ORADAYDIM. 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı’ndaydım. 26 yaşındaydım. Koyu bir Marksist idim. İşçi sınıfı devrim yapar ve yönetimi ele geçirirse her türlü meselenin çözüleceğine adeta iman ediyordum. Üretim araçlarından özel mülkiyetin kalkmasıyla her türlü üretimin tek kaynağı olan emeğin (esasında sadece kol emeğini kastediyorduk) önündeki tüm engeller kalkmış olacak ve insan nihayet özgürleşecekti.
Benim dahil olduğum kortej Beşiktaş’ta toplandı, Beşiktaş’tan Taksim’e kol kola, coşku içinde sloganlar atarak, marşlar söyleyerek yürüdük.
26 yaşında bir gencin o yürüyüş sırasında vücudunun nasıl adrenalin ürettiğini 57 yaşında doğru anlatamam. İçimdeki bir başka ben beni almış, yelkovan kuşları gibi peşi sıra sürüklüyordu.
İman etmiştim ki, istersek tüm engelleri aşarız, "sosyalizm"in sihirli iksirini bir kere içtik mi, dağları taşları aşarız!
Bugün düşünüyorum, "Başa gelseniz, ne yapardınız?" diye sorsalar, kalıp bir cevabımız vardı: "Burjuvaziyi yıkarız! Üretim araçlarına el koyarız.""Sonra?" Sonrası yoktu. Sonrasına sadece iman edilirdi. "Devrim olacak, Marx’ın görünmeyen eli her şeyi düzeltecek!"
* * *
Bizim korteji Taksim Meydanı’nda Gezi Parkı’na yakın bir yere aldılar. Tam durup dinlenmeye başlamıştık ki, kızılca kıyamet koptu. Beyoğlu’nun girişinde su depolarının olduğu yer olarak bilinen duvarların üzerinden siyah giyimli bir-iki kişinin insanların üzerine ateş açtığını, o korku ve heyecan içinde, hayal meyal hatırlıyorum.
Bizim taraftakiler gerisin geri Gümüşsuyu’na doğru koşmaya başladık. Alman Konsolosluğu’nun orada polis araçlarının yolu kapatmış olduğunu da hayal meyal hatırlıyorum. Sonradan provokatör olduğunu çözdüğüm bir kişi "Gün bugündür, geri dönün, çatışmaya katılın" diye bağırıyordu.
Gümüşsuyu’nun dar sokaklarına gelişigüzel dağıldık.
* * *
Nasıl ve hangi hızla aşağıya Kabataş’a indiğimizi hatırlamıyorum. Ne kadar hızla Beşiktaş’a ulaştığımızı da hatırlamıyorum. Ancak, bir şeyden eminim; değil bu yaşta, o günkü gibi 26 yaşında dahi, o kadar kısa sürede Taksim’den Beşiktaş’a ulaşabileceğimi sanmıyorum.
* * *
O gün çok net görmüştüm ki, Marx’ın görünmeyen eli değil ama devletin görünmeyen eli, kendi vatandaşlarını katletmekten zerre kadar utanmıyordu.
Birileri bu vatana diğerlerinden daha fazla sahiptiler. Onlar için o dönemin "solcuları" hain idiler ve kafa kaldırdıkları anda kafalarının ezilmesi caizdi.
O birileri için "hukuk" sadece bir engeldi, o halde "yakalanmadan" diğerlerini yok etmek gerekiyordu.
Devlet koyduğu kuralı yok sayma hakkına sahipti.
Hem Taksim Meydanı’nda 1 Mayıs kutlamalarına izin veriyor, hem de kutlamaya gelenleri öldürüyordu. Aramızda kötü niyetliler var mıydı, bilmiyorum. Ama, gösteri yapanlardan üzerimize yürüyen polise veya su deposunun üstünden bizlere ateş açanlara silahla cevap vereni hatırlamıyorum.
* * *
Artık Marksist değilim, komünizmin bir rüya olmaktan öte bir işe yaradığını düşünmüyorum. Hatta, başkaları için neyin doğru olduğunu bilme iddiasındaki her türlü ideoloji gibi Marksist ideolojinin de totaliter yönetimlere çok açık olduğunu düşünüyorum.
Ama cuma akşamı, 1977’de de meydanda olduğunu söylerken, 1 Mayıs 2009 günü Taksim’de hüngür hüngür ağlayan yaşdaşımı televizyonda gördüğümde benim de gözlerimden yaşlar boşandı.