Paylaş
Radyoları ayakta tutan pop müzik sektörünün sınırsızca özgür olmasını savunacaklarına, onu bunu kafalarına göre sansürlüyorlar.
Şarkı sözlerine karışır hale geldiler.
Argo kelimelerin şarkılardan çıkarılmasını istiyorlar.
Şarkıcının, söz yazarının yaratıcılığının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyorlar.
Oysa radyoların en büyük partneri sanatçılar.
Ne kadar çok yeni sanatçı çıkarsa, ne kadar çok yeni şarkı çalınırsa, müzik sektörü ne kadar büyürse radyolar da o kadar büyür.
Ama radyolar bunun farkında değil...
Yeni sanatçıları, söz yazarlarını destekleyeceklerine ‘otosansürle’ bunu engellemeye çalışıyorlar.
Daha önce içinde rakı geçiyor diye Özgün’ün şarkısını çalmaya yanaşmamışlardı.
Son dönemde de Zeynep Bastık’a sansür uyguluyorlar.
Zeynep’i Murat Dalkılıç’ın vokalisti olarak tanıdık. “Fırça” diye bir şarkısı var.
“Yanımda tedirgin eski bir fırça / Boyanmaz yeni bir sayfa / Resimden nasıl bir saf olduğumu anla” diyor şarkı.
Sonra da; “Neyse sen deftere şimdilik eksi yazma / Zamanla iyileşirim hayırlısıyla / Malum alışmak zor sürtük / Yaşanmışlıklarına / Pişmanlıklarına / Alışmak zor” diye devam ediyor...
İşte bu ‘sürtük’ lafından dolayı şarkıyı çalmıyor radyolar.
Zeynep Bastık’tan şarkının o bölümünü değiştirmesini istemişler.
Ne yapsın Zeynep Bastık? ‘Sürtük’ yerine ne uygun olur sizin için sevgili radyo yayın yönetmenleri? Zübük, dümbük ya da kütük uyar mı?
Şarkının söz yazarı Murat Dalkılıç’ın radyoların bu yaklaşımına sinirlendiğini, “İsterseniz hiçbir yerde yayınlamayın” diye rest çektiğini öğrendim.
Doğru olanı yapmış...
Söz yazarlarının, sanatçıların, şarkıcıların yaratıcılığına radyolar karışmaya başlarsa bu işin sonu gelmez.
Radyo yayın yöneticileri sansürü destekleyen değil, özgürlüğü savunan tarafta olmalılar.
Çünkü bu gemi batarsa radyolar da batacak...
Nil, Kelebek yazılarını kitap yapıyor
Nil Karaibrahimgil’in Kelebek’teki yazılarını çok sevdiğimi her yerde her fırsatta söylüyorum.
Kendi gündemi var ve o gündemi şarkı sözü yazar gibi yazıyor Nil...
Anne olduktan sonra ilk kez “Yalan Dünya”nın veda partisinde gördüm Nil’i.
Eşi Serdar Erener’le birlikte gelmişti.
“Kelebek yazılarımı kitap yapmayı düşünüyorum, ne dersin?” diye sorunca;
“Mutlaka yapmalısın” dedim...
Peki, köşe yazılarının kitap olmasını eleştiren ben neden böyle dedim?
Nil 10 yıldır Kelebek’te yazıyor, bizim gibi haftanın her günü de değil, haftada bir yazıyor.
Bu 10 yıl içinde unutamadığım ve en önemlisi güncelliğini yitirmeyen yazıları var onun...
Hepsini toplu halde görmek çok iyi olacak.
Bu yüzden Kelebek yazılarını kitap yapmalısın Nil, merakla bekliyoruz...
Yünlü deriden köpekbalığı
İstanbul’da 9. Deri Fuarı devam ediyor. TÜYAP’ta salı günü başlayan fuarın bugün son günü...
300’ün üzerinde firmanın katıldığı fuarı, 3 gün içinde 15 bin ziyaretçinin gezmesi bekleniyor.
Türkiye, moda dünyasında marka yaratamadı ama dünyaca ünlü moda devlerinin en büyük deri tedarikçisi konumunda.
Yünlü deri üretiminde dünya lideri Türkiye...
Bu deri fuarında benim en çok ilgimi çeken, sanatın deriyle buluştuğu “Art Meets Leather” bölümü oldu.
Heykeltıraş Kemal Tufan, Günnur Özsoy ve Ebru Yılmaz ile ressam Meray Akmut’un deri malzeme ile ürettikleri büyük boyutlu işler
sergileniyor fuarda.
Benim en çok sevdiğim ise Ebru Yılmaz’ın kırmızı deriden çalışması ve Kemal Tufan’ın yünlü deriden yaptığı bu köpekbalığı oldu...
Su altı heykelleriyle de tanınan Kemal Tufan, iki tane yaptığı deri köpekbalığı heykellerini 20 günde tamamlamış.
100 tabaka deri kullanmış.
Köpekbalıklarının her biri 35 kilo.
Fuarı düzenleyen Türkiye Deri Vakfı Başkanı Ruken Mızraklı’dan aldım bu bilgileri...
Deri gibi erkeklerin egemen olduğu bir sektöre kadın eli değdiğinde işler böyle estetik bir hâl alıyor işte...
Mangallı maraton
Eski Avrasya, şimdiki Vodafone İstanbul Maratonu bu şehrin en önemli etkinliklerinden biri...
Spora bu kadar uzak bir toplumun yılda bir kez de olsa sporla yatıp kalkması, eğlence olarak görse de maratona katılması önemli...
36 yıldır yapılan bir etkinlik bu...
Bu yıl da çok renkli görüntülere sahne oldu. Bizim Yonca Tokbaş da balarısı kostümüyle katıldı maratona.
Rengarenk kostümlerle, flamalarla, bayraklarla koşulmasına hiçbir itirazım yok.
Aksine, bunlar İstanbul Maratonu’nu çok renkli kılıyor.
Ama son yıllarda giderek işin tadı kaçmaya başladı.
Sırf gazetelere çıkmak için, ilgi görmek için çılgınlık peşinde koşanlar var.
Mangal yapıyorlar Boğaz Köprüsü’nün üzerinde mesela.
Mangalın koşuyla, sporla, maratonla ne ilgisi var?
Organizasyon komitesi bu işleri engellemeli.
Roma’da, Barcelona’da koşulara tanık oldum, hiç böyle bir şey görmedim.
Aslında dünyanın pek çok yerinde koşan Yonca’ya sormak lazım.
Böylesi başka yerde var mı Yonca?
Alaturka maraton olarak tarihe geçeceğiz bu gidişle...
Hapı tek tek yutsak!
Dün Hürriyet’in manşeti çok çarpıcıydı; yılda yaklaşık 2 milyar kutu ilaç içiyoruz...
İlaca ödediğimiz para yıllık 16.3 milyar lira...
Kişi başına 15 günde 1 kutu ilaç düşüyor.
Peki durum bu kadar vahimken tek tek ilaç satılmasını yeniden tartışmamızın zamanı gelmedi mi?
Geçmişte uzun uzun tartışmıştık bu konuyu.
Bu kadar ilaç israfının en büyük nedeni bu...
İki-üç adet ilaç kullanmak için bile bir kutu ilacı heba ediyoruz.
Amerika’da ve Avrupa’da tek tek ilaç satışı yaygın.
Hürriyet’in dünkü manşetinde yer alan verilerden sonra bunu yeniden tartışmanın zamanı geldi...
Paylaş