Paylaş
Havalar bir türlü ısınamadığından olacak, az şerbetli künefe-baklava melezi tatlımı pişirmek istedim bu hafta. Deniz kabukları kadar albenili, içi limon ve ricotta doldurulmuş sfogliatelle çöreklerinden esinlendim, peynirli baklavalarımı rendelenmiş limonla lezzetlendirdim; üzerine de fıstık serpip servis ettim...
Şerbet için su ve şekeri bir tencereye koyun, altını kısıp şekeri tamamen eritin. Hazır olduğunda tencereyi orta ateşe getirip kaynatın, karanfili ekleyin ve hafif kıvam almaya başlayıp parmaklarınızı birbirine yapıştırır hale geldiğinde birkaç damla limon suyu sıkın ve ocaktan alın. Hellim peynirlerini küp doğrayıp soğuk suya bırakın ve fazla tuzunu atması için dolapta bir saat bekletin. Limonun kabuklarını rendeleyin ve hazır hellim parçalarıyla beraber robotta sürülebilecek kıvama gelene kadar çekin.
Birkaç çorba kaşığı tereyağını eritip bir kâseye alın. 20 santim uzunluğundaki baklava yufkalarını 5 santim genişliğinde boylamasına kesin. Yufka parçalarını tek tek fırçayla yağlayın ve her birinin üstüne bir yufka daha koyun. Size yakın tarafındaki 5 santimlik tarafı katlayıp üzerine bir tatlı kaşığı kadar peynirli içten koyun. Çift kat üzerine koyduğunuz bu içle beraber bir sağa, bir sola katlayarak, üçgen biçimli 30 paket yapın. Hazırladığınız paketleri peçete serili bir kaba yanyana dizin. Pişirmek için yufka paketlerinizi tek sıra alabilecek bir tepsi seçin. Tepsi, üçgen yufkaların üstünü örtecek kadar yağı alacak derinlikte olmalı. Fırınınızı 180 dereceye kurun. Kalan tereyağını ayçiçek yağının içinde eritip hepsini tepsiye dökün. İçine yufkaları bırakın, sonra fırında altın rengi alana dek (20-25 dakika kadar) pişirin. Yufka paketlerini kevgirle tek tek yağdan alıp ılık şerbete sokun ve 20 saniye bekletip tabaklara alın. Üzerine bolca antepfıstığı serpip servis edin.
Not: Hazır baklava yufkasını büyük süpermarketlerde bulabilirsiniz.
İsviçre’deki İstanbul
Alışık olmadığınız bir atmosferde yemek yapmak her zaman heyecan vericidir. Şartların kötülüğü yaratıcılığınızı zorlamayı gerektirir; takındığınız asık surata rağmen oradan da bir şeyler çıkarabildiğinizi düşünüp rahatlatırsınız içinizi.
Geçen hafta sabah yağmuru kasvetinin ve hatırlamak istemeyeceğim bir yolculuğun ardından vardığım Zürih, ısıtan güneşiyle önyargılarımı gözden geçirmem gerektiğini hatırlattı. Güzel bir ekipmanla donanmış mutfakta keyif almamı sağlayansa ne dünyanın en ücra köşesinden getirilen meyveler ne de curry sostu; alıştığımız sert askerlere hiç de benzemeyen, ast üst dinlemeden birbiriyle şakalaşan siyah beyaz personeldi neşemin kaynağı.
Globus mağazalar zincirinin mayıs ve haziran boyunca işleyeceği İstanbul teması dolayısıyla yemek pişirmeye gelmiştik buraya. Etkinliğin habercisi, meydanlardaki İstanbul yazılı oryantal billboard’lardı, ama asıl sürpriz, pişmaniye ve Datça bademinden çok, rengârenk malzemenin dizili durduğu dev şarküteri reyonlarında saz, dahası Neşet Ertaş dinlemekti. Helva, lokum, hatta biber salçası doldurulan stantlarda, klasikler referans alınıp yapılmış ufak oyunlu mezeler ve Sevilen’den gelen Türk şarapları vardı. Dekorasyon bölümünde dört bir yanı siniler, ince belli bardaklar, havlular ve Fas’ı, Tunus’u çağrıştıran vitray camlı bakır fenerler kaplamıştı. İsviçre’de yaşayan Türkleri kızdıransa, rakı yerine Lübnan’dan gelen arakların satılmasıydı...
Paylaş