Üç Maymun, AROG’u teknolojide geçti

Aylar önce Türkiye’de blu-ray teknolojisiyle basılacak ilk filmin AROG olacağını yazmıştım.

Haberin Devamı

Belki yapımcı elini çabuk tutmadığından, belki Cem Yılmaz’ın keyfi kaçtığından bilinmez bu özelliği AROG, “Üç Maymun”a kaptırdı.

Türkiye’de blu-ray olarak basılan ilk film Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’u oldu.

İmaj stüdyoları tarafından Almanya’da 5 bin adet bastırılan Üç Maymun’un blu-ray cd’leri henüz yeni gelmişti ki, benim de görme fırsatım oldu.

2 Şubat’ta raflarda olacak blu-ray Üç Maymun...

Yani şubat başından itibaren daha küçük boyutlarda ve kenarı mavi çerçeveli filmleri Türkiye’deki DVD raflarında da görmeye başlayacağız.

Aslında dünyada da çok yeni bir teknoloji bu, iki yıllık geçmişi var.

Amerika’daki DVD standlarında bile blu-ray filmler düne kadar küçücük bir bölümde sergileniyordu.

Peki nedir bu blu-ray?

Görüntü kalitesinde ulaşılabilecek son nokta diyebilirim.

VCD ile DVD arasında nasıl kalite farkı varsa, DVD ile blu-ray arasında da öyle bir fark var.

Artık Hollywood’da bütün filmler HD çekiliyor, blu-ray de HD (high definition) kalitesinde, yüksek çözünürlükte görüntü ve ses sunuyor.

Bu durumda yakın bir gelecekte evdeki DVD’ler çöp mü olacak?

Olmayacak, arşivlerimiz duracak ama yavaş yavaş piyasadaki ağırlığı blu-ray ele geçirecek, 1-2 yıl içinde DVD yerine blu-ray filmler almaya başlayacağız.

Blu-ray henüz pahalı bir teknoloji.

Bir Türk filminin DVD’si ortalama 19.99’dan satılırken, Üç Maymun’un blu-ray’i 39.90’dan piyasaya sürülecek.

Yabancı blu-ray filmler ise 55-60 lira arasında ama Amerika’da hızla düşmeye başladı bile fiyatları.

İşin güzel yanı blu-ray’in korsanı yapılamıyor, tabii şimdilik...  Korsanlar yakın bir tarihte eminim onun da formulünü bulurlar.

Türkiye’de ‘blu-ray player’ henüz üretilmiyor, öğrendiğim kadarıyla Vestel ve Beko’nun bu alanda yatırımları varmış.

“Eee Üç Maymun’un blu-ray’ini aldık, nasıl izleyeceğiz” demeyin...

Play Station 3’te...

PS3’ler dünyada da yaygın şekilde ‘blu-ray player’ olarak kullanılıyor.

Şimdi durduk yerde Üç Maymun kanıma girdi, 850 lirama malolacak.

Elimde Nuri Bilge’nin blu-ray filmi dolaşıyorum, PS3 almak için bir mağazaya girdim gireceğim.

Haberin Devamı

Basketbol Şampiyonası elden gidiyor

Haberin Devamı

Yumurta kapıya dayanınca iş yapmayı severiz, aynısını 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’nda yaşıyoruz şimdi.

24 ülkenin katılacağı, İstanbul ve Ankara’da iki, Antalya ve İzmir’de birer olmak üzere 6 salonda oynanacak Dünya Basketbol

Şampiyonası’nın önemini, ne büyük bir organizasyon olduğunu anlatmaya gerek yok.

Ancak Dünya Şampiyonası’nın yapılacağı 6 salondan 3’ü hâlâ ortada yok, varolan 3’ünde de eksikler tamamlanmış değil.

Ataköy’deki Sinan Erdem Spor Salonu’nda Dünya Finali oynanacak ama 16 yıldır bir türlü bitmeyen çok amaçlı salon hâlâ bitirilebilmiş değil.

Antalya Meltem’de yıkılan 100’üncü Yıl Spor Kompleksi’nin yerine yapılacak 10 bin kişilik salon ortada yok.

Ankara’da Atatürk Spor Salonu dışında maçların oynanacağı ikinci salonun daha projesi onaylanıp, ihalesi bile yapılmadı. FIBA sonunda olaya el koydu.

Önce resmi internet sitesinde, “Türkiye’deki spor salonu yatırımlarının 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası’na yetişmeyeceği” açıkça yazıldı.

Bunun üzerine Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu, “Ev sahibi ülkelere bu tür tazyikler hep yapılır, salonlar yetişecek” demekle yetindi, haa bir de Antalya’daki inşaatı gezdi.

Ancak FIBA ciddi, “Türkiye olmazsa hangi ülkede yaparız” seçeneğini ciddi olarak masaya yatırmış durumdalar.

Bunun üzerine Basketbol Federasyonu Başkanı Turgay Demirel, cuma günü apar topar İsviçre’ye gitti, FIBA’yı ikna etmeye, “tesisleri yetiştireceğiz” sözünü vermeye... El adamı lafla peynir gemisi yürümediğini biliyor tabii,  23 Ağustos 2010’da başlayacak şampiyonaya
şunun şurasında 1,5 yıl kaldı, icraat görmek istiyor.

Şu iki-üç ay içinde ciddi yol alınmazsa Ataköy’deki tesisi bitirmenize gerek kalmayacak, bir 16 yıl daha bekleyebilir...

Haberin Devamı

Çakma UGG

Hayrünisa Gül’ün kırmızı tabanlı ayakkabılarıyla 2007 kışında gündeme gelen Nursace markasını, o dönemde Christian Louboutin’i taklit etmekle eleştirmiştik. Geçen gün baktım vitrininde Avustralya menşeili son dönemin moda botu UGG’lar duruyor.

Bu kadar benzerlik olur yani, logosu, hatta kutusu bile aynı.

Hoş Nursace orijinal olduğunu ve Dubai’den geldiğini söylüyor ama Home Store’da 400 küsur olan botlar nasıl 150 liraya satılıyor anlamadım...

Bir de logosu olmayan UGG’lar var, 90 liraya satılıyor piyasada.

İnternet üzerinden satılanlar da var 140 liraya, içindeki yünleri en dandiğinden...

Bu gidişle Çin’i yakalar mıyız acaba taklit üretimde...

Yazarın Tüm Yazıları