Kemikleri yerde gören baba televizyonda haberi çıkan restoran için “Çocukları yemek ziyan etmemeleri için buraya götürmeli” gibi bir şeyler gevelemişti.
Hayvanın baştan sona her tarafını farklı şekillerde pişirerek müşteriye sunan bu dünyanın en iyileri arasına girmiş restoranda et, kemik, kıkırdak neredeyse hiçbir şey atılmıyordu.
Evdekilerin dünyasına ait ender eğlencelerden biriydi onun için hareketli video seyretmek. Yaşlı kadının cumartesi öğleden sonraları herkesi evden gönderdikten sonra taktığı o siyah beyaz videoları beraber izlerlerdi. Kadın istisnasız her seferinde, sabit bir noktaya bakıyor olmanın yarattığı rehavetle uyuklamaya başlar, o da meydanı boş bulmanın hevesiyle, sadece yalnız kaldığı zamanlarda yaptığı gibi, sırtını gül ağacından berjerin kolçağına dayayıp iki ayağının üzerinde durmaya çalışırdı. Başlarda pek de kolay olmuyordu ama pratik yapa yapa alışmıştı işte sonunda. O hafta sonu da yine bir senfoni kaydıydı seyrettikleri. İnsanlara has müzikal yeteneğin zerresinden yoksun olduğu için, içinden mırıldanarak da olsa devamını getiremezdi eserlerin. Zannedildiği gibi iki boyutlu resimleri görmekle ilgili hiçbir sorunu yoktu ama siyah beyaz olmak koşuluyla... İşte bu yüzden, çocukların açtıkları programlardan, her türlü renkli çizgi filmden nefret ederdi. Yaşlı kadın da o eski kayıtları her açışında ayakucuna oturan dostunun merak ve becerilerinden habersiz, kendisini sevdiği için yanaştığını zannedip okşardı onu alnının ortasından. Dönüp dolaşıp yine 1966’da çekilmiş 5. Senfoni’yi takmış ve şekerlemeye başlamıştı kadın. Bizimkisiyse hiç anlayamadığı o müzik denen şeyi içinde hissettiğini aşikâr edecek kadar dünyadan kopmuş görünen adamı, Karajan’ı ekranda gördüğü anda alıp onu taklit etmeye başlamıştı her hareketinin ne kadar tuhaf enstantaneler yarattığının farkında olmadan. Bu kayıtların arada sırada rastladığı Hitchcock’un İngiltere dönemi filmlerine benzeyen korkutucu da bir yanı vardı. Aynı loşluktaki ışık, gölgeli suratlara odaklanan kamera ve Karajan’ın cinayet işleyecekmiş, en iyimser varsayımla hassas bir hamuru yoğurmaya çalışır gibi açılıp kapanan elleri; tüm bunlar, uyukluyor da olsa ancak yaşlı kadın yanındayken katlanabileceği bir ürperti verirdi ona. Biri fazla karmaşık olduğu, öbürleri de zaten sessiz çekildiği için, sonuçta hiçbir şey anlamıyordu.
ÇİNLİLER BENİ YERSE!
Tüyleri evdekileri zaman zaman kızdıracak kadar uzun ama sedef beyazıydı ve o heyecanlı orkestra şefinin saçlarına öykünürdü hep; neden onunkileri de böyle taramazlardı? Ve adamı bu kadar etkileyip kendinden geçmesini sağlayan neydi hakikaten? Böyle zamanlarda şanslı zamanlarında mızmız çocuklardan arta kalan iyi ayıklanmamış dana pirzolaları gelirdi aklına. Daha dün akşamki aile yemeğinde birkaç tanesini, bütün gece çene ağrısı çekme pahasına kemirmişti ama yine de yenilerinin hayalini kuruyordu. Kemikleri yerde gören babaysa televizyonda haberi çıkan restoranın şefini görmüş ve “Çocukları yemek ziyan etmemeleri için buraya götürmeli” gibi bir şeyler gevelemişti. Hayvanın baştan sona her tarafını farklı şekillerde pişirerek müşteriye sunan bu dünyanın en iyileri arasına girmiş restoranda et, kemik, kıkırdak neredeyse hiçbir şey atılmıyordu. Renkli olduğu için anlaşılmıyordu yine ama çocuklar şef Fergus Henderson’u korku filmlerindeki sevecen katillere benzetince masanın altında telaşlanmış, Çinlilerin dört ayaklı her şeyi yediğini daha yeni duyduğunu hatırlayıp kıstırıvermişti kuyruğunu... (St. John Restaurant; 26 St. John Street, Londra. (44) 207 251 08 48.
Barbunya püresi, poşe Yumurta ve gremolata
Zeytinyağlısını yıllarca sert beyaz peynir ve karpuzla yemekten sıkıldığım için, son birkaç yıldır barbunyayı sıcak yemeyi tercih ediyorum. Son zamanlarda yapmaya fazla fırsat bulamadığım için, bu hafta kahvaltıda biri önüme getirse keyif alacağım barbunyalı bir tarif vermek istiyorum. Bu fasulyeler, özellikle de tereyağıyla pişirilip püre haline getirildiğinde, yeni poşe edilmiş (çılbırdaki gibi hazırlanmış) yumurtayla birbirine çok yakışıyor. Ortaya çıkan gövdeli lezzeti biraz olsun hafifletmek, daha doğrusu ferahlatmak içinse üzerine İtalyanların meşhur ve basit “gremolata” salatasına benzeyen bir yeşillik eklemek istedim. Aslında salata demek için bile fazla sade ama içinde ince doğranmış maydanoz, bol limon kabuğu rendesi ve sarımsak olan, oldukça aromatik karışımlı klasik bir gremolata.
MALZEMELER: Barbunya Fasulyesi 500 gr. Tereyağı 50 gr. Kırmızı Biber 1 adet Domates Suyu 250 ml. Sarımsak 2 diş Domates 3 adet Defne Yaprağı 2 adet Tuz ve karabiber GREMOLATA İÇİN; Maydanoz 4 çorba kaşığı (ince doğranmış) Taze Kişniş 2 çorba kaşığı (ince doğranmış) Limon Kabuğu Rendesi 2 çay kaşığı ince rendelenmiş Sarımsak 1/4 diş rendelenmiş Zeytinyağı 1 çorba kaşığı Yarım Limonun Suyu Son anda karıştırılacak POŞE YUMURTA İÇİN; Yumurta Elma Sirkesi
YAPILIŞI: 1. Püre için tüm malzemeyi bir tencereye koyup üç parmak geçecek kadar su ekleyin, kısık ateşte pişmeye bırakın. 2. Azaldıkça azar azar su ilave edin ve piştiğinde ocaktan alıp defne yaprağını çıkarın. 3. Kırmızı biberin yumuşamış olan dış kabuğunu ve çekirdekli kısmını ayırın ve karışımı mutfak robotu ya da el blendırında çekin. Tuz ve biberini ayarlayın. 4. Kâsenin içine kırdığınız yumurtayı bir kerede, içinde 15 cm. derinliğinde kaynar su ve dört çorba kaşığı elma sirkesi bulunan tencereye yavaşça bırakıp 1,5 dakika kadar pişirin. Pişen yumurtayı sıcak barbunya püresi ve son anda karıştırdığınız gremolatayla servis edin. Not: Bir kerede tencereye üçten fazla yumurta kırmayın. Dilerseniz yumurtaları bir gün önce poşe edip hemen buzlu suya atarak bekletebilir, ertesi gün 30 saniye kadar ısıtıp servis edebilirsiniz.