Meryem Ana mucizesi olsa ne değişir

Fatima, Lizbon’dan kuzeye Porto’ya doğru giderken iki şehrin ortasında sıradan bir kasabadır.

Biricik özelliği Meryem Ana’nın son olarak burada görüldüğü efsanesidir.

Rivayete göre Meryem Ana, 13 Mayıs 1917 günü burada üç küçük çoban çocuğa görünmüş ve üç sır vermiştir.

Çocuklar bir çitin önünde gördüklerini söyledikleri Meryem Ana’nın bu sırrını kiliseye iletirler ve meşhur "Fatima’nın üç sırrı" hikayesi böyle doğar.

O sıradan kasaba, bugün "Meryem Ana’nın son görüldüğü yer" olarak tüm dünya Hıristiyanları için önemlidir...

Kasabanın bugün tek gelir kaynağı da, Meryem Ana’nın son görüldüğü yeri görmeye gelen turistlerdir.

Selçuk’ta çıkan yangının Meryem Ana Evi’ne gelip de beş metre kala durması dünkü gazetelerin çoğunda ’ilahi mucize’ olarak yer aldı.

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe de çıktı; "Ortada ilahi mucize falan yok. Aksine yangın Meryem Ana Evi’in çok yakınında başladı" dedi.

Felaketlerden bile olumlu bir şeyler çıkaramaz mıyız?..

Bu olay ’son Meryem Ana mucizesi’ olarak anılsa kime ne sakıncası var?

Bırakın ’ilahi mucize’ olsun...

Hatta bırakın yangını Meryem Ana durdurmuş olsun...

Yabancı basında, kulaktan kulağa tüm dünyada yayılsın gitsin bu şehir efsanesi...

Kime ne zararı var?

Tam aksine, yanmış yerleri, yangının nasıl 5 metre kala durduğunu dünya Hıristiyanlar’ı koşa koşa gelip yerinde görsünler...

’İlahi mucize’ yaklaşımını dün bazı internet siteleri, misyonerce bulmuş...

Gazetelerin Hıristiyanlık propagandası yaptığını yazmışlar...

Yılmaz Özdil de, kasım ayında Papa ziyarete geleceği için, Türkiye’nin doğal güzelliği gözükmesin diye Yunanistan’da eğitim gören PKK’lıların yaktığını söylüyor Meryem Ana Evi civarını...

Fazla zorlama bir komplo teorisi geldi bana...

Oraya doğa güzelliği için değil, dini görev için geliyor gelen...

Arap çölü çok mu güzel de, milyonlarca Müslüman’ı topluyor her yıl?..

Dolayısıyla bırakalım yürüsün gitsin bu şehir efsanesi...

İsteyen, ilahi mucize bilsin bunu...

Fatima’ya dokunduğundan daha çok faydası dokunur bize.

Peruklu Kazım Kanat, dazlak Ahmet Çakar...

Dünkü Sabah Spor’dan öğrendik ki, Kazım Kanat’la Ahmet Çakar büyük bir iddiaya girmiş.

Beşiktaş mı ligi üstte tamamlayacak, Fenerbahçe mi diye...

Kazım Kanat kim kaybederse diğerinin ayakkabısını boyamayı önermiş.

Bu iddia Ahmet Çakar’ı kesmemiş olacak ki, o daha da ileri gitmiş:

"Fenerbahçe ligi daha yukarıda bitirirse, kafana Bonus peruğu takıp programa çıkacaksın.

Yok Beşiktaş üstte tamamlarsa, ben saçlarımı kazıtacağım."

Bu da gösteriyor ki, Çakar gaza geldiği zaman çok kötü bir pazarlıkçı oluyor.

Ne de olsa, peruklu Kazım Kanat’ın cezası en fazla 5 dakika sürer.

Oysa Ahmet Çakar, en az üç ay her yerde dazlak dolaşmak zorunda kalacak...

Bir de bu çok eski bir rating numarası değil mi?..

Ben bu işlerin, Kanal 6’da canlı yayında sakallarını kesen toy Can Tanrıyar’la bittiğini zannediyordum.

Meğer bitmemiş!

En iyisi Santra’yı peruklu ve dazlak sunsunlar, daha çok rating alırlar.

Lütfi Akad’ın Kanun Namına’sını sinemada izler misiniz?

Londra’da yaşayan bir arkadaşım geçenlerde yaşadığı ilginç bir deneyimi anlattı.

Erkek arkadaşının zorlamasıyla kalkmışlar sinemaya gitmişler.

Kaldı ki arkadaşım tam bir sinema tutkunudur.

İstanbul’da olduğu dönemde festivalleri kaçırmaz, vizyondaki filmleri sıkı şekilde takip eder.

Buna rağmen neden ’silah zoruyla’ sinemaya gittiğini hemen söyleyeyim.

Çünkü National Film Theatre’da gösterilen, Carol Reed’in yönettiği, Orson Welles’in oynadığı 1949 yapımı siyah-beyaz The Third Man (Üçüncü Adam) filmiymiş.

Herhangi bir festivalde falan değil, normal vizyon filmi olarak gösteriliyormuş...

Arkadaşım, "Sıkılırım falan diye gitmek istemedim ama salonda tek kişilik boş yer yoktu. Gözlerime inanamadım" diyor.

Belki bin kere televizyonda gösterilmiş, kim bilir kaç kere vizyona çıkmış, videoda, DVD’de izlenmiş bir film yeniden sinemelarda gösteriliyor ve salon full çekiyor...

Enteresan bir kültür değil mi?..

Arkadaşım bu olayı anlatmadan başlıktaki soruyu sordu bana...

"Herhalde gidip izlemezdim" dedim.

Siz ne yanıt verirdiniz?

Üstelik Kanun Namına çok güzel bir filmdir.

Beyaz dizi

Biz küçükken komşu ablalar elinden düşürmezdi beyaz dizi kitaplarını...

Yıllar sonra Hafta Sonu dergisi bu nostaljiyi yeniden canlandırdı.

"İlk Aşkım" adlı bir beyaz dizi kitabı...

Her hafta dergiyle birlikte, bu seriye devam edeceklermiş.

Aldım çevirdim sayfaları, her beyaz dizi kitabı gibi masum ve dokunaklı bir aşk hikayesini anlatıyor.

Benim için nostaljik bir yolculuk oldu.

Kadın okurlar içinse sahil kenarında iyi bir ’soap opera’ tadı olacaktır.

SES PERDESİ

Gürültü tartışmasına Reina kendince bir çözüm bulmuş.

Geçtiğimiz akşam gördüm, gecenin ilerleyen saatlerinde deniz tarafına 4-5 metre yüsekliğinde kalın kadife perdeler çekiyorlar.

Tabii manzara hak getire.

Bu çözümün gürültüyü ne kadar engellediğini bilmiyorum.

Ancak kısa süre sonra daha modern çözümler, yeni ses perdeleri, camekanlı formülleri hayata geçirecekmiş Reina...

Sıkıntılı haftalardan sonra hem müşteriyi hem de şehir sakinlerini memnun edecek çözümler sonunda bulunacak gözüküyor.
Yazarın Tüm Yazıları