Ben oldum olası hayvanları çok severim. Çocukken mahallede ne kadar kör, kuyruğu kopmuş, bacağı kırılmış kedi köpek varsa toplayıp eve getirirdim.
‘İyileştikten sonra hemen geri bırakma’ sözü ile tedavisine başlanan yaralı hayvancık iyileştirilir, azıcık kendini toparlayana kadar evin içindeki varlığına anlayış gösterilir ancak sonunda, annemlerin değişiyle ‘ait oldukları yere’ yani sokaklara mutlaka bırakılırlardı. Çok istedim, çok tutturdum bir kedim olsun diye. Bizimkileri bir türlü ikna edemedim minik bir kedi yavrusu sahip olmanın bana çok iyi geleceğine. Kardeşimle birlikte kahramanca mücadele ettik, ama sonunda hep kaybettik ‘tüylü ev arkadaşı edinme savaşımızı’. Biz de ne yapalım, yazları dedemlerin bahçesine azımsanmayacak büyüklükte bir kedi ordusu toplayarak tatmin etmeye çalıştık hayvanlara karşı duyduğumuz sevgiyi. Arada uğrayan birkaç köpek de olurdu, kardeşimin kaplumbağası vardı bir de. Bahçenin kuytu bir köşesine saklanırdı, biz de saatlerce onu arardık, hem de panikle. Dünyanın en yavaş hayvanı değilmiş de, sanki koşup kaçacakmış gibi... Sonra babamdan bir öneri geldi. Hem bizim hayvan sahibi olma isteğimizi yerine getirecek, hem de onların ‘tüy, mama, bakım’ endişelerini giderecek bir orta yol bulunmuştu: Akvaryum alacaktık. Akvaryumu, motoru, taşı, yosunu, balığı derken su altı dünyasının küçük bir örneğini yaratıverdik salonumuzda. Tetra, lepistes, Japon... Rengarenk balıklarımız oldu böylece. Ancak uzun sürmedi hevesimiz. Pazar akşamüstü başlayıp yatıncaya kadar süren akvaryum temizleme faaliyeti bir süre sonra hepimize zor gelmeye başladı. Kim yemlerini verecek? Sularını kim değiştirecek? ‘Zaten biz beslediğimiz hayvanı elimizle sevmek istiyoruz, balıkla olmuyor’ dedik, çıktık kardeşimle işin içinden. O akvaryum da annem kapıya koyuncaya kadar yıllarca durdu dolabın bir köşesinde. Boş ve boynu bükük bir halde? Sonrasında balıklarla ilişkim dev akvaryum ziyaretleriyle gerçekleşti. İlk defa böyle büyük bir akvaryum gördüğümde şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. İçinde var olmaya alışık olmadığımız bir evren çünkü sualtı. Renkleri, sesleri, içinde barındırdığı değişik canlıları ile nefes alıp verebildiğimiz dünyadan çok başka bir dünya. İşte bu gizemli dünyayı bize gösterdikleri için seviyorum bu akvaryumları gezmeyi. Koskocaman bir köpekbalığına dokunabilecek kadar yaklaşıp, o sevimli canavar kolumu midesine indirmeden onu izleyebilme şansı verdikleri için.