Merkez Bankası, Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Vakıfbank’ı İstanbul’a taşımanın, Ankara’ya 1.5 milyar dolar kaybettireceği hesaplanıyor.
Bu hesabın Ankara için ölçülebilir bir anlamı var şüphesiz.
Fakat şu küresel dünyada, rakamla ölçülemeyecek değerler de halen mevcut.
40 bin çalışanıyla, başta "bankaların bankası" Merkez Bankası olmak üzere dört bankanın gitmesi, Ankara’da, zaten nicelik ve nitelik dönüşümü geçiren orta sınıfın erozyona uğraması anlamına geliyor.
Çünkü -tanımı üzerinde mutabakat olmasa da- banka çalışanları "orta sınıf" mensubudur.
Orta sınıf; demokrasi, insan hakları, laiklik, kültür, sanat, edebiyat gibi değerlere görece hassas; hiç değilse, bu değerlere sahip çıkacağı varsayılan bir kesimdir.
Bankaların Ankara’dan gitmesi, daha az insanın sinema ve tiyatro için bilet alması, daha az insanın kitapçıya gitmesi anlamına da geliyor.
Öte yandan bir banka çalışanı, ne kadar mütevazı maaşlar alırsa alsın, kömür, erzak, giysi yardımı yapan kurum, kuruluş ve derneklerin hedef kitlesi içinde yer almaz...
Yeni bozkıra selam olsun... Merkez Bankası ve ’hizmeti ayağa götürmek’!
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, 10 Ocak’taki basın toplantısında "Merkez Bankası çalışanları İstanbul’a gitmek istemiyor. Bunun sizin için bir anlamı var mı?" sorumuza verdiği uzunca yanıtın içinde şöyle bir bölüm vardı
"Bu, onları hem rahatlacak hem de hizmeti ayağa götürme anlayışından hareketle, Merkez Bankası’nın oradaki gücü çok daha farklı bir konuma gelecektir."
Bu değerlendirme, Başbakan’ın Merkez Bankası’na nasıl baktığı konusunda önemli ipuçlar içeriyor. Bir metin analizi yapıp, yukarıdaki cümleleri, karşıtından hareketle değerlendirecek olursak, çıkan sonuçlar şöyle:
* Merkez Bankası’nın rahatlamaya ihtiyacı var. Bunun için İstanbul’da olmalı.
* Merkez Bankası’nın hizmeti ayağa götürmesi gerekiyor.
* Merkez Bankası Ankara’da yeterince güçlü değil.Daha güçlü olabilmesi için İstanbul’da, İstanbul’a gidecek diğer bankalarla yanyana olması lazım.
Bu üç önerme arasında en çok dikkat çekeni ise "Hizmeti ayağa götürme anlayışı"
İlk görevi fiyat istikrarı, yani enflasyonla mücadele olan Merkez Bankası’nın hangi hizmeti kimin ayağına götürmesi gerekiyor, anlamak mümkün değil.
Merkez Bankası, bir mevduat ya da yatırım bankası mı ki, müşterilerin ayağına eleman göndersin?
İşin ilginç tarafı, Merkez Bankası da bu sorunun yanıtını merak ediyor.
Kıyametin koptuğu bu dönemde onları ne arayan var, ne de fikirlerini soran.
Başkan Gökçek’ten OSB’ler için manidar yanıt
İzleyen okuyucularımız hatırlayacaktır: Bu köşe geçen hafta "Sanayici Gökçek’ten memnun!" başlığıyla çıktı.
O yazıda ASO Başkanı Nurettin Özdebir’in Ankara milletvekilleri ile kenti yönetenlere verdiği yemekte geçen bir diyalogu aktarmıştık.
Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek’in de katıldığı yemekte, Özdebir’in "Bizim sayın başkanla halledemeyeceğimiz bir problem yok. Ama Organize Sanayi Bölgesi (OSB) için 500 metre yol istemiştik onu yapmadı" dediğini.
Fazıl Güleken aradı.
Güleken, Büyükşehir Belediyesi CHP Grup Başkanvekili.
Güleken, Başkan Gökçek’in daha önce OSB’leri "rant kapısı" diye nitelediğini anımsattı. Ve kendilerinin de bunun üzerine, soru önergesiyle konuyu gündeme getirdiklerini aktardı.
Başkan Gökçek, Güleken’in 8 Ekim 2007 tarihli soru önergesinde "’OSB’ler rant kapısına dönüştü’ derken neyi kastediyorsunuz?" sorusuna şu yanıtı vermiş:
"Siz neyi anlıyorsanız onu kastediyoruz"
Ben ASO Başkanı Nurettin Özdebir’in yerinde olsam 20 Kasım 2011 tarihli ve resmi nitelikteki bu yanıta alınırdım.
Çünkü Özdebir, Organize Sanayi Bölgeleri Üst Kuruluşu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini de yürütüyor.
OSB’ler kendi yağlarıyla kavrulmayı bilecek
Başkan Gökçek, aynı önergedeki bir başka soruya yanıtında da OSB’lere karşı olmadığını, buna karşılık, belediye sınırları içinde OSB’lerin belediye yetkileriyle donatılmasına karşı olduğunu söylüyor.
Ve ekliyor: "Madem ki OSB’ler belediye yetkilerini haizdir. Kendi yağlarıyla kavrulmayı öğrenmeleri gerekmektedir."