Paylaş
Halk arasında daha çok Tophane Cami olarak biliniyor, hemen yanında İstanbul Modern bulunuyor...
Camide bir süredir restorasyon çalışması var ve iki minaresi de yıkılıp yeniden yapılıyor.
Merak edip araştırdım.
1826’da camiyi ibadete açan II. Mahmut, şerefelerin alçak olduğunu, bu yüzden kubbenin şerefeler arasına çekilen mahyayı kapattığını görmüş ve değiştirilmesini istemiş.
Bir ay içinde minareler alt şerefelere kadar yıkılıp daha yukarıya alınmış.
1950’lerin sonunda minarelerin birinin tehlikeli şekilde eğildiği görülmüş ve tamamen yıkılıp tekrar yapılmış.
Bir süredir restorasyon çalışmaları sürüyor Nusretiye Cami’de.
İki minare de yıkılıp yeniden yapılıyor.
Buna restorasyon değil, inşaat derler.
Nusretiye Cami’nin minarelerinin 1950’lerden sonra bir daha yıkıldığına dair bir bilgi yok.
Yani neresinden bakarsanız minareler 63 yıllık, (bir teki 1826’dan kalan mı bilmiyorum)...
Restore etmek varken “Nasıl olsa 63 yıllık” diyerek yıkıp yeniden yapmak ne kadar doğru?
Nusretiye Cami’nin minarelerinde ne vardı, yine tehlike yaratacak derecede eğilmiş miydi?
Yoksa restorasyon zor olduğu için yeniden inşa etmek gibi bir yol mu tercih ediliyor?
Restorasyon konusunu beceremediğimizi surlardan, çeşmelere kadar örnekleriyle defalarca yazdım bu köşede...
Nusretiye Cami de son örnek oluyor galiba.
Ülkücü gay’ler
Ülkücü gay ve lezbiyenler bir Twitter hesabı açtılar “UlkucuLGBT” adıyla...
Seslerini duyurmaya çalışıyorlardı, MHP yönetiminden destek istiyorlardı.
İnternet siteleri haber yapmaya başlayınca çok sayıda spam almaya başladıklarını duyurdular.
Dün baktım, saldırı sonucu Twitter tarafından hesapları askıya alınmış...
Web sitelerini açtım, o da çökertilmiş.
Yani birileri diyor ki; siz konuşmayın, siz sesinizi çıkarmayın!
Bırakın arkadaşlar komünist gay’ler de konuşsun, ülkücü gay’ler de konuşsun, İslamcı gay’ler de konuşsun.
Kötü bir şey değil bu...
Susmak, susturmak en kötüsü.
Nerede eski bienaller
İstanbul Bienali’nin 2’ncisinin yapıldığı 1989 yılında ben gazeteciliğe yeni başlamıştım, üstelik kültür sanat servisinde çalışıyordum.İlkini de öğrenci olarak gezmiştim. Yani ilk yapılandan bu yana tanışıklığımız var bienalle...
13. bienali gezdikten sonra şuna karar verdim; Galiba eski bienallerin tadı yok...
İlk bienallerde İstanbul’un tarihi mekanları kullanılırdı. Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya, Aya İrini Müzesi ve Sultanahmet Meydanı’nda özel projeler olurdu. Sarkis’in, Komet’in, Gülsün Karamustafa’nın çalışmalarını hatırlıyorum. Atatürk Havalimanı’ndan Kız Kulesi’ne, Sirkeci Garı’ndan Taksim Meydanı’na uzanırdı etkinlikler.
Bu yılki sergi mekanlarına bakıyorum: 1- Antrepo, 2- Galata Rum Okulu, 3- Salt ve 4- Arter... Tamamı Cihangir etrafında... Bir tane numune 5533 var, o da İMÇ Blokları’nda.
Daha da büyümesi gerekirken sanki Beyoğlu’nda dar bir çevreye sıkışmış, şehre yayılmak yerine kendi kabuğuna çekilmiş gibi.
Tamam, bienalin Türk çağdaş sanatına katkısı büyük... Tamam, Türk sanatçılarının dünyaya açılmasına öncülük etti... Tamam, aynı tarihlerde şehirde pek çok serginin açılmasına da vesile oluyor. 1987’den bu yana 13 bienalle hepimizin ufkunu açtı.
Bienal lafını bilmezken Türk sanatseverini çağdaş sanatla tanıştırdı. Bunların hepsi için İKSV’ye ve başta bugünün sponsoru Koç olmak üzere bütün geçmiş sponsorlara teşekkür ediyoruz.
13. bienale de yetmez ama evet diyoruz.
Not 1: Rehber eşliğinde ve kitapçıkla gezmezseniz çalışmalardan bir şey anlamanız zor.
Not 2: Rehberler keşke derslerine daha iyi çalışmış olsalardı. Takılan, kalabalık karşısında heyecanlanan rehberler var ki, olacak şey değil...
Not 3: Bienali gezmeniz için önünüzde tam 20 gününüz var, alın eşinizi dostunuzu değişik bir hava soluyun.
Paylaş