BİR gün daha geçti, büyük güne 24 saat veya 1 gün kaldı! Vücutlarımızdan fışkıran adrenalini denetlemek iyice imkansızlaştı.
Her an ‘Acaba ne olacak?’ sorusu ile yaşıyoruz. Her geçen dakika Batı’dan gelen yeni bir haber ya moralimizi yerle bir ediyor, ya da bizi gökyüzüne fırlatıyor.
Bu köşeyi takip edenler farkındadırlar, 1 Aralık’ta ‘pazarlık döneminin’ başladığını tespit edince bu durumu ilan ettim ve o günden beri ilgilileri ‘eleştiren’ bir yazı yazmıyorum.
Biliyorum ki, gün gerçekten birlik günüdür!
Yine biliyorum ki; gerek hükümet üyeleri, gerek ilgili bürokratlarımız bizlerden daha donanımlı oldukları için en iyi pazarlığı yapıyorlar, sinir sistemlerini de her gün yeniden akord ediyorlar!
Böyle bir dönemde pusuya yatmış, açık arayan ‘müzmin ancak Allah’a şükür içleri boş muhaliflerin’ de akılla baş edemeyecekleri bir durum karşısında çamur atmak üzere fırsat beklediklerini biliyorum ve şimdiden insafsızca kör ateşine başladıklarını görüyorum.
Ben netice ne çıkarsa çıksın, pazarlıklar sırasında tansiyonları her an fırlamaya hazır bekleyen hükümet üyelerine ve kıymetli bürokratlarımıza şimdiden binlerce teşekkür ediyorum.
* * *
17’sinde içinde ‘ama’sı bol bir ‘evet’ cevabı ile karşılaşacağımızı biliyorum. AB’yi büyük çoğunluk gibi ne kadar içten istediğimi de bilen biliyor.
Ancak, bugün başka bir perspektifi masaya yatıracağım!
Biz AB serüveni çerçevesinde demokratikleşme-özgürleşme-refahı artırma alanlarında gerçek ve samimi mücadele verelim, kanunlarımızdan öte insan sermayemizi hem donanım hem zihniyet açısından Atatürk’ün emrettiği ‘muasır medeniyete’ ulaştıralım, işte o zaman bize ‘Tamam sizi AB’ye alıyoruz!’ dediklerinde AB üyeliğini yeniden düşünmek durumunda olabiliriz.
AB-ABD-Rusya-Çin-Hindistan-Ortadoğu sarmalında, eğer güçlü insan sermayemizi, hukukun üstünlüğüne dayanan devletimizi çağdaş seviyede geliştirebilirsek; jeopolitik konumumuzu, akılcı politikaları, müdebbir bürokrasiyi ön plana alırsak, belki ‘gün geldiğinde’, AB’ye ‘Teşekkür ederiz ama biz üyelikte yokuz!’ demek daha doğru bir karar olacak.
Belki, rakamsal ölçüler yanında kaliteye yönelik ölçümler ile de ‘büyük Türkiye’ oluştuğunda; AB-ABD-Rusya-Çin-Hindistan-Ortadoğu sarmalında kendi menfaatimizin bu merkezler arasında arabuluculuk yapmak olduğunu göreceğiz.
İşte o zaman nazlanan taraf biz olacağız!
Ben bütün samimiyetimle 21. yüzyılın Türkiye’ye çok ama çok büyük sorumluluklar ve yetkiler yüklediğine inanıyorum.
Bu durumu ilk tespit edenler arasında eski ABD Başkanı William Jefferson Clinton da var. Eski Başkan daha 1999’da ve ABD’de, Türklerin bulunmadığı bir toplantıda, Avrupalı dostlarını uyarıyor:
‘....İnanıyorum ki, gelecek yüzyıl da Türkiye’nin kendisini ve geleceği tarifi ile gerçekleşecektir... Şayet Türkiye insan haklarına saygısını artırırsa ve Avrupalı dostlarımız gerçekçi bir vizyonla Avrupa ve Müslüman ülkelerin barış ve uyum içinde bir araya gelmelerinin tek yolunun Türkiye olduğunu kavrarlarsa dünyanın bu bölümündeki rüyalarımızın yeni binyılda gerçekleşmesi mümkün olabilir...’ (Beyaz Saray-Basın Sekreterliği: ‘Başkan’ın Quandt Konferansından Notlar’. Georgetown Üniversitesi-8 Kasım 1999)