AKP hükümeti, 3 Kasım sonrası bir türlü aşamadığı bazı sorunlarla karşı karşıya kalmıştı:
Bazılarının indinde iktidar olmuş ama muktedir olamamıştı.
Bazı etkin çevrelerin indinde ise tüm hukuki ve siyasal engelleri aşsa dahi meşruiyet engelini aşamıyordu.
İşin en can alıcı noktası ise yaşadığı acı tecrübeler ışığında, AKP’nin de ‘meşruiyet sorunu’nu ciddiye alması, ‘etkin çevrelerden’ açıkça ifade etmese de ürkmesi ve onlara kendini ispat etme çabasına girmesi idi.
* * *
Kimileri AB yolunda TSK’nın siyasi rolü azalacağı için, kimileri samimi olarak AB’ye inandıkları için, ancak sanırım hepsi ‘AB uğruna verilecek mücadelenin’ meşruiyet sorununu büyük çapta çözeceğine inandıkları için, hükümet ve iktidar partisi tüm güçleriyle uyum yasalarına sarıldılar. AB yolunda içte ve dışta verdikleri zorlu mücadeleyle ülkeye büyük hizmette bulundular.
Ancak, 17 Aralık’ta AB’den müzakere tarihi alındıktan sonra önlerine yeni bir mesele çıktı.
AB yolunda kendi seçmenlerinden destek almıyor değildiler; ama bu tarihe dek, Başbakan’ın pek sevdiği pazarlama diline göre daha çok dış müşteriye hizmet vermişlerdi. Onları iktidara taşıyan kitle içinde ana omurgayı oluşturan Milli Görüş kökenli iç müşteri ise büyük çapta unutulmuş veya onlardan sabırlı olmaları istenmişti. Sıra iç müşteriyi tatmin etmeye geldi!
İşte bu ikilem hükümette 17 Aralık sonrası ilk yarılmayı yarattı. Milli Görüşçülere verilen tavizler hem liberalleri kızdırdı, hem de ‘bunlar esasında takıyyeci’ diye bağıran muhaliflere yeni bir fırsat doğdu.
Esas kıyamet ise başka bir yerde koptu: Türkiye-ABD ilişkileri!
1 Mart Tezkeresi ile ABD’ye önce ‘gel gel!’ yapıp, sonra ‘nanik!’ çeken hükümet, ABD’yi zaten yeteri kadar kızdırmıştı.
Ancak, 17 Aralık sonrası hükümette Milli Görüşçü tabana yönelik politikalar arasına ‘Müslüman bir topluma zulüm eden ABD’ söylemi de girince ve Başbakan’ın aklı evvel bazı danışmanları bu tür tartışmaları ‘tabana mavi boncuk dağıtma’ uğruna etrafa fısıldayınca, bu sefer hükümetin ‘ABD sıkıntısı’ başgösterdi.
Kendi psikolojik dünyalarında ‘meşruiyet fobisi’ itici motor olan AKP yöneticileri, hem önce ABD’ye kafa tuttular, hem de sonradan pişman olup ABD’den gelen tepkiler karşısında ‘acaba bu sefer de bunlar mı bizi yıkar?’ diye dertlere düştüler.
Bu kez de Başbakan’ın ABD ziyaretinde ‘8 Haziran sendromu’ yaşandı. Bu dönemde de Başbakan, kısa süre önce ağır salvolar attığı ABD ve İsrail’e bu sefer büyük övgüler gönderdi.
* * *
‘İki arada bir derede’ politika yapmanın dayanılmaz ağırlığı altında hükümet hep ‘sendromlar’ ile hareket etmek zorunda kalıyor.
Bu tür politikalara ‘salıncak politikaları’ da denebilir. Bir o yöne, bir bu yöne!
17 Aralık ve 8 Haziran hep bu tür ‘dönüş sendromları’. Bir yönde olumlu veya olumsuz politika ürettikten sonra bunu diğer yönde düzeltmek zorunda kalış.