’den izin almak zorunda!
¡ ¡ ¡
Taslağa göre TBMM’de grubu olan partiler 5’er kişilik Komisyon kuracaklar ve söz konusu parti hakkında dava açılabilmesi için bu Komisyon’un mutlak çoğunluk (2/3) ile karar vermesi gerekecek.
Örneğin, bugünkü hali ile TBMM’de grup kurmuş 4 parti var. Demek ki, Komisyon 20 üyeden (4X5) oluşacak. Parti hakkında dava açılabilmesi için 14 (2/3) oy gerekli!
¡ ¡ ¡