Paylaş
Arkın’la evinde buluşup röportaj yaptık. Güldüğümüz, eğlendiğimiz, zaman zaman gözlerimizin dolduğu müthiş bir sohbet oldu. Hızımı alamayıp Malkoçoğlu’yla bilek güreşine bile oturdum. Ama tabii oturmamla kalkmam bir oldu...
◊ Eskilerden dedikodu var mı?
- (Gülüyor) Ne derler unumu eledim, eleğimi astım.
◊ Gayet iyi gördüm sizi...
- İki günde bir yüzmeye gidiyorum ve yürüyüş yapıyorum. O biraz beni ayakta tutuyor. Prostat ameliyatına kadar da gayet iyiydim. Bir doktor olarak bütün hastalıkların nedeninin hareketsizlik, bütün hastalıkların tedavisinin de hareket olduğunu söylüyorum. Prostat ameliyatı olmadan önce çocuklarla maç yapıyordum.
◊ Futbol maçı mı?
- Evet... Halı sahada...
◊ 70’ten sonra bile sahalardaydınız yani...
- 6-7 yıl oldu ameliyat olalı. O zamana kadar sahalardaydım. İki kez de prostat ameliyatı geçirdim.
◊ Büyük bir sevgi var size karşı. Nedir bu Yeşilçam’ın ve sizin filmlerinizin sırrı?
- Öncelikle Türk halkını tanımak lazım. Ben 20 yıla yakın alkol ve uyuşturucu konusunda bilgiler verdim. Karış karış Anadolu’yu gezdim ve sonra Türklerin olduğu Avrupa ülkelerine gittim. Türk halkı arif aslında. Onlarda öyle bir yaşama isteği, yenilmeme, her şeyle baş etme, karşı koyma var ki... Müthiş bir şey. Çocukluğumda bizim ağılın hemen önünde taş, toprak, kaya vardı. Yetmiyordu koyunların geliri bize. İki ablam, annem, babam, ben...
◊ Çocukluğunuz Eskişehir’de mi geçti?
- Eskişehir’de... Kayaları ezdik, tek tek küçülttük, küçülttük, sonra toprakla karıştırıp gübreledik. Babam 40 torba buğday getirdi ve onları ektik. Bir sabaha karşı bozkırın güneşinde beni uyandırdı ve ektiğimiz tarlanın kıyısına götürdü. “Bak oğlum, buğday filizleri büyüyor, sesini duyuyor musun?” dedi. Müthiş bir şey. Ben o filizlerin büyüme sesini duyarak yetiştim. Aileye ekonomik katkım olsun diye yılda 3 ay bekçilik yapardım. Orada çiçeği, böceği, yağmuru, güneşi, bulutu öyle bir yaşadım ki... Tüm bunlar bende bir yürek zenginliği yarattı. Ve ben Cüneyt Arkın olduğum zamanda da harcadım o güzellikleri.
◊ Dolayısıyla o halka da geçti...
- Varsa burada bir şey (kalbini gösteriyor), onu aktarıyorsun.
◊ Ve karşılığını da alıyorsun...
- Dedim ya bizim Türk halkı ariftir diye... Senin kendisine karşı olan hissiyatını anlıyor, hissediyor. Mesela şarkıcılar derdi ya, “Beni siz var ettiniz, sizin sayenizde şöhret oldum” diye. “Hadi oradan” derdim. Senin samimi olup olmadığını keşfediyor halk. Dürüst olup olmadığını hemen anlıyor. Sınavı geçtiysen, Türk halkının o minnet duygusunu aktarmadaki gücünü anlatamam. Teşekkür edecekken minnetle bakar, yüreği akar sana. Bir soğuk pınar gibi gelir boşalır. Türk insanı müthiştir, anlamak gerekir.
◊ Türk insanının sevgisini kazanmak herkese nasip olmuyor...
- Geçen gün bir şarkıcıya onu söyledim, “Çık Anadolu’ya git” dedim. “İnsanlarla konuş, dağı taşı gör, halıları gör, kilimleri gör.” İnan bana dünyanın en büyük ressamlarında bile o renk ve ahenk yok.
◊ Sanatçı dediğinin kendi toprağını keşfetmesi lazım önce...
- Anadolu insanını tanımadan haybeye türkü söylemiş olurlar. 40 bin tane türkü var yahu, sen ne diyorsun...
BEN MESAJLARIMI KÖTÜ ADAM ÜZERİNDEN VERDİM
◊ Rahmetli Tarık Akan’la darbe öncesi “Maden”i çektiniz. O filmden sonra Tarık Akan daha da politikleşti. Ama sizin siyasi yönünüz ön plana çıkmadı...
- Ben körü körüne siyaset yapmadım. Ama sosyokültürel bütün olayları kahramanın ya da kötü adamın bünyesinde topladım. Mesela “Yıkılmayan Adam” ve “Cemil Dönüyor”... Cemil’i geçen gün seyrettim, bugünün Türkiye’sini gördüm. “Cemil Dönüyor”, “Adalet” gibi filmlerimde hep Türkiye gerçekçiliği vardır.
◊ “Mesajları kötü adam üzerinden verdim” diyorsunuz...
- Tabii. Kötü adamsız film olmaz. (Gülüyor) Ben halkın yaşadığı gerçekleri kurguladım.
◊ Özlüyor musunuz o günleri?
- Güzel günlerdi. Benim en büyük kazancım, Türk halkını tanımak oldu. Her şeyiyle; örfüyle, yaşama biçimiyle, kültürüyle... Şimdi bir kesim bozuluyor Türk halkına, “Ak Parti’ye niye oy veriyorlar” diye. Çok kaba bir söylem bu. Türk halkını anlamak lazım. Bir de değişimi anlamak lazım.
◊ Ya o değişimdeki Atatürkçü değerler? Geçen gün oğlunuz bu konuda bir tartışma yaşadı. Güzel de yanıt verdi.
- Türkiye, Osmanlı’dan müthiş bir entelektüel kültür açlığıyla geldi, sanayi yokluğuyla geldi, teknoloji sıfırdı. Türk halkına mirastır bu. Ve o miras içinde bir de kırsal kesimden şehirlere göç oldu. Gecekondularda toplanan insanlar hâlâ o mirasın etkisinde... Mesela Osmanlı, İstanbul’u hiç değiştirmedi. Köyden gelen Anadolu insanı değiştirdi İstanbul’u. Yine de Türk insanı bütün bu entelektüel yokluğu ve sanayi yokluğunu gideremedi. Sanayileşemedik. Çünkü sanayileşmek, büyük toplumsal değişiklikler getirir. Yolunu kaybetmemeye çalışıyor Türk halkı. Ama yol gösteren yok. Bu kapitalist emperyalizm öyle iç hesaplarla Türkiye’ye girdi ki, ulus devletimize kadar geldi tahrip etmeye. Bütün değerlerimizle oynadı, değersizleştirdi bizi.
◊ Terör, darbe girişimi, Suriye... Tüm bu yaşadıklarımız bunların sancıları mı?
- Hâlâ oynuyorlar bizimle. Mesela ben alkol ve uyuşturucunun zararlarını anlattığım konuşmalarda ara sıra tarih konularına da girerdim. Biz Türk gençliğinde tarih bilincini oturtamadık. Tarih bilincini oluşturabilseydik, uygar bir millet olma yolunda bir aşama kaydetmiş olacaktık.
◊ Çünkü doğru düzgün anlatılmadı bize...
- Bir ara “Belgesel yapacağım” dedim. “Bana tarihi malzemeler gönderin” dedim. Neler gönderdiler, neler... Eyerin bulunmasıyla ve at binmekle ilgili bir sürü doküman yolladılar. Demek ki hâlâ müthiş bir merak var tarihe, tarihİ filmlere...
GECELERİ ATLARLA AHIRDA YATARDIM
◊ Siz bir atı tek başınıza devirebiliyor muydunuz?
- Ben başka bir yol bulmuştum.
◊ Neydi o?
- Şimdi atı devirmek için yeri kazar, yumuşak kum doldururlar. At oraya girdiğinde devirirsin, bir ayağın arada kalır. Fakat çok yumuşak kumla at arasında kaldığı için bir şey olmaz. Biz “Dünyayı Kurtaran Adam”daki sahnelerde bu yöntemle bayağı bir at deviriyorduk. Bir akşam baktım her yeri şişmiş ayağımın. Sonra ben başka bir numara çekmeye başladım...
◊ Ne yapıyordunuz?
- Ön ayaklarını telle bağlıyordum atın, sonra onu sarıyorduk. Telin sonuna kadar son derece hızlı koşuyordu, tel bittiği yerde atın ayağı takılıyor ve düşüyordu.
◊ Hayvan severler duymasın...
- Bizim filmlerimizde hayvanlara zarar gelmezdi. Biliyor musun ben o atlarla geceleri ahırda yatardım, konuşurdum, arkadaş olurdum onlarla...
◊ Bu anlattığınız telli yöntemle ayağınız atın altında kalmıyordu tabii...
- Hayır.
◊ Ama daha tehlikeli değil mi tel yöntemi? Atın üzerinden uçar gider adam...
- O işte bilirkişisine kalmış bir şey. Zamanlayıp da atladığın zaman çok kolaydır. Mesela ben filmlerde havada uçuyordum değil mi?
◊ Uçmak ne kelime, havada dövüşüyordunuz siz...
- Uçmak değil, inmek önemli olan. Suya balıklama atlar gibi atlıyorsun. Kauçuk bir yatak var altta, yüzükoyun düşemezsin. Yüzükoyun düşersen çuval gibi pof yapışırsın mindere. Ne yapacaksın?
◊ Bana sormayın, ben pof diye yapışırdım...
- Tam yaklaştığın zaman, mindere 1 metre kala havada döneceksin, takla atıp sırtüstü düşeceksin. Müthiş bir şeydir o da. Bak anlatırken bile heyecanlandım.
SÖYLEYİN DİRİLİŞ’ÇİLERE OK YİYEN YÜZÜSTÜ DÜŞER Mİ?
◊ Gençlerin tarihi filmlere ilgi duymasında “Kara Murat” gibi filmlerin de etkisi var...
- Seviniyorum tabii buna. “Tarihi filmleri iyi ki çekmişsin Cüneyt Abi. Tarihimizi canlı canlı izliyoruz” diyorlardı her sınıftan insanlar. Mesela “Diriliş Ertuğrul”u izliyorum, orada börkü görüyorum, çadırı görüyorum. Bende tarihime dair gizli kalmış bazı duyguları kıpırdatıyor. Onun için böyle şeylerin yapılması lazım.
◊ “Diriliş Ertuğrul”u seviyor musunuz?
- İzliyorum. Güzel yapıyorlar. Büyük bir emek var tabii. Müthiş saygı duyuyorum. Bir de tarihle ilgili şunu söyleyeyim; tarih uzmanları çıkıyorlar ya sürekli ekranlara... Tarihi yanlış anlatıyor onlar.
◊ Öyle mi?
- Evet. Geçen biriyle karşılaştım, “Osmanlı’nın oku kaç metre gidiyordu?” diye sordum. Söyle bakalım kaç metre gidiyordu?
◊ 300-400 diyeyim.
- Çık, daha çık...
◊ 700-800 mü?
- Çık yahu, Osmanlı bu...
◊ 1000 metre mi gidiyordu bu ok?
- 1200 metre gidiyordu. Yarışmalarda kayıtları var. Ben bunları araştırıp kaleler zapt ediyordum filmlerimde.
◊ Nasıl zapt ediyordunuz, zor muydu?
- Çok zordu. Bazen düşünüyordum, tarihte de kaleleri zapt edenler böyle zorluk çekti mi diye... Çünkü bizde ‘usta’ addedilen yok. Öyle her şeyi yapan dublör yok. Mesela “Diriliş Ertuğrul”da ok yiyen herkes yüzüstü düşmüş. Ok yiyen yüzüstü düşer mi ya?
◊ Nasıl düşer?
- Sırtüstü düşer...
◊ Belki sırtından yedi oku?
- Ah işte bak, o olmaaaz! Çünkü Osmanlı sırtından vurmaz. Bunları da bilmek lazım işte...
ATLA BERABER CAMA GİRDİM CAM KIRILMAYINCA PARMAK GİTTİ
◊ Duygusal mısınız peki?
- Çok. Yaşlandıkça daha da duygusallaştım.
◊ Peki gençliğinizde de öyle miydiniz?
- Duygusaldım. Mesela atlarla bile öyle güzel dostluk kurardım ki... Dedim ya onun yattığı yere ben de yatardım. Çünkü sen onun yanına yattığında, o seni aileden biri biliyor.
◊ Atlarla yatıyordunuz ama ‘kodunuz mu oturttuğunuz’ figüranlara çok çektirdiniz...
- Yok o teknik görüntü. Elim değmiyordu. Yoksa beyin sarsıntısı, beyin kanaması geçirir figüran. Ona çok dikkat ederdim.
◊ Hiç döverken sakatladığınız biri oldu mu?
- Yok olmadı. Ama bir keresinde bir kıza tokat atacağım, küçük parmağım değdi. Sakattır o parmağım da ha... Bir şey yok halbuki, sadece değdi ama benim yüzümdeki mahcubiyet öyle bir yansımış ki kameraya... Bir de piyano çalarken takma dişim düşmüştü aynı filmde.
◊ Parmağınız nasıl kırılmıştı?
- Kırılmadı, koptu kopacak haldeydi. Bir filmde saraya giriş sahnesi vardı. Girişine bir cam yaptırmıştık. Batıda adamlar camı şekerle yapıyor. Hem kırıyor hem yiyorlar. (Gülüyor) Bizde o imkan nerede? Cam hem çok sert, hem de sıkışık olacak ki vurduğun zaman patlasın. Patlamazsa sen patlarsın! Ben de sarayın girişine geliyorum atla birlikte. Zemin Arnavut kaldırımı gibi, taş. Atın ayağı kaymasın mı! At da, ben de girdik cama. Kıramadım ben o camı. Bir baktım o parmağım kopmuş sonra. O haldeyken yine de filmi çektim. Sol elimle dövüştüm. İzle bak, o filmin ikinci yarısı boyunca sadece sol elimle dövüşürüm ben. Sağ elimi hiç göstermeden tamamladım filmi.
◊ Etiler’deki evde mi buluşurdunuz figüranlarla çalışmak için?
- O zamanlar barfiks, trambolin vardı bizim evin bahçesinde. Bir kavga sahnesi geldiğinde benim 10-15 tane kavgacım vardı. Onlarla çalışırdık devamlı. Bütün kavgayı kaba haliyle yapar bitirirdik biz evde. Sete gelip kameraman için bir prova yapılır ve çekilirdi. O 10-15 tane kavgacım iyi yetişmiş çocuklardı. Bilirlerdi kavgayı. Sadece senin vurman gerekmez çünkü, karşı taraf da vurabilir sana.
◊ Biz hep Cüneyt Arkın’ın dövmesine alıştığımız için karşı tarafı hiç hesaba bile katmıyoruz...
- Öyle deme, bir gün karatecilerle çalışıyorum, biri gerçekten çaktı bana bir tane. Allah’ı var, iyi de oturttu çocuk...
AYAKÜSTÜ SEVİŞTİK AMA İŞİN SİHRİ VARDI
◊ Setlerde bu anlattıklarınızı yapan adama tabii ki tüm kadınlar hayran olur...
- Bak onu pek tadamadım ben. Vaktim yoktu. Gece gündüz çalışıyordum. Ayaküstüydü bizde her şey. Anladın sen. (Gülüyor)
◊ Bugün de hızlı yaşanıyor ya her şey, siz daha o yıllarda keşfetmişsiniz...
- Doğru, şimdi de ayaküstü sevişiyorlar. Ama arada bir fark var: Şimdi sihri bitti işin.
◊ O zamanlar ayaküstü de olsa yine bir sihri vardı değil mi?
- Olmaz mı, vardı. 2-3 mısra şiiri vardı işin... Süslemesi vardı...
◊ Siz o süslemeyi iyi yapar mıydınız?
- Ben hep acayiplere rastlardım. Bırak şiiri, hikaye bile anlatıyordum. (Gülüyor)
◊ Hikaye yazar mıydınız sahiden?
- Evet.
◊ Kapı aralarında yazdıklarınızı değil, gerçekten yazdığınız hikayeleri soruyorum.
- Duruyor ama kitaplaştırmadım.
◊ Neden?
- Yazdığım kitaplar okunmaya imkanı olan kitaplar olmasına rağmen onlar bile çok satmadılar.
◊ Siz yine de yayınlayın o hikayeleri...
- Sırası gelince çocuklar yapacak onu.
◊ Sizden sonra mı yayınlansın istiyorsunuz?
- Şimdi yeniden okuyacağım, o günlere döneceğim... Başka bir duyguya gireceğim... Bak mesela geçen gün izlediğim bir filmde tavuk gördüm, başladım ağlamaya.
◊ Neden?
- Çocukluğuma döndüm. O hayatı özlemişim. Bu pencerede oturup kuşları izliyorum. Bak şu karşıdaki kuşu gördün mü? Ne çok şey anlatıyor bize... Bir kuşun gelip yanıma konması bende başka bir duygu yaratıyor.
◊ Belki o buğday filizinin sesidir?
- Evet... İki köpeğim ve bir sıpam vardı o zamanlar. Fedakarlık, paylaşmak, dostluk, yardım etmek... Bütün bu insani duyguları ben onlardan öğrendim. Yeri geldiğinde “Senin için ölürüm” der gibi canını riske atıyordu o hayvanlar. Ben yıllar sonra karıma “Senin için ölürüm” demeyi öğrendim.
◊ Daha önce demez miydiniz?
- Bilemiyorum. O kadar derin bir şeyin içinde değildim. Vakit yoktu belki de. Ama şimdi yıllardır yan yanayım, baş başayım.
Altın Kelebek gecesi harikaydı
◊ “Bebek” diye mi sesleniyorsunuz hâlâ eşiniz Betül Hanım’a?
- Evet. Söyledim ya, öl dese ölürüm. O olmasaydı ben Cüneyt Arkın olabilir miydim?
◊ Olamaz mıydınız?
- Olamazdım. Alkolü onun ve Türker Abi’nin (İnanoğlu) sayesinde bıraktım. O gece Altın Kelebek’e mesela beni kim çağırırsa çağırsın gidemezdim. Türker Abi olduğu için oradaydım. Yürüyemiyorsun, çocuğunun yardımıyla sahneye çıkıyorsun... Her sanatçı bunu yapamaz.
◊ Minnet duyduk, bir kez daha teşekkürler.
- Çocuğumun yanımda olması bana başka bir güç veriyor tabii. Her sanatçı o haliyle görünmek istemez. O ameliyattan sonra mutlaka nöropati (el ve ayaklarda oluşan hissizlik duygusu) olur dediler.
◊ Sıkıntısını yaşıyor musunuz?
- Ameliyattan sonra yürüme zorluğu oluştu. Tabanlarımda his kaybı var. Çimene basmakla demire basmak arasında bir fark yok şu an benim için. 81 yaşına gireceğim, yeter ya...
◊ O nasıl söz, olur mu öyle şey...
- Bütün organlarım 75’e göre ayarlamış kendini. 75’i geçince şaşırdı herhalde (Gülüyor)...
◊ Törende eski bir Altın Kelebek’te size “Kaleleri zapt ettin, bir Altın Kelebek’i tutamıyor musun” dendiğini söylediniz...
- Oldu gerçekten yıllar önce. Düşürüyordum ödülü. Yakaladım ama. “Bu ödülün sorumluluğu ağırdır” dedim. Harika bir gece oldu Altın Kelebek. Bakmayın kurcalayanlara.
KARA MURAT MI DÖVER BATTAL GAZİ Mİ?
◊ Bir oyuncu 1 senede nasıl 15 film çeker?
- 20’ye çıktığım yıllar oldu. Hem de günde 12-16 saat çalışarak. Cumartesi-pazar dahil. Ama şimdi düşünüyorum da; keşke daha az film yapsaymışım da hayatı daha fazla yaşasaymışım. Çünkü delikanlılık, gençlik çağlarında oburca yaşayacaksın, dörtnala koşan atlar gibi aşklara, sevdalara gideceksin. Ben bunları ıskaladım. Neyse ki karımla çok büyük aşk yaşadık. Hâlâ ona çiçekler alırım, mektuplar yazarım.
◊ Batman’le Superman bile kapıştı. Bizim Kara Murat’la Battal Gazi kapışsa, hangisi diğerini döver?
- Malkoçoğlu... Çünkü ilk göz ağrım. Malkoçoğlu’nda başka bir sihir vardı. Çok izlenirdi Malkoçoğlu...
◊ Bir sürü anınız vardır Yeşilçam’a dair. Birini anlatır mısınız?
- Yıllar önce Almanya’ya gittim, ulaşımımı sağlayan birini verdiler yanıma. Adını bile hatırlıyorum; Rıza... Beni görünce “Hoş geldin Tarık Abi” dedi. Ben bozuldum tabii. Akşam evine davet etti. Üç tane de çocuğu var. Çocuklar bir ara televizyonu açtılar. Bir baktık televizyonda benim filmim oynuyor. Rıza baktı baktı; “Ya” dedi, “Tarık Abi sen Cüneyt Arkın’ı tanırsın. Nasıl bir heriftir bu?”
◊ Hâlâ Tarık Akan zannediyor sizi!
- Evet. Öldük gülmekten.
EŞEKOĞLUEŞEK ÇOK iYi OYNAMIŞ
◊ Türk sinemasında en büyük zorluğu figüranlar mı çekti?
- Figüranlar benden değil ama koşullardan çok çekti tabii. Bir tanesi soğuk bir günde ağaca çıktı, kaydı düştü, kaburgası çatladı. Yine de devam etti işine. Mesela yanma sahnelerinde belli bir yere kadar yanardı figüranlar. Öyle korunaklı kıyafetler falan yok. Gerçekten yanıyor adam... Koşup söndürüyorduk ama bazen fazla yanıyorlardı. Yine de ses çıkarmayıp aynı şeyleri yapmaya devam ederlerdi. Ama tüm bunlar gerçek olduğu için, iş bittiğinde sette çay dağıtan çocuk bile “Ne güzel film yaptık be abi” derdi.
◊ Çünkü her şey imkansızlıkla yapılıyor...
- Tabii. Hiç unutmuyorum bir sette kahve istedim, prodüksiyon amirinin yardımcısı “Yok” dedi. “Çay var mı?” dedim, yok. “Soğuk su verin bari” dedim, “Vallahi o da yok” dediler. Düşün halimizi...
◊ Cüneyt Arkın’a da mı yok?
- Hiç kimseye yok.
KENAN İMİRZALIOĞLU’NU ÇOK BEĞENİYORUM
◊ Yeşilçam’ın bir başka ustası Tarık Akan’la dostluğunuz da çok öncelere dayanıyor değil mi?
- Çok eski. Kaç filmde oynadık ya...
◊ Cenazesinde on binler uğurladı. Gerçekten ender oyuncuya nasip olacak bir şeydi...
- Evet, gittim oradaydım. Türk halkı sanatçısına olan vefasını gösteriyor.
◊ Oğlunuz Murat’ın oynadığı “Dağ 2” filmini izlediniz mi?
- Evet. Benim için en önemlisi de gişede yabancı filmleri geçmesi, yılın en çok izlenen filmi olması. Çok sevindim tabii...
◊ Nasıl buldunuz oyunculuğunu?
- Eşekoğlueşek çok iyi oynamış. Hiç abartı yok.
◊ Kötü olsaydı da söyler miydiniz?
- Hem de nasıl söylerim.
◊ Genç oyunculardan kimleri beğeniyorsunuz?
- Kenan İmirzalıoğlu’nu çok beğeniyorum mesela.
KÜÇÜK GELİNLER İÇİN ŞİİR YAZDI
◊ İki hafta önce cinsel istismarla ilgili bir yasa gündeme geldi ve sonra geri çekildi. Ne diyorsunuz?
- Türkiye Suriye’de savaşıyor, başımızda PKK, FETÖ belası var, ekonomi sallanıyor, Türkiye bir yol ayrımına girmişken bütün bunlarla ilgileneceklerine böyle şeylerle uğraşmalarını ben anlamıyorum. Allah akıl versin. O kadar kızıyorum ki bu konulara, bir şiir bile yazdım bu konuyla ilgili...
◊ Okuyabilir miyim?
- Vereyim sana, istersen yayınlayabilirsin de.
Çocuk gelin
Beyaz gül çiçeği üzerine düşmüş yağmur damlası
İşte öyle masum, tertemiz
Ve çocuk
Örgülü, uzun saçlarında beyaz kurdelalar
Seksek oynuyor
Pembe, küçük çiçekli elbisesi
Uzun etekleri altında ince bilekleri
Her çizgiyi atladığında
Güzel yüzü daha da çocuklaşıyor
Sonsuz özgür ve bahtiyar
Dünya daha da güzelleşip yaşanır oluyor
Sonra...
Kara, iri bir erkek eli kavrıyor saçlarını
Atıyor yatağa, çıkıyor üzerine adam
Ağzı, koyu, karanlık bir çukur
Küçük kız çocuğu...
Anlamadı olup bitenleri
Yüzünde acıklı bir çaresizlik
Masum gözleri, boşluğa bakıyor
Malkoçoğlu’yla kıran kırana
Bendeki akla bakın, vurdu mu deviren Cüneyt Arkın’a röportaj sırasında “Bilek güreşi yapalım mı abi?” diyerek sağ elimi uzattım.
“Sağ elim biliyorsun sakat, sol elle istersen yapalım” dedi. Elimi bir kavradı, avucunda kayboldu elim. “Ben çiftçi çocuğuyum, toprakla çok uğraştığım için ellerim büyük” dedi.
Sonra baktı çıtır çerezim, “Rakibin elini biraz kendine doğru çekersen avantaj sağlarsın” diye ipuçları vermeye başladı.
Ama nerede, korkudan titriyorum Malkoçoğlu’nun karşısında. Tuttuğu gibi devirdi beni. Anladım ki yürümekte zorlansa da 80’lik Malkoçoğlu’nun gücü kuvveti hâlâ yerinde.
Levent Kulu, “Hürriyet web için bu sahnenin videosunu çekmem lazım” deyince...
“Tek bir şartım var, berabere kalacağız” dedim. Girin bakın Hurriyet web’e. Malkoçoğlu’na yenilmemiş adamım ben bilek güreşinde...
Efsaneler yıkılmaz
Levent Kulu’yla Cüneyt Arkın’ı bulmuşuz, fotoğraflar, videolar çekiyoruz.Sohbet üzerine sohbet ediyoruz...“Abi iş uzadı ama senin gibi efsaneleri her zaman bulamıyoruz” dedim Cüneyt Arkın’a...“Ne efsanesi ya... Deli misin sen? Abartmayın böyle. Benim ne farkım var fotoğrafçı kardeşim senden?” diye yanıt verdi Cüneyt Arkın.“Nasıl efsane değilsin abi, Cüneyt Arkın’sın sen” deyince ben; “Sahi öyle miyim? Nereden biliyorsun?” deyip kahkahayı patlattı usta oyuncu.Anladım ki efsaneler yıkılmaz!Enerjisiyle, gücüyle, esprileriyle hep dimdik ayakta dururlar...
Kötü adamı iyi seçeceksin
Cüneyt Arkın’ı yakalamışken izlediği dizileri sormadan durur muyum. Anlattı:
“Poyraz Karayel en sevdiğim dizi ama bu sezon senaryo zayıflamaya başladı.
Anne, sezon başından beri en düzenli izlediğim dizi oldu. Ama çok dramatize be. Türk sineması bile yapmadı o kadarını...
Vatanım Sensin’i izliyorum. Çok iyi başladı o da...
Bir de TRT’deki Sevda Kuşun Kanadında’yı izliyorum. Diriliş’i söyledim zaten.
Bu dizici arkadaşlara bir tavsiyede bulunayım: Kötü adamı iyi seçeceksin. Güçlü olacak kötü adam. Düşünsene sonra gelip Cüneyt Arkın yenecek onu.”
Paylaş