Cüneyt Ülsever

AKP’de ne oluyor?

2 Mart 2005
<B>KULAKLARI </B>çınlasın, biz kendisine ABD’nin Türkiye’ye ettiği eziyetleri naklederek <B>‘emperyalizmin melanetlerini’</B> anlatırken <B>Şerif Mardin Hoca</B> da bize ‘Siz hep bıçağın ne kadar keskin olduğunu anlatıyorsunuz, ekmeğin neden bu kadar kolay kesildiğinden ise hiç dem vurmuyorsunuz!’ derdi. Hırsızın ardından, alınan tedbirlerin eksikliğinden şikayet edilse de; ‘Hırsızın da hiç mi kabahati yok?’ diye sormamak olmaz.

* * *

Siyaset sosyolojisi açısından AKP’de çok garip işler oluyor.

Partiler genellikle düşüşe geçtiklerinde, iktidar ve itibar yitirdiklerinde dağılmaya başlarlar.

AKP’de ise tersi oluyor!

Parti; TBMM’de zor rastlanan bir çoğunluğa sahip, millet desteği azami seviyede, 17 Aralık’a giden süreçte perfomansı ile hemen herkesin takdirini kazanmış iken, son 2.5 ayda ‘bir şeyler oluyor’ ve yavaş yavaş ancak sürekli kan kaybediyor.

Bu durum siyasette çok nadir rastlanan bir olgu!

Partiden dün de Göksal Küçükali istifa etti.

AKP’de istifa süreci, Afyon milletvekili Reyhan Balandı’nın istifa etmesiyle tetiklendi ve Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun 15 Şubat’ta istifası ile hızlandı.

AKP’nin Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş 21 Şubat Pazartesi, Hatay Milletvekili Mehmet Eraslan da 24 Şubat Perşembe günü istifalarını sunmuşlardı.

* * *

İşin bir diğer ilginç yönü istifaların hiçbirisinin Erkan Mumcu ile birlikte hareket etmesi beklenen ve ortak davrandıkları var sayılan kişilerle ilgili olmaması!

Erkan Mumcu’nun en yakın arkadaşları olarak bilinen Muğla Milletvekili Hasan Özyer, İçel Milletvekili Ali Er ve Malatya Milletvekili Miraç Akdoğan, henüz AKP’den istifa etmediler.

* * *

Ayrılanların geçmişleri farklı olabilir, kimi hakkında tatsız dedikodular da üretilebilir ama istifacılar ortak bir dil kullanıyorlar, ‘dışlanmaktan’ ve partide ‘demokrasi eksikliğinden’ dem vuruyorlar.

* * *

Ben henüz birbirini izleyen istifalara doğru dürüst bir anlam verebilmiş değilim.

İslamcı-solcu-ulusalcı ittifakın kabahati hemen ABD’de bulacaklarından eminim ama yine de ‘Hırsızda hiç mi suç yok?’ diye sormadan edemiyorum.

* * *

Ayrıca, hükümetin performans eksikliği ayyuka çıkmış bakanları hálá neden değiştiremediğini, Beşir Atalay’ın neden ısrarla Milli Eğitim Bakanı yapılmak istendiğini, makamında ancak Cumhurbaşkanı sayesinde kalan Hüseyin Çelik’in neden MEB’de beğenilmediğini de anlamış değilim.

Bir liberalden boşalan koltuğa, kişinin çapını katiyen tartışmadan, illa ki bir Milli Görüşçü’nün getirilmesi ise bana ‘dar kadroculuk’ kavramından başkasını hatırlatmıyor.

Hükümetin kendisinin ‘en kritik görev’ olarak adlandırdığı başmüzakerecinin 73 gündür atayamamasını anlamak ise hiç mümkün değil. Dedikodu olsa dahi, Ali Babacan yerine Yaşar Yakış’ın adının aniden öne sürülmesinin nedeni ne?

* * *

Başarılı bir tek parti iktidarı neden tekler ki?
Yazının Devamını Oku

Türkiye ve Talabani ince ayar yapıyorlar!

28 Şubat 2005
<B>GEÇEN </B>hafta <B>Türk heyeti</B> ile Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği (<B>KYB</B>) lideri <B>Celal Talabani</B> arasında Süleymaniye'de yapılan görüşme bana <B>Türkiye-Irak-ABD üçgeninde</B> yeni bir açılımın <B>öncü mesajları</B> gibi geldi. Geçen haftalarda:

1) Türkiye, 30 Ocak seçimleri ardından bağımsız Kürdistan fobisi ile Kerkük üzerinden tek boyutlu kırmızı çizgiler kartını öne sürdü. Bu karta karşı ABD yeni düzende alacağı görev gereği (Kürt Federe Devleti Başbakanı) yerel duygulara hitap etmekle görevli Barzani'yi ileri sürdü. Barzani, bizim kırmızı çizgilerimizi hiçe sayan ve Kürtlerin kırmızı çizgilerini ifade eden ‘Kürt Kerkük'ü ve Bağımsız Kürdistan söylemleri’ etrafında şekillenen salvosunu patlattı.

2) Şimdi biz Süleymaniye'yi ziyaret ederek kendi kırmızı çizgilerimizi kendimizin çizdiğini ima ederken, bu kez ABD Irak'ta geçici dönem cumhurbaşkanlığına oynayan ve bu görev gereği tabana değil, bölgedeki genel diplomatik dengelere göre konuşması gereken Talabani kartını öne sürüyor, o da Kürtlerin de kendi kırmızı çizgilerini kendilerinin çizdiğini beyan ediyor.

3) ABD; bir diğer kartı İsrail üzerinden ‘bağımsız Kürdistan’ beklentisini katiyen benimsemediğini ayrıca vurguluyor. İsrail yetkilisi ilk kez ‘bağımsız Kürdistan'ın İsrail'in güvenliği açısından kabul edilemez’ olduğunu ilan ediyor.

* * *

Talabani'nin açıklamaları bölgedeki yeni dengeleri oldukça gerçekçi ifade ediyor. Gazetelere göre:

Irak Cumhurbaşkanlığı’nın bir numaralı adayı... KYB lideri Celal Talabani, kendisiyle görüşmek için Kuzey Irak’a önceki gün giden Türk heyetine, yeni dönemde Iraklı Kürtlerin en büyük güvencesinin Türkiye olacağını belirterek, "Bizim sizden başka kimsemiz yok" dedi... Türkiye’nin Irak Koordinatörü Büyükelçi Osman Korutürk başkanlığındaki Türk heyetini Süleymaniye’de ağırlayan Talabani, Irak’ta yeni dönemde Türkiye’nin demokratik ve çağdaş yönetimini örnek alacaklarını kaydetti. Irak içindeki değişik etnik grupların bölge ülkelerinin etkisinde kaldığını belirten ve Şiilerle İran arasındaki yakın bağlara işaret eden Talabani, ‘Kiminin İran’ı, kiminin Arap ülkeleri var. Bizimse Türkiye’den başka kimsemiz yok' ifadelerini kullandı.’ (Milliyet, 26.02.2005)

* * *

Irak Savaşı'nın başından beri Pentagon politikaları ile Dışişleri (State Department) politikaları zaman zaman çatışıyor, zaman zaman birbirlerini tamamlıyorlar.

Türkiye'de hükümetin kapıldığı taban politikası (popülizm) gereği ABD'ye karşı takındığı sert tavrı, bazı gazeteciler ve bürokratlar ama özellikle Rice'ın Ankara ziyareti öncesi Rumsfeld'in 1 Mart tezkeresi çerçevesinde verdiği sert demeçle boşa düşüren ABD şimdi de Talabani vasıtası ile ipleri gevşetiyor.

Süleymaniye'yi ziyaret eden Türk heyeti de zaten gevşeme siyasetinin pazarlığının önceden yapıldığını teyit ediyor!

* * *

1) Bağımsız Kürdistan'ın; Irak'ta Şiiler ve Araplar, bölgede İsrail, İran, Suriye ve makro dengeler içinde de ABD tarafından da istenmediğini artık görmeliyiz.

2) Yeni Irak düzeninde oluşan hassas Şii-Arap-Kürt denkleminde Kürtlerin en büyük güvencesinin isterse Türkiye olabileceğini hesaba katarak oyun kurmalıyız!
Yazının Devamını Oku

Şener Şen’e saygılarımla

26 Şubat 2005
<B>BU </B>aralar ben de epey <B>Türk filmi</B> seyrettim. Sadece <B>normal yurdum seyircisi</B> kıvamında seyrettiğim filmlerin çoğunda çok eğlendim. Bazılarını sinemadan çıkar çıkmaz unuttum, bazılarından bazı sahneler ise hálá aklımda. Bu yazıyı daha önce yazmak istiyordum; ama Türk sineması ile ilgili beni aşan öyle tartışmalar oldu ki, haddimi bilip bu tartışmalara karışmak istemedim.

* * *

Benim yazmak istediğim Türk sinemasıyla ilgili; ama doğrudan bir filmle ilgili değil. Bir insanla ilgili: Şener Şen.

Hiçbir uzmanlık iddiası taşımadan, içimden geldiği şekilde beyan ediyorum ki Şener Şen şu anda yaşayan en büyük Türk sinema oyuncusudur.

Hatta o dünya çapında bir oyuncu.

Seyrettiğim her filmde Şener Şen başka, bambaşka bir insan oluyor; ama bana hep ama hep bir tek şeyi anlatıyor: Hüzün!

Alaturka akılla ifade edilen ‘ezik insana’ indirgenecek kadar sığ bir insan değildir ‘hüzünlü insan’.

Şener Şen’
de hayatın her safhasında karşılaştığım; zengin-fakir, kazanmış-kaybetmiş, yenmiş-yenilmiş her türlü insanın bir türlü aşamadığı duyguyu yaşıyorum: Hüzün!

Hüzne de hazan yaraşır!

* * *

Şener Şen,
hayatının hazan mevsimini yaşayan insanları oynuyor.

Gönül Yarası’nda da yine hüzün var, yine hazan var.

Yavuz Turgul ile Şener Şen muazzam bir ikili oluşturuyorlar ve bana her filmlerinde hüznümü hatırlatıp beni ağlatıyorlar.

İçten içe ağladığım veya kahkahalarla güldüğüm filmleri çok severim.

Onlar bana kim olduğumu hatırlatırlar.

Zaten insan hayatı hüzün ile huzur, hazan ile bahar arasında bir yerlere sıkışıp kalmış değil midir?

* * *

Şener Şen’
le ilgili garip bir duygum var.

O bir oyuncu; ama filmlerde oynamıyor.

Ben suratı bu kadar anlam yüklü, bu kadar güçlü çok az insan gördüm.

Peter Sellers de beni benzer edasıyla çok etkilerdi.

* * *

Uzun yıllar önce seyrettiğim ve adını dahi hatırlamadığım bir filmde Romy Schneider, sevgilisini ondan koparıp götüren uçağa sadece bakıyordu.

O sadece bakıyordu; ama sevdiklerinden hep uzaklaşmak zorunda olan bizleri de gözyaşlarına boğuyordu.

Geçenlerde musalla taşında veda ettiğim bir arkadaşıma ben de öyle bakabilmeyi çok ama çok istedim! İstedim ki, insanlar sadece suratıma bakarak hüznümü anlasınlar! Ama olmadı!

* * *

Zihnimden kopmayan ‘Amerikalı’, ‘Gölge Oyunu’, Selamsız Bandosu’, ‘Züğürt Ağa’, ‘Muhsin Bey’, ‘Eşkıya’ filmleri ve nihayet ‘Gönül Yarası’ ile Şener Şen artık bir klasiktir.

Sanatı karşısında ayağa kalkıyor ve ceketimi ilikliyorum!
Yazının Devamını Oku

Beşir Atalay Milli Eğitim Bakanı yapılmak istendi mi?

24 Şubat 2005
<B>AKP</B>'ye giderek hákim olan <B>dar kadroculuk </B>anlayışı ilk belirtilerini <B>28 Mart 2004 </B>yerel seçimlerinden önce göstermişti, anlayış AB'den müzakere tarihi alınmasının ardından <B>17 Aralık 2005</B> sonrası şaha kalktı.<B> 28 Mart seçimleri öncesi 24-25 Mart 2004 günleri yazdığım ‘Seçimden Önce İki Uyarı’ başlıklı yazılarımda aynen şöyle demiştim:

* * *

‘AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ...genel kurulda:

- Milli Görüş’ten koptuk, dedi.

Millet de ona güvenerek partiye duyduğu teveccühü artırdı.

AKP’nin 3 Kasım’da aldığı ve 28 Mart’ta alacağı oyların %60-70’i Milli Görüş'ten gelmeyen, hatta Milli Görüş'e soğuk duran, kendi idealleri ile Milli Görüş'ün ideallerini çelişkili bulan insanlardan oluşuyor.

Ancak, AKP takip ettiği tavan siyasetinde büyük oranda liberal-demokrat bir çizgi izlerken, belli ki seçtiği taban politikasında Milli Görüşçüleri benimsiyor.

...Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki; AKP’nin belediye başkan veya meclis üye adaylarının %60-70’i Milli Görüşçülerden oluşuyor!

Hatta kazanması garanti yerlerde oran %80’lere yükseliyor.’

* * *

AKP'de ‘17 Aralık öncesi ve 17 Aralık sonrası’ ayrımını ilk seslendiren kişi olarak; ‘diğerlerine’ şüphe ile bakan, global dünyayı okumaktan yoksun, salt tek doğruya dayanan tek boyutlu politika üretebilen, siyaseti sadece popülist politikalardan ibaret sayan bir kesimin giderek hükümete hákim olmaya başladığını düşünüyorum.

Erkan Mumcu'nun istifası bu durumun dışa vurumudur!

* * *

Tüm gazetelere yansıyan duyumlara göre, Başbakan geçen gün Köşk'e çıktığında amaç: Hüseyin Çelik’in Milli Eğitim Bakanlığı’ndan (MEB) alınarak, yerine Devlet Bakanı Beşir Atalay’ın getirilmesi, Hüseyin Çelik’in Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kaydırılması; Atillá Koç’un da, Beşir Atalay’dan boşalan Devlet Bakanlığı’na getirilmesi imiş!

* * *

Kimdir Beşir Atalay? Hakkındaki iddialar doğru mu yanlış mı bilmiyorum ama Milli Görüş geleneğinden geldiği malum bir bilim adamı!

Kimdir Hüseyin Çelik? Muhafazakar göreneği dışında bilimsel tavrı çok daha belirgin ancak AKP'ye dışarıdan (DYP) katılan bir diğer bilim adamı!

Söz konusu hangi bakanlık? Her dönemde siyasi rejimin kalesi addedilen, iktidarlarca muhakkak fethedilmesi gerekli görülen MEB!

* * *

Şimdi aklıma takılıyor:

1) Kültür Bakanlığı bir sürgün yeri mi?

2) Erkan Mumcu da ilk AKP Hükümeti'nde MEB idi, yoksa o da mı sonradan Kültür Bakanlığı'na sürgün edilmişti?

3) Cumhurbaşkanı neden sadece Milli Görüş dışındakilerin MEB'e atanmasına onay veriyor? Tersine neden Milli Görüşçülere bu kadar direniyor?

4) Başbakan'ın bulunduğu bakanlıkta istemediği Hüseyin Çelik MEB olarak artık nasıl devam edebilecek?

5) Gönül verdiği YÖK tasarısını savunmaya devam ederse onu kim ciddiye alacak?
Yazının Devamını Oku

Öğrenci affı ülkeyi gerecek!

23 Şubat 2005
<B>12.02.2005 </B>tarihli yazımda<B> </B>bugün <B>TBMM</B>’de görüşülecek ve büyük olasılıkla onaylanacak <B>öğrenci affına </B>karşı çıktım. Biliyorum, popüler bir konuda ters görüş oluşturmak zordur. Af çerçevesinde, sadece hükümet değil, bazı köşe yazarları da ‘okura şirin gözükmek’ saikiyle garabet gerekçeler ile affa sahip çıkıyorlar.

Ülkede prensipler değil, popülizm prim yapıyor!

* * *

O günkü yazımda özetle şu görüşleri savundum:

1) TBMM akademik bir konuda karar alamaz.

TBMM’nin, nasıl ‘fetva çıkarma’ yetkisi yoksa, ‘siyaset’, ‘bilime’ de nasıl davranacağını bildiremez.

Aksi halde, bilim siyasete esir edilmiş olur.

2) Topyekûn af hiç olmaz.

Aksi halde, TBMM arlı ile arsızı, namuslu ile namussuzu, tembel ile mağduru ayırt etmemiş olur ki, bu durumda Anayasa’nın eşitlik ilkesi yerle yeksan edilmiş olur!

3) TBMM; zaten kıt kaynak olan üniversite eğitiminde, bu ayrıcalığı kazanmak için canla başla uğraşan öğrencilerimizin de hakkını resmen yemiş olur.

4) Ayrıca, kamu üniversitelerinde büyük çapta kamu kaynaklarını kullanarak eğitim alan öğrenciler arasında haylazlıkları nedeniyle okuldan atılanlara bizim paramızı peşkeş çekmek TBMM’nin hakkı hiç değildir.

Unutmayın, geçmişte af nedeniyle üniversitelere geri dönen öğrencilerin ancak yüzde 5’i okullarını bitirebilmişler.

* * *

Ancak, o günkü yazımda da belirttiğim gibi, affın çok büyük bir siyasi boyutu da var: Türbanlı öğrencilerin affı!

Ben affın sadece bu öğrenciler için çıktığına inanmıyorum. Ama biliyorum ki; öğrenci affının en fazla tartışılacak yönü bu olacak.

12.02.2005 tarihli yazıda da belirttiğim gibi:

‘Türbanlı öğrenciler için (de) çıkacak af hiç ama hiçbir işe yaramaz!’

Haklı haksız; iki adet Anayasa Mahkemesi kararı varken, üstüne üstlük türbanlı öğrencinin üniversiteden atılmasını doğru bulan AİHM kararı da bir gerçekken, AKP istediği gibi af çıkarsın, türbanlı öğrenciler üniversitelerden içeri giremezler, geri dönemezler!

Bu konuda hükümet samimiyse, önce AİHM’nin üst mahkeme kararını bekler, sonra da Anayasa’yı gerektiği şekilde değiştirir.

Üzülerek görüyorum ki, AKP de diğerleri gibi türbanlı öğrencileri oyalamayı tercih ediyor.’

* * *

Gazetelerin ifadesine göre, bu gerçek Başbakan tarafından da kabul edilmiş ki, ‘O zaman onlar da okullarına perukla dönsünler’ demiş.

Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç Hoca da ‘gerçeği’ kabul ediyor, affın, türbanını çıkarmayan öğrencilerin üniversiteye geri dönmelerini sağlayamayacağını açıkça söylüyor.

Korkarım, aftan sonra türbanlı öğrenciler üniversitelere geri dönmeye kalktıklarında üniversite yönetimleri onları içeri almayacak, karşılıklı direnecekler!

Popülist af politikası, ülke kaynaklarını gereksiz bir şekilde tüketmekle kalmayacak, ülkeyi tekrar apansız gerecek!
Yazının Devamını Oku

Bush Avrupa’nın gönlünü alacak mı?

21 Şubat 2005
<B>ABD </B>Başkanı <B>George W. Bush </B>bu hafta Avrupa’da. Üç gün Brüksel’de kalacak ve <B>‘transatlantik politikaların’ </B>yeniden düzenlenmesi için gayret sarf edecek. Washinton Post Gazetesi’nin ‘Mr. Bush in Europe’ (Bay Bush Avrupa’da) başlığı ile yayınlanan başmakalesinde (20.02.2005) özetle deniyor ki:

‘Bay Bush Brüksel’de üç gece geçirerek Avrupa Birliği ile flört edecek ve Avrupa Konseyi ile resmi bir toplantı yapacak. Sadece İngiltere Başbakanı Tony Blair gibi arkadaşları ile görüşmeyecek, Irak Savaşı karşıtı Fransa’nın Başkanı Jacques Chirac ve Almanya’nın Şansölyesi Gerhard Schröder ile de buluşacak. Slovakya’da Rusya Başkanı Vladimir Putin ile yapılacak görüşme ile de seyahatini bitirecek. Toplantılarda ve Brüksel’de yapacağı konuşmada Bush ‘neo-Wilson’ türü demokrasiyi dünyada ve özde Irak, Afganistan, Filistin ve büyük tartışmalara yol açan İran’da geliştirme programını vurgulayacak.

Görüşmelerde amaç bu konularda detaylı bir mutabakat değil, dünyaya demokrasiyi yayma konusunda Soğuk Savaş dönemi türü ortak tavır belirlenmesini sağlamaktır.’

* * *

ABD ile AB arasında son dönemde büyük sorunlar yaşandı. İpler zaman zaman gerildi. Şahsi kanıma göre Fransa Başkanı Jacques Chirac transatlantik gerilimi en akıllı yöneten siyasi lider oldu.

Bush’un ilk dört yılında gerilim oldukça sık yaşandı ama Atlantik’in her iki yakasına egemen olan çok boyutlu analiz yeteneği hiçbir zaman iplerin kopmasına müsaade etmedi.

* * *

Transatlantiğin iki yakasındaki ülkeler aralarındaki menfaat birliğinin çatışan menfaatlerin fevkinde olduğunu hiçbir zaman unutmadılar!

Yeni yüzyılda da 1. kalabilmek için doğalgaz ve petrol zengini Ortadoğu’yu ve Türki Cumhuriyetleri denetimi altına alan ABD’nin bu yüzyılda Batı’nın en etkin düşmanı haline gelen terörün kökünü de kurutmak için daha önce kendi eliyle kurduğu diktatörlükler dahil, terörü besleyen tüm tiranları (Irak, Afganistan, Filistin kadar İran, Suriye, S. Arabistan da) kendi lehine hareket edecek yönetimlerle değiştirmeye soyunduğunu göremeyenler 21. yüzyılı katiyen okuyamayacaklar.

* * *

Petrolün paylaşımında çelişseler dahi ortak düşman terör ile mücadelede menfaatleri birleşen ABD ve AB; petrolün paylaşımında da ortak bir noktaya gelebilirlerse, Bush’un 2. döneminde transatlantik ilişkiler birbirine tekrar yaklaşacak.

Bush’un ikinci döneminde politikaları emperyal üstünlüğünü Avrupa’da tekrar meşrulaştırmaya yönelecektir.

Bu amaçla AB ile pazarlık etmeye ABD bu dönemde daha açık olacaktır!

Ortadoğu’da beter sertleşecek olan ABD şimdi Avrupa’ya daha yakın duracaktır.

Galiba biz tek boyutlu analiz geleneğinden bir türlü kopamadığımız için dünyayı sadece siyah veya beyaz olarak algılamaktan bir türlü kurtulamıyoruz.

Dilerim; Türkiye de kendi menfaatlerini çok boyutlu analiz etmeyi öğrenir!
Yazının Devamını Oku

AKP’nin ABD politikası nedir?

19 Şubat 2005
<B>GÖRÜNEN </B>o ki; <B>AKP Hükümeti</B> ‘kamuoyu baskısına boyun eğmeyi’ tercih edip ‘ABD ile iyi ilişkiler kurmayı geri plana aldı’. AKP şu anda tam anlamı ile sakal ile bıyık arasına sıkışmış durumda.

Onu iktidara taşıyan millete güçlü bir anti-ABD’cilik hákim.

Ancak, herkes biliyor ki, AKP’yi iktidara taşıyan bir diğer unsur ise bizzat ABD’nin kendisidir!

R.T. Erdoğan’ın başbakan olmadan önce ABD Başkanı George W. Bush tarafından kabul edilmesinin ABD’nin dış siyaset geleneklerine oldukça ters düştüğünü bilenler bilirler ve bu kabul bütün dünyada o dönemde çok net okunmuştur.

Türkiye’de şahikasına çıkan anti-ABD tutumun faili bizzat ABD’nin kendisidir!

Ancak, liderliği tayin eden en önemli faktör çok boyutlu düşünebilmektir.

Türkiye açısından sorulması gereken sorular:

Bazı yönleri ile çeliştiğimiz ABD’nin saldırgan dış politikası genel anlamda lehimize midir, yoksa aleyhimize midir?

ABD’nin Türkiye politikalarında artılar mı, yoksa eksiler mi fazladır?

* * *

Maalesef; AKP Hükümeti Türkiye-ABD ilişkilerinde 1 Mart 2003’ten beri, kamuoyuna karşı duyarlılık ile popülizmi birbirine karıştırmaktadır. Milli Görüşçü gelenekte çok boyutlu düşünce üretmek mümkün olmadığı ve giderek Milli Görüş dışındaki unsurlar 17 Aralık’tan beri partiden yekten dışlandığı için AKP Hükümeti dış politika üretememektedir.

Daha da beteri Milli Görüşçü tavır partiye hakim oldukça hükümet bu görüş ile şimdilik beraber hareket eden ama bu Milli Görüş’ten çok daha zeki ve çekici komplo teorileri üreten solcu-ulusalcı görüşün anti-Amerikan bağnazlığına teslim olmaktadır.

* * *

AKP kişisel bazda değil ama genel tavır olarak ‘liberal-demokrat’ görüş ile ittifakını bozarsa birileri de kendilerine ‘diğer benzerlerin’ başına gelenleri hatırlatır!

Türkiye gibi maalesef ikincil ülkelerde, hele hele Amerikan taraftarı politikalar ile iktidara gelen sağcı hükümetlerin ABD’yi karşılarına alarak ayakta kaldıkları hiç ama hiç görülmemiştir!

Türkiye’nin iklim şartları Milli Görüş’ün tek başına iktidara gelmesine ise hiç müsait değildir.

* * *

Sadece son üç güne bakalım:

1) Hariri cinayetinin ardında Suriye’nin olduğunu görememek ve ABD’nin yerleştirmeye çalıştığı Ortadoğu dengesinde mayıs seçimlerinden sonra Hariri’ye önemli rol ayrılmış olduğunu hissetmemek en basit deyimi ile ideolojik körlüktür.

2) Apo’yu besleyen Baasçı anlayışın hálá Suriye’de hákim olduğunu bilmemek ve bu hareketin terör bağlantılarından habersiz kalmak kara cehalet gerektirir.

3) Irak’ın bölünmesinin Iraklı Şiileri İranlı Şiilere iteceğini, bunun için de Bağımsız Kürdistan’ın (özerk Kerkük!) ABD tarafından hiç istenmeyeceğini hesap etmemek için matematikten vazgeçtim, aritmetik dahi bilmemek gerekir.
Yazının Devamını Oku

Erkan Mumcu’nun istifası

17 Şubat 2005
<B>DENECEKTİR </B>ki <B>Erkan Mumcu; </B>i) zaten görevden alınacaktı, ii) liderlik için çok hevesli idi, iii) ya yeni bir oluşum kuracak, ya da ANAP’ın başına geçmeye niyetlenecek. Erkan Mumcu da; i) AKP’de bir türlü tutunamadığını, ii) Başbakan’ın kendisi ile hiç görüşmediğini, ii) Başbakan’ın yakın çevresinin habire aleyhine dedikodu ürettiğini iddia ediyor.

Erkan Mumcu’nun hükümetin bazı politikalarıyla uyuşamadığı, kendi bakanlığı ile ilgili bazı teşebbüslerinin ise sürekli ertelendiği de iddialar arasında.

* * *

Bence bu istifanın ülke açısından en önemli göstergesi, 17 Aralık sonrası kamuoyu desteğini iyice ardına aldığını hisseden hükümetin;

i) dar kadroculuğu yüceltmesi, ii) performansının düşüşü ve iii) giderek popülist politikalara beter sarılmasının dışavurumudur.

* * *

Hemen her iktidarı teslim alan, ‘her şeyin hikmeti bendedir’ ve ‘bana sadece alkış tutanlar lazımdır’ hastalığının bu hükümeti bu kadar erken teslim alacağına inanmak istemiyorum; ama performansla ilgili saptamalarda ısrarlıyım.

Hükümet, ‘benden olsun, isterse çamurdan olsun’ şiarına sarılırsa, ‘Rabbena hep bana’ şiarıyla idare eden çapsız yöneticiler ve siyasiler bu hükümeti tamamen teslim alacaklardır.

Son zamanlarda hükümet nerelerde tekliyor?

1) AKP dışındaki unsurlarca ortaya çıkarılan AK Enerji yolsuzluğunun ardında, hükümetin dar kadroculuk anlayışıyla atadığı ve ısrarla savunduğu bürokratlar ve dahi AKP’li siyasiler yatıyor.

2) TRT, tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. TRT muazzam paralar harcıyor; ama reytinglerde nal topluyor. Yolsuzluk iddiaları bu kurumu da sardı. Hatırlayın, TRT yönetimi de ısrarla dar kadroculuk anlayışıyla oluşturulmuştu.

3) Bir diğer devlet televizyonu Star’a atanan ilk yönetim, yolsuzluk iddialarıyla görevden alındı. Ancak, TMSF kaynaklı ve alelacele üretilen iddialar fos çıktı. Dar kadro anlayışıyla atanan yeni yönetimle ilgili garabet iddialar ise hemen gündeme geldi. Star TV, eski yönetim döneminde çalıştığı ve yolsuzluk iddialarına bahis konusu yapılan kişiler ile program yapmaya devam etmekle kalmıyor, şimdi bir de eski eşlere program yaptırıyor!

4) TMSF, Türkiye’nin en önemli ve ciddi kurumlarından birisi olmak durumunda. Ama başkanı çok ve yersiz konuşuyor. Durum kendi bakanı tarafından gazetelere şikáyet ediliyor. Ancak, ne başkan oralı oluyor, ne de hükümet önlem alıyor.

5) Kerkük meselesiyle ilgili hükümet ve AKP çevrelerinde o kadar çok popülist ve agresif laflar sarf edildi ki, sonunda ABD, Türkiye’den gelecek olası saldırılara karşı Kuzey Irak sınırına asker yığmaya başladı.

Tarihte ilk kez ABD, Türkiye’ye karşı tedbir alıyor!

6) Batmakta olan Türk ekonomisinin imdadına ABD desteğiyle yetişen IMF, şimdi ‘gelişmekte olan iller’ türü popülist politikalarla engelleniyor. IMF’ye verilen sözler artık iplenmiyor, sürekli erteleniyor.

7) Hükümet içinde kim ve hangi kurumların AB müzakerecisi olacağı konusunda büyük mücadele yaşanıyor, müzakereci 61 gündür bir türlü seçilemiyor.

8) Öğrenci affı ise hükümetin popülist politikalara ne kadar derin daldığının ibret verici son göstergesi.

* * *

Erkan Mumcu’nun istifası, ‘meselelerin’ ortaya çıkmasına vesile olacaktır!
Yazının Devamını Oku