Cüneyt Ülsever

Tepedekiler neden konuşuyorlar?

27 Nisan 2005
<B>SON </B>günlerde Cumhurbaşkanı <B>Ahmet Necdet Sezer</B>, Genelkurmay Başkanı Org. <B>Hilmi Özkök</B> ve son olarak da Anayasa Mahkemesi Başkanı <B>Mustafa Bumin</B> (Bumin’in görüşlerini yarın irdeleyeceğim) ilginç konuşmalar yapıyorlar. Demokrasi, TBMM’nin görev alanı, temel haklar, laiklik ve askerin konumu tekrar gündeme geliyor.

Konuşmalar bu açılardan irdeleniyor!

* * *

Ancak konuşmaların, özellikle Org. Hilmi Özkök’ün yaptığı konuşmanın arka planı hakkında bazı ilginç duyumlar da var!

Konuşmanın ardını irdeleyenler, film şeridini birkaç ay öncesine sarıyorlar.

* * *

Bazı iddialara göre, birkaç ay önce Başbakan’ın danışmanları, Başbakan’a mealen şöyle bir öneri getiriyorlar:

- Türkiye, NATO çerçevesinde Suriye’ye girmek zorunda kalabilir. Ayrıca NATO, Irak’ta da aktif görev almak durumunda kalabilir. Bu durumda bir NATO üyesi olarak Türkiye, Müslüman ülkeleri işgal etmiş duruma düşer!

- O halde ne yapmalı?

- NATO’dan çekilmeyi düşünmeliyiz!

Türkiye Cumhuriyeti tarihini, Türkiye’nin dünyadaki konumunu altüst edecek, rüyasında görse herhangi bir siyasiyi yatağından kan ter içinde fırlatacak bu densiz öneriye Başbakan, ‘Düşünelim!’ diyor.

* * *

İşte bu sözcük, Ankara’nın arka sokaklarını birbirine katıyor. Akşam Gazetesi’nde Nuray Başaran konuya 12 Nisan 2005 günü ‘Arka Sokaklarda Neler Oluyor?’ başlıklı yazısında değiniyor.

‘...Örneğin, Rusya’nın servisleriyle birlikte cirit attığı ülkemizin güvenlik bürokrasisinin de aralarında bulunduğu alanlarda görülen ‘ABD’ye karşıtlık ve NATO’ya mesafe koyma’ trendi, bugün için derin refleksin yönünü mü zorluyor?..’

* * *

Arka sokaklarda gelgitler hızlanıyor. Başbakanlık çevresi uygun dille uyarılıyor. Amerikalı yetkililer, Türk yetkililere ‘gerekirse NATO için İpek Yolu’nun değişebileceğini’ söylüyorlar. İncirlik Üssü için uzun süre netice alamayınca Amerikalı yetkililer, Romanya ve Bulgaristan’ı ziyaret ediyorlar. Bu iki ülke gerekirse NATO’nun ülke topraklarını kullanabileceğine dair resmi kararlar alıyor. Amerikalı heyet, Yunanistan’dan da İtalya’daki NATO üslerinden aktarım yapmak için izin istiyor. Yunanistan da olumlu cevap veriyor. Resmi karar yakında çıkacak!

Bu arada içeriden gelen uyarılar da hükümet üzerinde hiçbir etki göstermeyince bazı densizler son zamanlarda komşu ülkelerde dalgalanan darbeli renkler çerçevesinde Türk mavisini gündeme getiriyorlar!

Sonunda Org. Hilmi Özkök, geçen hafta malum konuşmayı yapıyor. ‘Türkiye bir İslam ülkesi değildir’ sözlerini hálá anlamak mümkün değil; ama ‘Türkiye bir İslam devleti değildir’ sözlerini bu duyumlar çerçevesinde bir kez daha değerlendirmek gerekiyor.

Genelkurmay Başkanı, ayrıca Başbakan ile baş başa özel bir görüşme yapıyor!

* * *

İncirlik kararı
nihayet çıktı, bakalım danışmanlara neler olacak?

Bir de irdelemek lazım; Türk mavisi anlamına gelen renk hangisidir?
Yazının Devamını Oku

Gençleri nasıl bir gelecek bekliyor?

25 Nisan 2005
<B>MESLEĞİMDE </B>en sevdiğim uğraşılardan birisi <B>gençlerle sohbettir</B>. Beni ne zaman çağırsalar, muhakkak aralarına katılmak isterim. Onlarla görüşmekten keyif alıyorum, zira karşılarında çok heyecanlanıyorum. Sordukları sorular karşısında ezilmemek için büyük gayret sarf ediyor, fikren bir açığımı yakalamasınlar diye dualar ediyorum.

Böyle sohbetler sonunda çok yoruluyorum ama bünyem ürettiği adrenalin ile birkaç gün bana güzel duygular yaşatıyor.

Her sohbetten sonra da hem yeni bir şeyler öğreniyor, hem de illa ki her seferinde bir eksiğimi tespit ediyorum.

* * *

Geçenlerde Abant İzzet Baysal Üniversitesi’ndeydim, bugün Bilkent Üniversitesi’nde misafir olacağım.

Yine adrenalin ile dolacak, yine büyük heyecanlar yaşayacağım.

İzzet Baysal’da gördüğüm misafirperverliği ve dostluğu da bir ömür boyu içimde yaşatacağım.

* * *

Ben onlardan çok şey öğreniyorum ama onlara sadece bir konuda uyarı yapmaya çalışıyorum.

Onları nasıl bir gelecek bekliyor?

Bana göre onları kaçamayacakları, dışında kalamayacakları bir fırtına bekliyor.

Küreselleşme!

İster bu duruma sevinsinler, ister yerinsinler; insan aklı kaçamayacağı bir gerçek karşısında iki türlü tavır sergiler:

Önce tedbir alır, sonra da eğer mümkünse, değiştiremeyeceği bir olgudan faydalanmaya çalışır!

Gençleri her geçen gün iyice sıkıştıran küresel fırtına tarihte sanayi devriminden sonra en büyük kırılmayı/değişimi dayatıyor ve insanlara iki büyük yenilik sunuyor:

1) Dünya tek ve ulaşılır bir pazar oluyor.

2) Bilgi herkesin ortak malı haline geliyor.

* * *

Bilişim teknolojisi, insanların daha önce hayal edemeyeceği bu iki gelişmeyi gerçek haline getirirken dünyada sadece mal ve hizmetlerin her yere ulaşmasına önayak olmuyor, aynı zamanda gençlerin tek sermayesi olan beyin emeğini de evrensel kullanıma sunuyor.

Dünyada artık; herkes herkesin ama herkesin rakibi haline geliyor!

* * *

Hemen her türlü bilgiye ulaşmanın mümkün hale geldiği bir dünyada bilgi sahibi olmak da bir tekel veya özel kazanılmış hak olmaktan çıkıyor, bilgi mülkiyetsiz hale geliyor.

Mühendislik, iktisat, tıp vb. diplomaların tek başlarına bir anlamı kalmıyor.

Diplomaların değil, standart testlerin insan sermayesini kategorize edeceği bir dünyada bilginin sahibi olmak değil, bilgiyi farklı kullanmak, bilgiden farklı katma değer elde etmek ön plana çıkıyor.

21. yüzyılda gençler tüm dünyayı kendi rakipleri olarak görmek ve bilgiden farklı sonuç elde edebilmek için kendilerini de farklı bir şahsiyet (birey) olarak şekillendirmek zorundalar!

Küreselleşmenin iki kilit kelimesi: Rekabet ve birey (şahsiyet)dir!
Yazının Devamını Oku

Bugün 23 Nisan ama eski tas eski hamam!

23 Nisan 2005
<B>DEMOKRAT </B>bir ülkede olması gerektiği gibi <B>siyaset yapmayan </B>Genelkurmay Başkanı <B>Org. Hilmi Özkök</B>’ü eleştiren yazarlar, <B>siyaset yapan </B>Özkök’ü şimdi ayakta alkışlıyorlar. Aynı yazarlar Recep Tayyip Erdoğan’a en ağır sözleri sarf ederlerken, sonradan kendisi tevil etse de, ‘AB’de birçok dayatmalar olduğu doğrudur. Hatta bizi parçalamaya yönelik gayretler içerisinde önümüze tezler geldiği de oluyor’ dediği için onu da alkışlıyorlar.

Zaten darbeli cumhurbaşkanımız dememiş miydi:

Devletin kendisidir derin devlet, askeridir derin devlet. 1912 Halaskár Subaylar olayından bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde cumhuriyeti kuran askerler, devletin yıkılıverme endişesinden daima korku duymuşlardır...’

* * *

Darbeci yazarlar
hem Recep Tayyip Erdoğan’ı, hem Hilmi Özkök’ü aynı anda alkışlarken, AKP ne kadar inkár ederse etsin, ne kadar üstüne almaz gözükürse gözüksün; Hilmi Özkök’ün şu sözlerinin hedefi AKP Hükümeti’dir!

İrticai unsurlar, son yıllarda, terörle ya da doğrudan devletin temel niteliklerini değiştirmenin mümkün olmadığı gerçeğini görmüşler, toplum ve devletle barışık bir görüntü içerisine girmişlerdir. Bunun anlamı, irticai faaliyetlerin sona erdiği değildir. Bunun anlamı, yeni bir yol ve yaklaşımdır...

...Bu dönemde irticai örgütler, kamu kurumlarında kadrolaşma gayretlerini artırmış, bu yönde önemli mesafeler kaydetmişlerdir. Propaganda faaliyetlerini de hızlandırmışlardır.’

* * *

Bu sözlerin muhatabının hükümet olmadığını iddia edebilmek için sadece AKP üyesi olmak gerekiyor!

28 Şubat döneminde yediği darbeler karşısında, eleştirileri üzerine almıyormuş gibi yaparak pişkinliğini korumaya çalışan Necmettin Erbakan’ın sözlerini hatırlatan bir konuşma yapan AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Özkök’ün sözlerini şöyle değerlendiriyor:

‘Bence aklıselimin toplamıydı. Böylesine aklıselime sahip bir devlet adamına sahip olmaktan mutluyum, iftihar ediyorum. Türkiye’de birçok tehlike var. İrtica da bunlardan biri. Hükümetin görevi de bunların üzerine gitmek. Türkiye’ye yönelik her türlü yıkıcı faaliyetin üzerine gitmekte kararlıyız. İrtica da bunlardan biri. Böyle tehlikeler varsa, iktidar, yargı ve diğer kurumlar bunların üzerine gider. Devletin kendini koruma mekanizması var. Bu mekanizma canlı işlemekte. Ek tedbirlere ihtiyaç yok. Zaten tedbirler en üst noktada uygulanmakta...’

* * *

Eğer, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın sözleri doğru ise Hilmi Özkök’ün sözleri nereye düşer, eğer Hilmi Özkök’ün iddiaları gerçek ise Fırat’ın sözleri nereye düşer?

* * *

23 Nisan, TBMM’nin kuruluş yıldönümü.

85 yıl önce bugün Atatürk, Türk milletinin en yüce kurumunu kurdu.

23 Nisan haftasında ise Türkiye’de yukarıda alıntı yaptığım sözler sarf edildi.

TBMM lüzumsuz bir kurum mudur?

TBMM’ye sahip çıkacak akıl bu akıl mıdır?
Yazının Devamını Oku

Türk ekonomisinin temel sorunu: Mülkiyet dağılımı tekelci!

21 Nisan 2005
<B>TÜRKİYE’de en önemli ekonomik sorunun, banka sahiplerinin aynı zamanda ticari faaliyetleri yürüten (fabrika sahibi ve/veya ticaret erbabı) kişiler olması ve dolayısıyla Türkiye ekonomisinde finansal rekabet eksikliğinin ekonominin verimli çalışmasına büyük engel teşkil etmesi olduğunu iddia eden bir tezi aşağıda takdim ediyorum. Bu teze göre Türkiye’de yapılacak en önemli reform, mevduat toplayan banka sahipleri ile bu mevduatı kredi olarak kullanan kişilerin aynı kişiler olmasına engel olmaktır.

Teze göre; kredi kullananlar arasında bir rekabet ortamı kurulmadıkça ülke ekonomisi AB standartlarını yakalayamaz!

* * *

Aşağıda alıntılar yaptığım mektubu yollayan 1943 İngiltere doğumlu Rodney A. Finney, işletme alanında doktora sahibi emekli bir bankacı. 15 yıldır Türkiye’de yaşamakta ve Türkiye’nin finansal sistemi ile AB’nin sistemini mukayese eden çalışmalar yapmaktadır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde uzun yıllar bankacılık yapmıştır.

* * *

‘Sevgili Cüneyt;

Türkiye’de servetin/mülkiyetin adil dağılmamasından dolayı kaygılıyım. Korkarım ki, en fakir kesimin geliri, satın alma gücünü artırmak için TL’nin bir kez daha devalüasyona uğramasıyla daha da düşecek.

Türk parası devamlı aşırı değere sahip oluyor, zira Türkiye’de banka sahipleri hem finansal, hem de ticari alanda faaliyette bulunuyorlar ve geliri hiçbir denetime uğramadan istedikleri gibi kendi ceplerine transfer ediyorlar.

* * *

Türkiye’de finansal ve ticari sistemin denetimi kolay yapılamıyor; zira bankacıların kendi ticari faaliyetlerini kayırmalarının denetimi yapılamaz. Mudilerden para toplayan banka sahipleri, ticari işlerin de sahibi olarak bu paraları kendi kendilerine kredi olarak dağıtıyorlar. Bu işlemde uygulanacak faizleri istedikleri şekilde kontrol ettikleri gibi, oluşan vergileri ve kár paylarını da istedikleri gibi yönlendiriyorlar.

* * *

...Finansal sistemi değiştirmeden IMF gibi kuruluşlardan borç para almak fakir halkı daha da fakirleştiriyor, devleti ve güçlü firmaları daha da zengin yapıyor. Sistemin bu haliyle verimli çalışmaması (banka sahiplerinin kendi firmalarına istedikleri gibi kredi açabilmesi-CÜ) sadece zenginin daha zenginleştiği, fakirin daha fakirleştiği bir ortam yaratır.

* * *

Türk ekonomisinin verimsizliğine en güzel gösterge, 1984 yılından bugüne TL’nin 21.000 misli değer kaybetmesidir. Ancak, bu devasa değer kaybına rağmen bankaların piyasalara açtığı kredi miktarı AB ülkelerinin sadece yüzde 1’idir! Türkiye hálá dünya sermaye hareketlerinin ancak yüzde 0.03’ünü çekebilmekte, ülkenin milli geliri AB ülkeleri arasında en fakir ülkenin milli gelirinin dörtte birini aşmamaktadır.

Buna göre Türkiye, Avrupa Birliği’ne katılmayı düşünmeden önce finansal sistemini düzeltmek, banka kredilerinin dağıtımında adil ve doğru rekabet koşulları yaratmak zorundadır.

Türk demokrasisinin önündeki en büyük engel, banka sahipliği ile ticari faaliyetlerin aynı kişilerce yürütülmesine müsaade eden sistemdir.

Rodney A. Finney.’
Yazının Devamını Oku

‘Devletin bazı unsurları hukuk tanımaz!’

20 Nisan 2005
<B>ESKİ </B>Cumhurbaşkanı <B>Süleyman Demirel, ‘Derin devlet devletin askeridir’ </B>diyor. Hürriyet Gazetesi’nin (18.04.2005) aktardığına göre CNN Türk’te yayınlanan Ankara Kulisi programında (17.04.2005) eski Cumhurbaşkanı ‘Kanunları icra edemeyince, o zaman, ülke elden gidiyor ve binlerce sıkıntıyla kurduğumuz devlet elden gidiyor, deyip, derin devlet devlete sarılmıştır’ buyuruyor ve ‘Nedir derin devlet?’ sorusuna ise şu karşılığı veriyor:

Devletin kendisidir derin devlet, askeridir derin devlet. 1912 Halaskar Subaylar olayından bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinde cumhuriyeti kuran askerler, devletin yıkılıverme endişesinden daima korku duymuşlardır...’

* * *

‘...Derin devlete ülkenin muhtaç olması, ülkenin yönetilememesinden ileri gelmektedir. Türkiye’de olup bitenlere bakalım. Bugün Türkiye’nin AB ve diğer politikalarına karşı halkta bir reaksiyon yoktur. Siyasetçilerin anlatması lazım gelen şey, Türkiye’nin birliği ve beraberliğinin önemidir...’

* * *

‘...Geçmişte Türkiye, yönetilemez hale gelince sıkıyönetimi ilan etmiştir. 80 senelik cumhuriyet tarihinin 40’ı sıkıyönetimle geçmiştir... Derin devlet, devleti onların kanaatine göre yıkılma sınırına getirmediğiniz takdirde hareket halinde değildir. Onlar ayrı bir devlet değildir. Devlete el koydukları zaman derin devlet olurlar. O zaman devlet yoktur...’

* * *

Süleyman Demirel Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin yarattığı ‘yönetim boşluğuna’ karşı uyarılarda bulunurken yukarıda yer alan sözleri söylüyor.

Ancak, üzülerek görüyorum ki, Türkiye’nin 40 yılında çok etkin olmuş bir siyasetçi, garabet olguları, bunlar birer gerçek olsalar dahi, ülkenin hálá doğal şartlarıymış gibi takdim ediyor:

Süleyman Demirel mantığı öz cümle diyor ki:

1) Ülkede hákim olan hukukun üstünlüğü değil, derin devletin (asker) üstünlüğüdür.

2) Ülke iyi yönetilmeyince hükümet seçimlerle değil, müdahaleyle değiştirilir.

3) Cumhuriyeti millet değil, asker kurmuştur.

4) Milletin değil, askerin kanaati esastır.

5) Devletin yıkılma endişesi her zaman vardır ve bu endişeyi en çok askerler duyarlar.

* * *

Kendisi de iki kere askeri müdahale gördüğüne göre; Süleyman Demirel kendisinin de en az iki kere ‘Türkiye’yi yönetemediğini’ kabul ediyor.

* * *

Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Kenan Evren’in ardı ardına yaptıkları açıklamaların Recep Tayyip Erdoğan’a birer nasihat olduğunu söyleyenler çıkacaktır.

Ancak, üslubun zaman zaman birer gözdağına dönüştüğünü de görmemek mümkün değil.

İşkenceler, yargısız infazlar, özgürlüklerin ayaklar altında çiğnenmesi, hukukun yok edilmesi birinin diğerine uyarı olarak nakil edeceği nasihatler değil; utanılması gereken dönemlerin ‘ama bizim tarihimizden gelen kendi şartlarımız var’ kıvamında bir kılıfa sokulmasıdır.

Köteği atanlar ile köteği yiyenlerin aynı kanaatte olması ise çok acıdır!
Yazının Devamını Oku

Türkiye’ye dünyadan bakan adam: Turgut Özal

18 Nisan 2005
<B>EĞER,</B> Başbakan <B>Recep Tayyip Erdoğan’</B>ın şu sözleri olmasaydı, belki de bu yazıyı yazmazdım. Mersin ve Trabzon’da meydana gelen olayları yorumlarken Başbakan: ‘AB’de birçok dayatmalar olduğu doğrudur. Hatta bizi parçalamaya yönelik gayretler içerisinde önümüze tezler geldiği de oluyor’ demiş!

Bu söz sadece Türkiye’ye Türkiye’den bakan bir söz değil, dünyaya da Türkiye’den bakan bir söz!

Dünyanın 1920’de durduğunu, 85 yıldır dünyada şartların katiyen değişmediğini, 7 düvelin 85 yıldır yemeden içmeden, hatta hiç düşünmeden salt şartlı refleksle ‘Ne yapsak etsek de Türkiye’yi bölsek!’ diyerek yaşadığını iddia eden bir söz.

Aynı söz, sahibinin neden 17 Aralık öncesi AB ülkelerini karış karış dolaşıp, büyük bir gayretle ülkesinin aralarına katılması için gayret gösterdiğini ise açıklayamıyor.

Ancak, ortada bir çelişki yok!

17 Aralık öncesi Başbakan zoru seçmişti ve Türkiye’ye dünyadan bakmaya çalışıyordu.

Şimdi ise kolayı seçti, dünyaya Türkiye’den bakıyor!

* * *

Turgut Özal’ı kaybedeli 12 yıl olmuş!

Demek ki ülkemiz; inatla dünyadan Türkiye’ye bakmaya çalışan son liderini 12 yıl evvel yitirmiş!

Turgut Özal’ı ‘Kör ölür badem gözlü olur’ sığlığında analiz etmeye çalışmak en fazla ona saygısızlık olur.

Siyasi mücadelenin Şarklı gayretkeşliği içindeÖzal da ‘Bal tutan parmak yalar’ ilkesini aşabilmiş bir siyasetçi değildir.

Ama, onun en büyük muhalifleri tarafından bile inkár edilemeyen bir özelliği vardır:

Turgut Özal Türkiye’ye hep dünyadan bakmıştır!

Türkiye’yi dünyanın sürekli değişen koşulları çerçevesinde anlamaya çalışmıştır!


Evvel emirde; teknolojideki akıl almaz ilerlemeyi takip etmiş, ilerlemenin dünyada yaşamı nasıl değiştirdiğini anlamaya çalışmış, reel politikayı hazmetmiş, maddi şartların bir satranç oyunu içinde hangi ülkeyi hangi yöne sürüklediği konusunda devamlı akıl yormuş, Türkiye’nin eksiklerinin devamlı bilincinde olmuş, mukayeseli avantajlarını ise uluslararası pazarlıklarda karşımızdaki ülkenin önüne koymuştur.

Türkiye’nin 21. yüzyılın en önemli ülkelerinden birisi olacağını söylediğinde ise bu vizyon arkasında o durduğu için tüm dünyada ciddiye alınmıştır.

* * *

Onun öngörülerine çok tipik bir gösterge 1991’de Körfez Savaşı sırasında, Türkiye’de hemen hemen kimse onu anlamasa da, savaşa yaptığı katkıdır.

Arşivlere açılıp bakılsın, Körfez Savaşı’nda savaşla ilgili diğer liderlerin neredeyse en fazla görüşmek istediği kişi Turgut Özal’dır!

Saddam’ı bitirmeden savaşa son verdiği için, işi eksik bıraktığı gerekçesiyle, baba George Bush’u da açıkça eleştiren kişi yine Turgut Özal’dır.

ABD için 1991’de:

- En geç 10 yıl içinde (Ortadoğu’ya) geri gelecekler, diyen de Turgut Özal’dır!

* * *

Dünyaya Türkiye’den bakarak pekálá başbakan olunabiliyor!

Ancak, Türkiye’ye dünyadan bakmadan katiyen lider olunamıyor!
Yazının Devamını Oku

Hiç değişmez mi benim memleketim?

16 Nisan 2005
<B>‘ESKİ köye yeni ádet, her ne kadar hayırlıysa da, bu álemin ondan nefreti eski ádettir.’<br><br>Ahmet Cevdet Paşa. Bir ülkede, o ülkenin sosyal dokusuyla ilgili olarak takriben yüz yıl önce söylenmiş bir söz hálá tazeliğini koruyorsa o düşünürü (Ahmet Cevdet Paşa) mü övmeli, yoksa o ülkeyi (Türkiye) mi yermeli?

* * *

Bu ülke ne zaman ileri doğru bir adım atsa, bir türlü belinden çıkaramadığı don lastiğini birileri önce koyverir; sonra da aniden geri çeker.

Ülke ilk adımı attığı noktada yine kıçüstü yere düşer.

* * *

Mustafa Kemal Atatürk
’ün koca bir yüzyılı aşan muazzam adımlarını İsmet İnönü statükoya çevirmedi mi?

Ancak, Atatürk sonrasının ceberrut devletini yaratan İsmet İnönü, aynı zamanda Milli Kurtuluş’un şanlı komutanı değil midir?

Adnan Menderes’in kentleşme çığırını 27 Mayıs darbecileri yerle bir etmediler mi?

Ama milleti karpuz gibi ortadan ikiye bölen de rahmetli Menderes değil miydi?

Süleyman Demirel’in büyümeci politikaları 12 Mart ile yerle bir olmadı mı?

Fakat aynı Süleyman Demirel, Turgut Özal’ın devrimciliğini 1991’de tekrar halk yardakçılığına çevirmedi mi?

1989’da Cumhurbaşkanlığı’na kaçan Turgut Özal ile 1983’ün devrimci Özal’ı bedenen aynı insanlardır; ama ruhen aynı kişi mi idiler?

1 Mayıs 1977’de derin devletin (kontrgerilla) saldırdığı Halkçı Ecevit ile Devletçi Bülent Ecevit de adeta aynı bedende zuhur eden iki ayrı varlık değil midir?

Şimdilerde İran ve Suriye ile ittifak arayan emekli paşalar çok değil 7-8 yıl önce ‘Bu ülke İran olmayacak!’ diye bas bas bağırmazlar mıydı? Suriye’ye ‘Apo’yu geri ver, yoksa karışmam!’ diye parmak uzatmazlar mıydı?

* * *

Recep Tayyip Erdoğan
’ı da artık bütün dünya ‘17 Aralık öncesi ve sonrası’ başlığı altında iki bölümde incelemiyor mu?

Beyaz enerjiye panzehir olarak seçilenlerin AK Enerji duvarına çarpmaları tarihin tekerrürü mü?

Dünyada en azılı katillerin dahi layık görülmediği bir sıfat olan ‘sahte vatandaşlık’ gibi uydurma bir kavramı ortaya atan TSK ile ‘balans ayarı yapan’ TSK aynı akılla ‘bu memleketi siyasilerden çok biz koruruz’ fikrinde değiller mi?

‘Bana milliyetçiler yanlış yaptı dedirtemezsiniz!’ diyen Süleyman Demirel ile Trabzon’da TAYAD’lı gençlerin, kendilerini linç etmek isteyen insanların insan haklarını ihlal ettiğini söyleyen AKP milletvekili aynı kaynaktan mı beslenirler?

Kendi partisinden ayrılan milletvekillerini ağır ithamlarla suçlayan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi de bir partiyi terk ederek başka bir parti kurmamış mıdır?

Şimdilerde; milletvekili transferi yapan partilerin Hazine yardımı almaması için CHP ile birlikte çaba gösteren AKP’nin kendisi de transferlerle doğup Hazine yardımı almamış mıydı?

* * *

Bazen canım ziyadesiyle sıkılıyor!

Kaç defa daha koşmaya başladığımız aynı noktaya geri dönüp bir kez daha yeniden koşmak için debeleneceğiz?
Yazının Devamını Oku

Kültür Bakanı’na açık mektup

14 Nisan 2005
<B>SAYIN </B>Bakanım;<br><br>Sizi <B>üzeceğinden</B> ve <B>gereğini yapmak üzere</B> anında <B>harekete</B> geçireceğinden emin olduğum bir emir yazısını aşağıda takdim ediyorum. Orhan Pamuk’u yasaklayan kaymakam aklını tartışmak zorunda kalan ülkemizde şimdi de Ankara’nın göbeğindeki başka bir ilçede, öğrencilere tiyatro yasaklanıyor!

Bu ilçe, Ankara-Yenimahalle ve Kaymakamı da İbrahim Çay’dır.

21 Mart 2005

T.C.

Yenimahalle Kaymakamlığı

İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü

BÖLÜM: Kültür.

SAYI: B.08.4.MEM.4.06.08.04.11.070/4874

KONU: Geziler.

ÖNEMLİDİR

RESMİ-ÖZEL-TÜM OKUL MÜDÜRLÜKLERİNE

İLGİ: MEB İlköğretim ve Orta Öğretim Kurumları Sosyal Etkinlikler Yönetmeliği.

İlgi Yönetmeliğin 21. maddesinde ‘Sosyal Etkinlikler’ kapsamında; ‘yakın çevre, yurtiçi ve yurtdışı inceleme veya ziyaret amaçlı geziler düzenlenebilir’ denilmektedir.

Eğlence amaçlı gezilere (tiyatro, sirk vs.) kesinlikle yer verilmemesini, uyulması gereken hususlara titizlikle uyulmasını, yazıların en az 10 gün (On) önceden eksiksiz olarak kaymakamlığa sunulmak üzere müdürlüğümüze gönderilmesini ÖNEMLE rica ederim.

Yunus ERDOĞAN

Müdür a.

Şube Müdürü

* * *

Tek doğrulu -ben merkezli- kültür düşmanı bir akıl,
bir tek yazıyla bakın ne kadar çok yanlışı bir araya getiriyor.

1) Sirk ile tiyatro aynı türden ve uzak durulması gereken etkinliklerdir.

2) Zaten ikisi de öğrenciler için tehlikeli unsurlar taşıyan ve tek amacı eğlence olan etkinliklerdir.

3) Öğrencilerin eğlenmesi de külliyen yanlıştır.

4) Eğlence, izah etmeye gerek duyulmayacak kadar açık bir şekilde, kötü bir şeydir.

5) Sosyal etkinlik yapacak okullar 10 gün önceden; öğrenciler için neyin iyi, neyin kötü olduğunu herkesten iyi bilen kaymakama başvurmak zorundadırlar.

* * *

Dün Hürriyet muhabirleri konuyu araştırınca, Yenimahalle Milli Eğitim Müdürlüğü’nün, aynı gün hatasını fark ettiği, ikinci bir yazı yazarak, ‘Eğitim amaçlı tiyatro gezilerine, veli muvafakatı alındıktan sonra izin verilecektir’ dediği ortaya çıktı. Ve kaymakam da, ‘Bir yorum yanlışlığı yapılmış, aynı gün düzelttik’ demiş. Ancak bu ikinci yazının okullara ulaşıp ulaşmadığından emin değilim.

* * *

Bana tiyatroyu sevdiren öğretmenlerimi saygı ve minnetle anıyor ve bu yazıyı:

Tiyatro sanatçılarına, Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü’ne, tiyatro sevenlere ve gereğini yapmak üzere Kültür Bakanı’na arz ediyorum.
Yazının Devamını Oku