13 Nisan 2005
<B>HAFTA </B>sonu gazeteci dostumuz <B>Zeynep Göğüş, </B>birkaç gazeteciyi <B>Antalya</B>’ya götürdü. Odeon Tourism International Şirketler Grubu (OTI) 10. kuruluş yılını kutluyordu ve bu vesileyle OTI grubuna bağlı Rusya’daki en eski Türk operatörü iştiraki Coral Travel, 30 Rus gazeteci ve 700 kişilik bir Rus heyetini Antalya’da ağırlıyordu.
Bizler de bu kutlamaya katıldık.
Odeon Tours, Coral Travel (Moskova), Wezyr (Polonya) gibi tur operatörleri, OTIUM oteller zinciri ve bir havayolundan (BlueSky) oluşan OTI Grubu hem Rusya, Polonya, Ukrayna, Bulgaristan, İran vb. ülkelerden turist getiriyor, hem de HMS adlı kuruluşu vasıtasıyla hacı adaylarına hizmet veriyor.
Grup, dışarıya yolladığı turistlerin yüzde 25’ini Türkiye’ye gönderen Rusya’dan 2005 yılında 210.000 turist getirmeyi hedefliyor. Diğer ülke ziyaretçileriyle 2005 toplam hedefleri 280.000 turist. Rusya’da tanıtım amacıyla 500.000 doların üzerinde para harcamışlar.
* * *
OTI-Odeon Turizm Şirketler Kurulu Yönetim Kurulu Başkanı Ayhan Bektaş ve kurul üyesi Coral Genel Müdürü Coşkun Yurt ile yaptığımız sohbet, turizm sektöründe nereden nereye geldiğimizi çok açık ortaya koydu.
Türkiye’de turizmin önemini uzun yıllar konuştuk; ama 1987’de Turgut Özal sayesinde hayata geçirdik. Rahmetli, turizm yatırımlarına büyük teşvikler sağlayarak kısa sürede Antalya, Alanya, Kuşadası, Marmaris, Bodrum vb. gibi şehirlerin adeta bir metamorfoz yaşamasına vesile oldu.
Antalyalılar 1987 yılını Antalya’nın miladı olarak görüyorlar! Antalya şehrinin fiziki ve sosyal tarihini iki bölüme ayırıyorlar.
Ancak, bu teşvikler rant tüketmeye bağımlı ülkemizde beton yığınlarına gömülen paraları cukka olarak cebe indirme hastalığını da teşvik etmiş, devletin kaynaklarına göz dikmiş, turizm mesleğiyle alakası olmayan, ancak otel sahibi olmuş bir sürü asalak işadamı da yaratmıştı.
Aldıkları kredileri kendilerine bahşedilmiş hediye addeden işadamları borçlarını geri ödemeyince, Vakıflar Bankası Antalya bölgesinde en fazla otele sahip kuruluş haline geldi.
Devlet teşvikinin ‘devlet eliyle zengin olma’ yöntemine dönüşmesinden turizm de payını almıştı.
* * *
Ayhan Bektaş ve Coşkun Yurt ile sohbet ederken kendilerine ‘devletten ne beklediklerini’ sordum.
Şaşırdılar, ne diyeceklerini bilemediler, sanki soruyu abes buldular.
Halbuki, eskiden işadamları böyle sorulara bayılırlar ve başlarlardı isteklerini saymaya!
Bu gençler ise ‘tur operatörü devletten ne isteyebilir ki!’ diye düşünüyorlardı.
Onlar, gerçek birer müteşebbis olarak kendi işlerini kendileri görmeye alışmışlardı.
Kimseden gölge edilmemesi dışında bir nimet beklemiyorlardı!
Sonunda devletten bir tek istekleri olduğuna karar verdiler:
Devlet sadece tanıtım yapmalı idi.
Tanıtım; ortak bir iradeyle yapılmaz ise kalıcı etki bırakmıyordu.
* * *
Türkiye nihayet turizmde de gerçek müteşebbislerine kavuşuyor.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2005
<B>KÜRT Celal Talabani</B>’nin Cumhurbaşkanı, Şii <B>İbrahim Cevahiri</B>’nin başbakan olacağı yeni dönemde <B>Irak </B>için hangisinin ağır bastığı henüz belli olmayan <B>iki ihtimalli</B> bir gelecek var. Irak ya gevşek bir federasyona bağlı olarak birleşik kalacak, ya da iki hatta üçe bölünecek!
Bölünme; çok ciddiye alınması gereken yüksek bir ihtimal!
* * *
Kürtler içinde Irak’ın parçalanmasının bağımsızlık getireceği inancı ile siyaset yapanlar olduğu gibi en azından belirli bir süre parçalanmanın aleyhlerine olduğunu düşünenler de var.
Keza, çoğunluk Şiiler arasında birlik/beraberlik uğruna Kürtlere çok fazla taviz verildiğini düşünenler de mevcut. Onlar da Kürtlerden arındırılmış bir Irak’ı tercih edebilirler.
Sünniler ise iki arada bir derede!
Bölünmeden medet umanlar olduğu gibi, kendilerine en uygun dengeyi birleşik Irak’ın sağlayacağına inananlar şimdi daha aktif.
* * *
Bu karmaşa içinde Suriye Iraklı Sünnilere, İran da Iraklı Şiilere destek veriyor.
İki ülke Lübnan üzerinde bölgede üretilen istikrar aleyhine politikalarda ise birlikte hareket ediyorlar.
Öte yanda, Irak’ın toprak bütünlüğü ise BOP’un ayrılmaz bir parçası olarak ABD’nin olmazsa olmaz politikası!
Birleşik Irak, ABD’nin 21. yüzyıl oyununun, kendi menfaatleri açısından ayrılmaz parçası.
Ancak, emperyal devlet duruma tamamen hakim değil!
Kişisel kanıma göre, Irak seçimlerinden sonra Avrupa ülkeleri de kendi menfaatlerinin Birleşik Irak’tan yana ağır bastığını düşünmeye başladılar.
Peki Türkiye’nin menfaati nerede?
Tartışmasız, Türkiye’nin menfaatleri birleşik/beraber Irak’tan yana!
Parçalanmış bir Irak’ta Kürdistan Türkiye için baş ağrısı olacağı gibi, İranlı Şiiler ile Iraklı Şiilerin oluşturabileceği ittifak Ortadoğu dengelerini Türkiye aleyhine bozar. Hem de fena halde bozar!
Türkiye hem Federal Kürt Devleti’nin Şiilere karşı en büyük desteği ve garantörü olarak, hem de Bağımsız Kürdistan’ı caydırma konusunda Şiilerle işbirliği yaparak ve bu arada Sünnilerin esirgenebilecek haklarına sahip çıkarak bölgede etkinliğini azami seviyeye çıkarmış bölgesel emperyal güç olabilir.
Böyle bir Türkiye de Türkmenlerin gerçekçi hamisi olur!
Türkiye bölgenin denge unsuru olabilir!
Ancak, aktif ve etkin politikalar bu döneme damga vurmak zorundadır!
* * *
Çevre coğrafyamızda başta Ortadoğu olmak üzere, Kuzey ve dahi Türki Cumhuriyetlere ait topraklar önümüzdeki 5 yıl içinde altüst olacak.
Zaten, değişim çoktan başladı.
Türkiye eski politikalar veya sessizlik politikası ile bu devasa projeye ayak uyduramaz. Eski politikalar olanı biteni anlamaya yetmiyor, sessizlik politikası ise Türkiye’yi devreden çıkarıyor.
Bölge illa ki değişecek! Hem de zorla değişecek!
Yeni dönemde Türkiye’ye yeni akıl lazım!
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2005
<B>MERSİN’</B>den sonra <B>Trabzon</B>’daki planlı oyunu görünce tamamen emin oldum! Belindeki don lastiğini gere gere ileri gitmeye başlayan ülkemizde bir anlık gayret zaafını yakalayan devletlü ancak karanlık güçler, lastiği tekrar geri çekmeye başladılar!
Başlanılan noktaya geri dönme oyunu yeniden gayretlendi.
* * *
Aynı filmi tekrar tekrar görmüş bir insan olarak açıkça ifade ediyorum.
Trabzon’da, Mersin’de yaşanan, yeterli bilinç oluşmazsa başka illerde daha da ağır şartlarda tekrarlanacak hareketin Türk milliyetçiliği ve dahi Türk milliyetçileri ile uzaktan yakından alakası yoktur.
Zaman zaman karşısında, zaman zaman içinde bulunduğu derin devleti Süleyman Demirel nasıl tarif ediyor:
‘Derin devlet her zaman vardır ve boşluk doğduğunda devlet olur!’
Süleyman Demirel’in derin tecrübesiyle bu dönemde yaptığı uyarı fevkalade önemlidir.
Derin devlet; devlet zaafı gördüğünde bizzat kendisi devlet olur!
* * *
Aylardır hep birlikte yazıyoruz; 17 Aralık dönemi öncesi AB yolunda ısrarla ve büyük özveriyle yürüyen hükümet hem devleti dolduruyordu, hem etrafına pozitif enerji saçarak safları sıklaştırıyordu, hem de ülkeyi bir ülkü etrafında toparlıyordu.
17 Aralık sonrası ise hükümet yoruldu, bıkkın bir psikolojiye girdi, çevresini daraltmaya, sadece tabanının güçlü ancak belirli bir bölümüne hizmet verme çabasına düştü.
Bu dönemde hükümet eşzamanlı olarak çiftçiyi, işçiyi, iş hayatını ve medyayı karşısına almaya başladı.
Parti bölünmeye başladı, çapsız danışmanlar Başbakan’ı adeta yalnızlaştırma gayretine girdiler.
Başbakan da sinirli bir ruh haliyle yangına körükle gitti!
Ancak, şimdi sinsi ama güçlü bir hareketin başladığını görüyorum.
Devlet içinde bilinen ama elle tutulamayan, ben beni bildiğimden beri ülkeyi yönetmeye gayret eden, atanmış ve dahi atanmamışlardan oluşan bir karanlık güç tekrar harekete geçti.
Bunlar sadece puslu havada, alacakaranlıkta var olabildikleri için ülkenin aydınlanmasını katiyen istemezler.
Tıpkı yarasalar gibi karanlıkta başkalarının kanını içerek varlıklarını sürdürürler!
Ellerinden oyuncaklarını aldıkları için seçilmişin her türlüsünden nefret ederler!
Şimdi bir yönetim boşluğu var ve tekrar harekete geçtiler.
17 Aralık’a giden süreçte kaybettikleri kaleleri tekrar geri almaya çalışıyorlar.
* * *
Tamam, en büyük suç, gösterdiği zaaf ile otorite boşluğu yaratan hükümette!
Ama medyanın da kabahati var!
Benim de kabahatim var!
Yaratılan otorite boşluğunun üzerine körükle gittik. Deliği büyüttük.
Trabzon’da yaşanan ve halkla alakası olmayan çirkin oyunu gördükten sonra aydınlığı sevenleri güçbirliğine ve demokrasi umdelerinde seçilmişlerle yeniden ittifak yapmaya çağırıyorum!
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2005
<B>TARİHTE </B>değişmeyen/değiştirilemeyen klasik bir usul var: <B>İster ufacık bir bakkal dükkánı olsun, ister koskoca bir ülke; o her ne ise başarısını onu yöneten yöneticinin/liderin çapı belirliyor!</b> Liderin çapını da ölçülen ve ölçülemeyen bir sürü faktörün tahin-pekmez misali ancak yeterli kıvamda karışımı tayin ediyor.
Ham zeká ve eğitim seviyesi ölçülebilen faktörler.
Bilgi, görgü, geleceği hayal edebilme (vizyon) ölçülmesi zor ama belirleyici motorlar.
Başkalarının duygularını hissedebilme (empati) olmazsa olmaz şart.
Anlama, analiz etme, değerlendirme, önerme ve nihayet uygulama ise, eğitim ile zekánın oranlı ve gerekli karışımının ortaya koyduğu ve güçlü empatiyle birleştiğinde liderin çapını belirleyen, lideri lider yapan sonuçlar!
* * *
Bahsi geçen faktörlerin iç içe geçtiği matrisin aynı anda, birbirini tetikleyerek ve illa ki bir arada çalışması bize iki adet ve iki seviyeli birbirinden hem bağımsız, hem bağımlı lider çapı ölçme kriteri sunuyor:
1) Kavrama ve
2) Tepki verme
Tarihte liderler hep bu 2x2 kriterle ölçüldüler ve ölçülmeye devam edecekler.
Ben lider çapı ölçme kriterini Türkiye siyaseti seviyesinde tarif edeceğim ama ölçüm her ülke ve lider gerektiren her meslek için geçerli.
* * *
Kriterler:
1)Kavrama:
a) Dünyayı Türkiye’ye bakarak ve Türkiye merkezli kavrama.
b) Türkiye’yi dünyaya bakarak ve dünya merkezli kavrama.
2) Tepki verme:
a) Gündemin peşinde gitme.
b) Gündemi yaratma.
* * *
2x2’li lider çapı ölçme kriteri bize liderin çapı hakkında dört sonuç veriyor:
1) i- Dünyayı Türkiye’den kavrama (1A) ancak yine de ii- gündem yaratma (2B):
Popüler/popülist lider!
2) i- Türkiye’yi dünyadan kavrama (1B) ama illa ii- gündemin peşinde gitme (2A):
Yalnız lider!
3) i-Dünyayı Türkiye’den kavrama (1A) ve dahi ii-gündemin peşinden gitme (2A):
Ebleh lider!
4) i- Türkiye’yi dünyadan kavrama (1B) ve ii- gündemi yaratma (2B):
Güçlü lider!
* * *
Liderler ya i) dünyada ne olduğunu kavrayamayacak kadar boş ama halkın nabzını tutacak kadar popülist-halk yardakçısı, ii) ya dünyayı kavrayacak kadar bilgili ama gündemi yönlendiremeyecek kadar pasif, iii) ya her şeyden yoksun ebleh/çaresiz, iv) ya da hem Türkiye’ye dünyadan bakacak kadar geniş perspektifli, hem de bu vizyona önderlik edecek kadar kendinden emin ve dolayısıyla gerçek lider oluyorlar.
Son 20 yıldır Türkiye’de başbakanlık yapanları düşünün!
Sizce hangi lider hangi kategoriye ait?
Yazının Devamını Oku 6 Nisan 2005
<B>28.03.2005 </B>günü yazdığım yazıda <B>intihal yaptığı tespit edilen Ömer Dinçer</B>’in Başbakanlık Müsteşarlığı görevinden istifa etmesi gerektiğini yazdım. Müsteşar’ın yolladığı mektubu da; içindeki çelişkileri vurgulayarak, 30.03.2005 günü yayınladım. Bu mektupta, hakkındaki iddialara karşı çıkmış ama bununla birlikte 1996’da yayınladığı kitapta intihal (başkalarının fikrini çalma) eyleminin ‘az miktarda olduğunu’ kabul etmişti.
Ancak, ben Müsteşar’ın şahsıma yolladığı mektupta bazı gerçekleri gizli tuttuğunu bilmiyordum. Ola ki bazı bilgileri Başbakan’dan da esirgiyordur!
Abbas Güçlü’nün 05.04.2205 günü (dün) Milliyet Gazetesi’nde yayınladığı intihal ile ilgili 6 gizli belge Müsteşar Ömer Dinçer’in bana yolladığı mektupta da intihal değil ama bilgi tahrifatı yaptığını ortaya koyuyor!
* * *
1) Ömer Dinçer 28.03.2005 tarihli mektubunda Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nin ‘oluşumu ve yetkinliği hayli tartışmalı’ bir komisyonunun ‘tarafsızlığı tartışmaya açık bir şekilde alelacele bir karar metnini kaleme alması pek çok kuşkuya yol açmaktadır’ demekte idi.
Cumhuriyet Üniversitesi Yayın Etiği İnceleme Komisyonu’nun hazırladığı rapor ise ‘Komisyonumuz, Dinçer ve Fidan’ın Yayın Etiği Yönergemizin 6. maddesine göre, ’Aşırma’ yaptıkları kanaatine varılmıştır’ diyor ve ekte İşletme Yönetimi kitabının 174-177 ve 181-198. sayfa kopyaları ile İşletme Yöneticiliği (T. Koçel) kitabının 162-224. sayfalarının kopyalarına yer vererek iddiasını somutlaştırıyor.
Rektör Prof. Dr. Ferit Koçoğlu da YÖK Başkanlığı’na gönderdiği mektupta ‘Suç sabit olmakla birlikte, suçun 1996 yılında işlenmiş olması nedeniyle zamanaşımına uğradığı yönünde değerlendirme yapılmış ve bu sebeple bir disiplin soruşturmasına konu edilmemesine karar verilmiştir’, diyor.
Ayrıca Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Senatosu kararı geçen hafta teyit etti!
* * *
2) Dinçer bana yolladığı mektupta aynen ‘YÖK ise söz konusu tartışmalı karara dayanarak Marmara Üniversitesi’nin de aynı yönde bir inceleme yapılarak gereğinin yapılması talimatını vermiş, fakat Marmara Üniversitesi zamanaşımına girmesi nedeni ile herhangi bir işleme gerek görülmediğini YÖK’e bildirmiştir. Dolayısıyla Marmara Üniversitesi’nin ‘intihal tespit edilerek suçu sabit görüldü’ şeklinde bir ifadesi yoktur’ diyordu.
Dinçer’e göre Cumhuriyet Üniversitesi taraflı rapor hazırlamış, kendi çalıştığı Marmara Üniversitesi ise bu rapora itibar etmemişti.
Halbuki, Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Tunç Erem, MÜ Hukuk Fakültesi’nden (Prof. Dr. Turan Yıldırım) konu hakkında inceleme yapılmasını Abbas’ın fotokopisi ile yayınladığı yazıda istemiş.
Prof. Dr. Turan Yıldırım da MÜ Rektörlüğü’ne 3 Şubat 2005’te şu yanıtı göndermiş (oysa Dinçer ‘Rapor bir yıllıktır’ diye de iddiada bulunuyordu!):
‘Üniversitemiz (Marmara) öğretim üyesiyken Başbakanlık Müsteşarlığı görevine atanan Prof. Dr. Ömer Dinçer’in, Prof. Dr. Tamer Koçel tarafından yazılan ’İşletme Yöneticiliği’ isimli kitaptan yayın etiğine aykırı şekilde ’aşırma’ yaptığı tespit edilmiştir... Bu eylem üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasını gerektiren fiil ve haller arasında düzenlenmiştir... Ancak ceza verme yetkisi zamanaşımına uğramıştır.’
İntihal haberlerine ‘ısmarlama haberler’ diyen Başbakan’a arz olunur!
Yazının Devamını Oku 4 Nisan 2005
<B>ANKARA<br><br>HAFTA </B>sonu <B>Anavatan Kongresi</B>’ni izledim. Üzerine <B>ölü toprağı</B> serpilmiş Anavatan’ın bu kez <B>izdihama</B> neden olan Kongre’de yaşadığı <B>heyecan</B> siyaset üzerine kafa yoranların üzerinde durması gereken bir konudur. AKP yöneticileri de ister istemez bu konuda akıl yoracaklardır.
* * *
Kongrede Genel Başkan Erkan Mumcu’nun konuşmasını dikkatle izledim.
Benim bu konuşmadan edindiğim intiba şudur:
Erkan Mumcu sert ve tansiyonu yüksek muhalefete soyunuyor!
Deniz Baykal’ın yapması gereken görevi devralmak istiyor!
* * *
Konuşmasını dinlerken ister istemez eskilere gittim ve Süleyman Demirel’in ikisinde de eninde sonunda hedefi vurduğu Bülent Ecevit ve Turgut Özal’a karşı sert muhalefetini hatırladım.
Süleyman Demirel Bülent Ecevit’in sinir sisteminin çabuk yıprandığını kavramıştı ve demir gibi iradesi ile bir boksörün rakibinin açılan kaşına çalışması gibi yılmadan ve bıkmadan aynı noktaya sert ve ani darbeler vurarak Ecevit’i çileden çıkarmıştı.
Aynı Demirel bir tek kelime ile:
- Hanedan! iddiaları ile meydanlarda usanmadan bağırarak Özal’ı da yıkmıştı.
Sanırım şimdi aynı sert muhalefet politikasını Erkan Mumcu, Recep Tayyip Erdoğan’a karşı uygulayacak!
* * *
Mumcu konuşmasında Erdoğan’a ağır yüklendi.
Başbakan hakkında kapalı kapılar ardında konuşulan ama ortalık yerlere dökülmemiş bazı iddiaları açık ve seçik gündeme getirdi.
Recep Tayyip Erdoğan’ı ‘çapsız’, ‘bilgisiz’, ‘vizyonsuz’ bir insan olarak tarif etti!
Yakın tanıdığı rakibini ‘cehaletle’ suçladı!
‘Düğmeye basma’ masalını dünyayı kavrayamayan insanların tipik paranoyası olarak takdim etti.
Eminim bu sıfatların Başbakan’a uyup uymadığı artık daha açık tartışılacaktır.
Erkan Mumcu AKP iktidarını, aynen AKP’nin eski iktidarlar için yaptığı gibi ‘yolsuzlukla’ da suçladı.
Milletvekili transferleri ile doğan AKP’nin bu dönemde de CHP’den yaptığı transferlerle mevsimi açtığını vurguladı!
Üstüne üstlük, Ankara’da teker teker tarif edilen ‘rüşvet ihaleleri’ni gündeme getirdi!
* * *
Devamlı vurguladığım bir saptamam var:
Demokrasinin olmazsa olmaz şartı ‘denetleme ve dengeleme’ prensibi 3 Kasım’dan beri yeterince işlemiyor.
Ülkenin nabzını tutan bir muhalefet yok!
Bu durum iktidarı da vurdumduymaz hale getiriyor.
Eğer Erkan Mumcu liderliğinde Anavatan; çizeceği tutarlı ve anlamlı bir vizyon çerçevesinde sert muhalefet yapacak ise bu ülkenin yararınadır!
Vizyonlu muhalefet hem AKP iktidarının kendine çekidüzen vermesini sağlar, hem de Erkan Mumcu’yu lider yapar!
Yazının Devamını Oku 2 Nisan 2005
<B>ANKARA<br><br>YAKINDAN </B>bakınca hükümette ne olduğu çok açık gözüküyor. <B>AKP Hükümeti</B>’nde <B>‘yönetim’ </B>krizi var. Şu anda ne hükümet, ne de ülke yönetilmiyor. İçeriden bir görüş: ‘Zaten ülke yokuş tırmanan bir otobüs durumunda. Çok zorlanıyor. Otobüsü iten motorun gücü de zayıf kalınca durum daha da vahim bir hal alıyor!’
Bu haliyle motor otobüsü yokuş yukarı itecek gerekli gücü sağlayamıyor!
Otobüs tırmanamıyor! Motorun gücü otobüsü ileri itmeye yetmeyince kabahati başkasında aramak, geri dönüp yolculara şirinlik yapmak da eşyanın tabiatı gereği!
* * *
AKP Hükümeti’nin yarattığı ‘yönetim boşluğu’ ister istemez yeni arayışları kamçılıyor.
Bu arayış da Erkan Mumcu gibi lider adaylarını ANAP’ı yeniden canlandırma çabasına itiyor.
Soru: ANAP küllerinden yeniden doğabilir mi?
Siz bu satırları okurken, ben Erkan Mumcu’nun genel başkanlığa seçileceği olağanüstü ANAP Kongresi’ni izliyor olacağım.
* * *
Türkiye’de yeni çözümler arayan insanların bu kadar çabuk artmaya başlaması ANAP Kongresi üzerinde odaklanma yaratıyor.
Mesut Yılmaz başkanlığı döneminde yerle yeksan olan bu partinin bir sürü bakanının Yüce Divan’da yargılanıyor olması ANAP’ı çok ama çok yaraladı.
Ülkeye Yüce Divan’a giden ilk başbakanını veren ANAP için artık iflah olmaz diyenler kadar ANAP’ı Türkiye’nin en güçlü liberal partisi olarak görenler de var.
Onlar, liberal umdelere sahip en güçlü kadroların ve AKP’yi aşan tecrübe ve birikimin hálá ANAP’ta olduğunu söylüyorlar.
Cevap aranan sorulara bir kişi üzerinden cevap aranıyor:
Erkan Mumcu!
Genel kanı; ortada konjonktürel bir boşluğun olduğu ve bu boşluğu ANAP’ın doldurup doldurmayacağını Erkan Mumcu’nun liderlik sınavının tayin edeceği yönünde.
Erkan Mumcu’ya şüpheyle bakanlar; geçmişteki eksik performansına atıfta bulunuyorlar, onu bir liderde olması gereken empati (başkalarının duygularını hissedebilme) becerisinde zayıf buluyorlar.
‘Bugüne dek ne becerdi?’ diye soruyorlar.
Öte yanda, Mumcu’nun derin bir fikri birikime sahip olduğunu, dünyayı doğru kavradığını, değişimci geleneğe sahip çıktığını, doğal lider olduğunu söyleyenler de olumlu görüş oluşturuyorlar.
* * *
Benim ilgimi ise şu gelişme çekiyor: Erkan Mumcu, ola ki zamanlama olarak kendisinin de öngörmediği istifasının ardından, gücünün şahikasında gözüken AKP’den epey insan kopardı. CHP’den bazı insanları bile ANAP’a çekti. Bağımsızlardan da insan kazandı.
Öldü denen ANAP onun sayesinde 10 milletvekiline ulaştı!
Bakalım Erkan Mumcu ANAP’ın eski kıymetli insanları ile yenileri mecz edebilecek mi?
Eğer edebilirse, ANAP’ın geleceği tekrar parlak olacaktır!
Yazının Devamını Oku 31 Mart 2005
<B>YAZDIĞI </B>kitapta <B>intihal (aşırma) yaptığı</B> üniversite raporuyla saptanan <B>Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer</B>’e akademik dünya ve muhalefet dışında <B>AKP</B>’den de tepki geldi. Bazı AKP milletvekilleri, bir türlü ulaşamadıkları Dinçer’den çok rahatsız olduklarını bildirdiler.
Anlattıklarına göre, milletvekilleri önce Özel Kalem’e başvuruyorlar, Müsteşar’dan neden randevu istediklerini Özal Kalem’e anlatıyorlar, Müsteşar takdir ederse milletvekillerine randevu veriyor!
İntihal iddiasının ahlaki yönüne vurgu yapanlar arasında ise bir AKP milletvekilinden aldığım mektup bana çok anlamlı geldi.
Kendisinden izin almadığım için mektup sahibinin adını yayınlamayacağım.
Mektup şöyle:
* * *
‘Merhaba Sayın Ülsever,
Bugünkü yazınızı (‘Başbakanlık Müsteşarı İstifa Etmek Zorundadır’- 28.03.2005-C.Ü.) henüz okudum. İlkesel bir duruş sergilemeye çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemde, ortaya koyduğunuz tabloyla ilgili, hiç yorum yapmadan İslam tarihinden bir örnekle katkıda bulunmak istiyorum.
Şüphesiz ki; herkesin etik anlayışında farklılıklar olabilir. Ancak, evrensel ahlaki değerler takdir edersiniz ki değişmez.
Erdemliler hareketi olarak yola çıkan kadroya, İslam tarihinden bir erdem anekdotu sunuyorum.
Buhari, İslam tarihindeki hadis kitaplarından en önemlisi olan Sahih-i Buhari’nin yazarıdır. Hazreti Peygamber’in vefatından sonra, onun söylediği sözleri, yaptığı davranışları kaydetmek için çok ciddi bir çalışma başlatır. İşte bu muhteşem çalışmanın neticesinde, bugün hálá en fazla takdir gören hadis kitabını İslam dünyasına kazandırmıştır.
Bu çalışmaları sürdürürken, uzak bir köyde, peygamber efendimizden bir hadis nakledecek bir köylünün olduğunu söylerler. Bir söz dahi olsa duyabilmek ve eserine kazandırabilmek için, binbir meşakkatle köylünün yaşadığı yere ulaşır. Sorduğunda, köylünün hayvanlarıyla meşgul olduğunu söylerler.
Gider bulur. Uzaktan izlerken, köylünün atını yakalamak için bir torba uzattığını görür. Köylü, atı bu torbanın içindeki yemle yakalamak istemektedir. Nihayet atı yakalar. Buhari, köylüye yaklaşır ve torbanın içinde ne olduğunu sorar. Köylü de, ‘Torbada bir şey yok, sadece atı yakalamak için böyle yaptım’ der.
Buhari öfkelenir ve
- Ben günlerdir seni görmek için yollardayım. Peygamberimize ait bir sözü senin ağzından duyabilmek için gelmiştim. Ancak atını boş bir torbayla kandıran adamın sözüne itimat edilmez, der ve hadisi dinlemeden ayrılır.
Hayvanı dahi kandıran bir anlayışa tahammülü olmayan bir yaklaşım tarzı, bize sanırım pek çok konuda düşünmek için fırsat tanıyacaktır. Ne demeli?
Umarım, bu konuda hassasiyetleri olduğunu söyleyenlere ders olur.
İslam tarihinden bir anekdotu günümüzün bir politik olayına dayanak olarak sunmak aslında benim de hoşuma gitmedi.
Ama, kimbilir, belki de bundan ders çıkaranlar olabilir diye düşündüm.
Sağlıcakla kalın.
Selam ve saygılarımla.’
* * *
Dersin çıkması, kişi çıkaramazsa birilerinin çıkarttırması şarttır!
Yazının Devamını Oku