Berlin Olimpiyat Stadı’nda Mesut Özil’in topu her ayağına aldığında yuhalandığına tanık oldum.
Almanya’daki Türkler’in psikolojileri ilginç. Bu konuda fena halde aldatılmış hissediyorlar kendilerini. Mesut’un kendilerine ihanet ettiğine inanıyorlar. Türkiye’de de böyle düşünen geniş bir kitle var. Ancak Türkiye’de bunun normal olduğuna inanan, Mesut’un kararına saygı gösteren aklıselim insanlar da bulunuyor. Almanya’daki Türkler bu konuda çok daha tutucu. Maçtan sonra dışarıda konuştuğum Türkler’in hepsi Mesut’a ateş püskürüyordu. Attığı golden sonra son derece efendice davranmasını bile inandırıcı bulan yoktu. Oysa ben Mesut’u çok samimi buldum. Türk yanını da, Alman yanını da... Peki Mesut, 2011 Ekim’inde Türkiye’de oynanacak Almanya maçında yuhalanır mı? Ben yuhalanmayacağına, tam aksine Türk seyircisinin Mesut’a ilgi göstereceğine inanıyorum. Tabii bunun Mesut’un bir yıl boyunca Real Madrid’de göstereceği performansla da ilgisi var. Real Madrid’i bu sezon taşıyan bir Mesut’la Türkler gurur duyar ve Türkiye’de oynanacak Almanya maçında yuhalamaz. Berlin’de kahvaltıda bu konuyu tartıştığımız Sergen ve Rıdvan ise bunun tam tersini düşünüyor. Tabii onlar futbolcu gözüyle bakıyorlar olaya ve özellikle dört büyüklerde oynamış Sergen taraftar psikolojisini çok iyi biliyor. Kimin haklı çıkacağını seneye öğreneceğiz. Not: Benim için maçtaki en önemli şey, 50 yıldır Almanya’daki Türkler’i aşağılayan, küçük gören Almanlar’ın 50 yıl sonra hep bir ağızdan bir Türk’ün adını haykırması, “Meeesut Ööözil” diye tempo tutmasıydı...
Hesap lütfen...
İstanbul’un gece hayatı anormal pahalı. Berlin’in en gözde kulüplerinden biri olan Puro’ya gittik geçenlerde... Puro, 20 katlı bir binanın en üst katında hizmet veren, şık, pırıl pırıl bir mekan. Kapısında 100 metre kuyruk var, içerisi tıklım tıklım... Etrafta birbirinden güzel kızlar, yakışıklı çocuklar, kıyafeti düzgün tipler. Trendy bir yer olduğu her halinden belli. Kalabalık bir grup olarak locada oturduk, en pahalı içkileri içtik, sabaha kadar eğlendik. Adam başı 70 Euro ödedik. Şişe şişe şampanyaların, votkaların açıldığı öyle bir geceyi İstanbul’un popüler mekanlarından birinde yapsak adam başı en az 150-200 Euro öderdik. Sonra ben “dünyanın en pahalı gece hayatı İstanbul’da” deyince, işletmeciler bana kızıyor...
Sanatçıyı mı seveceğiz yaptığı işleri mi
Sanatçıları yaptıklarına göre mi değerlendireceğiz, sanatlarına göre mi diye yazmışım 2 Ekim’de. Emir Kusturica’nın festivale gelmesi gerektiğini söylediğim yazıda... Madem tartışma alevlendi, daha açık yazayım. Elbette benim için de sanatçının ırkçılığa, soykırıma, şiddete, savaşa karşı duranı makbul. İyi ama adam böyle düşünmüyorsa ne yapacağız? Adamın politik düşünce olarak façası varsa, sapıksa, faşistse, özel hayatında kadına şiddet uyguluyorsa bütün filmlerini, şiirlerini, resimlerini yok mu sayacağız? Roman Polanski küçük çocuğa tecavüz etmekten hüküm giymiş bir pedofili... Almanlar’ın en ünlü müzik grubu Rammstein ırkçı... Ermeni grup System of a Down, diaspora sözcüsü... Carmina Burana’nın yaratıcısı Carl Orff, Nazi sempatizanı... Salvador Dali, faşist Franco’yu kutladı... İsmet Özel, ‘İslamcı-faşist’ damgasını çoktan yemiş eski solcu bir şair... Marquis de Sade, sadizmin mucidi, cinsellikte en uçlarda gezinen bir ‘sapık’... Ömer Seyfettin, faşizmin sınırlarını zorlayan bir ‘kızıl elma’cı... Liste uzaaar gider... Kimi özel hayatında, kimi toplumsal olaylarda kabul edilir normların dışında pozisyon almış adamlar. Bundan dolayı tüm bu adamların yaptıklarını yok sayabilir miyiz? Emir Kusturica’nın “Çingeneler Zamanı”nı, “Arizona Dream”ini ne yapacağız? Kaldı ki, Bosna’daki soykırım hakkında söylediklerinin çarpıtıldığını söylüyor... Buna rağmen Kusturica’ya eski sevgimden eser var mı? Sıfır... Ama benim onu ve değişen fikirlerini sevmemem, gözümde iyi bir sinemacı olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzden Antalya Film Festivali’ne de giderim, Kusturica’nın filmlerini de izlerim... Hep bir mesafe koyarak.