Söz konusu olan bir spor müsabakasıysa, ortalama bir İrlandalı veya İskoç’un, İngilizler’in gol atmasına sevinmesi çok umutsuz bir beklentidir.
Bunu görebilmek için adamların ülkesine gitmeye de gerek yoktur. Londra’daki herhangi bir mahalle pub’ında, böyle bir topluluğun İngilizler’in yenilgisini seyrederken coşup eğlendiğini görmek komik de bir deneyimdir aslında. Yenilen İngiltere olduğu sürece, karşı tarafta hangi ülke takımı olduğunun hiçbir önemi yoktur. Vatandaşı oldukları ülkenin yenilgisine eğlenirken etrafta İngiliz olup olmaması da çok önemli değildir onlar için. Ama geçenlerde, yaklaşık yüz yıl sonra piyasaya çıkan ilk İngiliz viskisine böyle bir tepki vermedi İskoçlar. Aksine yarım ağızla da olsa bol şans dilediler Norfolk’taki Saint George’s isimli viski üreticisine. Noel’e denk gelip stoklar beklendiği gibi tükeniverdiği için ben de henüz deneme fırsatı yakalayamadım. Viski dünyasının Robert Parker’ı (dünyanın en ünlü şarap uzmanıdır kendisi) sayılan Jim Murray, internette okuyabildiğim kadarıyla olumlu yorumlar yapmış. Oysa altı yıldır çıkan “Whisky Bible”ın 2008 baskısında, bizim Ankara viskisini bile notlandıran Jim Murray; İngiltere ve viskiyle ilgili bir tek satır ilave etmemiş. Şimdiye kadar piyasada neden İngiliz viskisi olmadığı da hiç aklıma gelmemişti. İklim koşulları mı yoksa başarısızlık durumunda viskinin en iyisini yapan İskoçlar’ın alaylarına maruz kalma kaygısı mı sebep, bilemiyorum.
Kararmış bakırlar ile mutsuz benjamin
Vakit o kadar da geç değil oysa, ama işlek sokak her nedense alabildiğine sessiz. Mum ışığı göze batabilecek bütün kusurları yok ediverdiği için ışıklar da kapalı. Böyle olunca, sıcak şarap da daha keyifli. Az şekerli, yumruk gibi bir şarap bu, insanın kanını ısıtıveriyor. İnternetten aldığım ilk ya da ikinci tarif. Elegie de o kadar güzel ki, art arda, tekrar tekrar dinlemek rahatsız etmek bir yana, daha da lezzetlendiriyor şarabı. Rachmaninov bunu daha on dokuz yaşında nasıl yazabilmiş, düşünmektense dinlemek daha keyifli. Önümdeki benjamin ise mumun kamufle edemediği yegane detay; hâlâ mutsuz ve budandığı günden beri canlanamamış olmanın hüznüyle mahzun mahzun beni seyrediyor. Çiçekçi Ali Bey’den yardım isteyebilir miyim tekrar diye düşünüyorum. Oysa o da daha önce Aspirin tavsiye edip geçiştirmişti. Bakırları var dükkânında sıra sıra asılı duran. Zamanla hepsi okside olup kararmış, kapkara olmuş. Eskimiş halleriyle daha otantik bir hava katıyorlarmış ona göre dükkâna. Oysa ayna gibi yapabilir o tavaları önereceğim karışımla, tabii benjamin’imi tekrar ayaklandırması karşılığında...
Karışım için malzemeler: Un 100 gr. Sirke 150 ml. Tuz 750 gr. Yumurta beyazı 3 tane
Yapılışı: Tüm malzemeyi elle ya da bir çırpıcı yardımıyla karıştırın. Bir avuç kadarını alıp süngere sürün ve henüz yeni yıkadığınız sıcak tavaları iyice ovalayıp durulayın. Birkaç saniye sonra eskisi gibi parladıklarını göreceksiniz. Yalnız bu yöntemi bakır tavaların sadece dış yüzeyini parlatmak için uygulayabilirsiniz.
İsviçre bezesinden minare
Geçen seneden beri, “Türk yemek ve malzemelerini referans alıp yorumlayan İngilizce bir kitap var mı” diye soranlara her seferinde “Turquoise”ı öneriyorum. Daha önce “Saha” isimli kitaplarından bahsettiğim Greg ve Lucy Malouf’un bu son seyahat-yemek kitabı gerek görsellik, gerekse içerik açısından kulvarındaki en iyi örnek. Çift, Ege kıyılarından Ürgüp’e, İstanbul’dan Antep’teki İmam Çağdaş’a birçok yere yaptığı seyahatlerde, modern mekânlardan ziyade ağırlıklı olarak geleneksel ve otantik olana odaklanıp Anadolu’nun esnaf lokantalarından, sokak yemeklerinden, pazarlarından, çok keyifli bir gezi defteri çıkartmış. Alışılagelmiş klasik tarifleri bire bir aktarmak yerine hemen hepsine yorumunu katarak yeni versiyonlar üreten profesör görünümlü bir aşçı Greg Malouf. Lübnan asıllı olduğu için de hemen hepsini tanıdığı malzemelerle yine Ortadoğu damak tadına uygun yemekler yaratmakta hiç de sıkıntı çekmemiş görünüyor. Kitabı bu hafta aklıma düşürense, içeriğinden ziyade kapağındaki resim oldu. Malouf çifti, yakınlarda gündeme oturan İsviçre’deki minare yasağına gönderme yapmak istermiş gibi, “Swiss Meringue”den (İsviçre Bezesi) minareler yapıp resimlemiş; yasakla önceden dalgasını geçer gibi.
Pastırmalı röşti ve sürklü yoğurt
Kokusundan ötürü eve giremeyen pastırmayı arada sırada gizlice alıp yerdim ilkokuldayken. Çemensizi o zamanlar bulunmazdı yanlış hatırlamıyorsam, olsaydı da almazdım eminim. Okul, iş, vs. derken, pastırma hep almadan önce defalarca düşünülmesi gereken bir lezzet olarak yer etti bende, bir çoğumuzda olduğu gibi. Bu hafta İsviçre’ye has bir patates kızartması olan röştiyi, kimyon ve pastırmayla denedim. Üzerine de Antakya’da “sürk” denen bir tür çökelekle karıştırdığım süzme yoğurdu gezdirip servis ettim. Sürkü, Antakya yiyecekleri satan hemen her dükkanda rahatlıkla bulabilirsiniz. Piyasada Antakya çökeleği olarak da biliniyor.
MALZEMELER Patates 700 gr, soyulup 5’er cm’lik küpler halinde doğranmış Kuru soğan 1 küçük adet, ince doğranmış Pastırma 50 gr. (isteğe göre çemenleri alınmış) Kimyon 1 çay kaşığı Limon kabuğu 1 limondan Tereyağı 60 gr. (dilerseniz zeytinyağı da kullanabilirsiniz) Tuz & karabiber
Yoğurt için
Süzme yoğurt İstediğiniz kıvama göre eşit miktarda su ve limon suyuyla açın Sürk Sulandırılmış yoğurdun 1/10’u kadar
YAPILIŞI Sos için gerekli malzemeyi bir robotta çekip hazır edin. Sürk çok kuvvetli bir lezzete sahip olduğundan tadarak eklemenizde fayda var. Pastırmaları incecik doğrayıp kuru soğan ve yağın yarısıyla beraber kısık ateşte birkaç dakika yumuşatın. Patatesleri tuzlu suda 5 dakika kadar haşlayıp soğutun ve rendeleyin. Tüm malzemeyi bir edip yağın geri kalanını koyduğunuz kızgın tavaya alın ve üzerine spatulayla bastırarak kısık-orta ateşte 12-14 dakika pişirin. Arada sırada yanıp yapışmaması için sallamak gerekiyor. Ters çevirip 10 dakika daha ateşte tutun. Her iki tarafı da güzelce renk alıp kızarmışsa bir tabağa alın ve dilimledikten sonra sürklü yoğurt sosla servis edin.
Okuyucuya not: Geçen hafta bahsettiğim internet üzerinden bıçak satışı yapan sitenin adresi www.sile.com.tr olacaktır. Yanlışlık için özür dilerim.