Fatih Terim’le Belçika teknik direktörü Vandereycken arasında geçen tartışma tam bizim önümüzde yaşandı.
Herkes Fatih Hoca’ya yükleniyor şimdi, yaptığı hareketlere, konuk teknik direktöre, topa vurmasına...
Ekranda bunların sadece bir kısmı yayınlandı oysa hemen önümüzde görünen çok açık bir tahrik vardı.
Vandereycken gerilimi yükselten, bununla oyunu soğutmaya çalışan, rakibi sinirlendirmeye çalışan taraftı.
Maalesef Fatih Hoca da bu tuzağa düştü, sinirlerine hakim olamadı ama olunacak gibi değildi.
Önce neden Terim’in kendisine ayrılan bölümü ihlal ettiğine taktı...
Bu kıvılcımın ardından da tansiyon hiç düşmedi.
Durup durup birbirlerine laf attılar. Sonunda da Vandereycken sahaya ikinci topu attı, resmen attı. Vakit geçirmek için, oyun dursun diye...
Bunun üzerine de Terim o anda elinde bulunan bir diğer topu Vandereycken’e, al bunu da sahaya at manasında uzattı.
Kısa bir süre sonra da Terim, küçük bir şutla topu rakip kulübeye doğru gönderdi.
İstese Vandereycken’e nişanlayabilirdi topu, o kadar yakın mesafe.
O kadarını yapmadı.
Tamam sahalarda görmek istemediğimiz hareketler bunlar ama hırsızın hiç mi suçu yok.
Terim’in saha içindeki bu görüntüsü çok eleştiriliyor ama ben futboldaki bu yırtıcı tarzının giderek bir ekol olduğunu düşünüyorum.
Kulübeden çıkmayan, son derece mülayim hocalar olduğu gibi kaybetmeyi asla kabul etmeyen yırtıcı hocalar neden olmasın?..
Terim güvercin değil, şahin sınıfında...
Geçen gün bir yabancı sitede Fatih Terim’in en büyük özelliğinin, maç öncesinde ve devre arasında oyuncularını motive etme yeteneği olduğu yazıyordu.
Taktiklerinden çok bu yırtıcı tavrını ve hırsını oyuncularına geçirdiği ve olmayacak maçları ikinci yarıda çevirdiği yorumu yapılıyordu.
Ve yazıda bundan iyi bir futbol meziyeti olarak bahsediliyordu...
Baro seçimlerinde arkadaş kıyağı
İstanbul barosunda seçimler yaklaştı ya gazeteciler köşelerini desteklediği avukat adaylarına ayırmaya başladılar...
Adayların hepsini biliyorlar mı, objektif bir değerlendirme yapıyorlar mı yoksa sadece tanıdıkları aday arkadaşlarına destek olsun diye mi bu yazıları yazıyorlar emin değilim.
Önceki gün Vatan’da Mine G. Kırıkkanat, uzun bir baro seçim yazısı yazdı.
Daha doğrusu açık açık desteklediği adayın ne büyük meziyetleri olduğunu...
Her baro seçimi öncesinde olduğu gibi bu tür yazılara seçime kadar daha çok rastlayacağız.
Avukatlar tanıdıkları gazeteci arkadaşlarından kendilerini desteklemesini isteyecekler, onlar da diğer adayları bilmeden gözü kapalı methiyeler düzecekler...
İçlerinde umarım ’arkadaş hatırına’ yazılmayan sağlıklı değerlendirmeler de çıkacaktır.
Baro seçimleriyle ilgili bu tür yorumlar çıkarken, avukatlarla ilgili iki sütuna sıkışmış haberler de yer alıyor gazetelerde. İntihar haberleri bunlar...
Avukatlar peşpeşe intihar ediyor ülkede, avukat Mehmet K. intihar etmiş son olarak, ekonomik sıkıntıda olduğu için.
Gelişmiş ülkelerde en saygın ve en çok kazanan mesleklerden olmasına rağmen Türkiye’de intihar ve ekonomik zorluklarla yan yana anılır oldu avukatlar.
Avrupa’da Amerika’da paraya para demeyen üst düzey avukatları geçtim, ortalama bir avukat bile iyi kazanan meslek sınıfındadır. Bizde bir avuç iyi avukat dışında çoğu zor durumda, daha da kötüsü giderek mesleki itibarlarını kaybeder oldular.
İstanbul Barosu’nda 5000 CMK avukatı var, aylar süren dava başına aldıkları para 200-300 lira! Merak ediyorum baro seçimlerinde adaylar içinde bu konulara çözüm getirmeyi düşünenler var mı, yoksa ben de arkadaş hatırına bir baro yazısı mı patlatayım...
Özkök’ün performansı
Ertuğrul Özkök televizyonda gözükmeyi sevmeyen yayın yönetmenlerinden...Çok mecbur olmadıkça çıkmıyor, yıllardır benim programıma çıkarmaya ikna edemedim ama Mirgün Cabas’la Ruşen Çakır dün sabah NTV’ye çıkardılar.
Özkök çok hassas konularda konuşmasına rağmen son derece sakindi...
Başbakan’ın aksine sadece sertliği tercih etmedi.
Gerektiği kadar sert, gerektiği kadar uzlaşmacıydı.
25 dakika içinde söylemek istediklerinin hepsini akıcı bir şekilde söyledi.
Özkök’ü izlerken çok iyi bir canlı yayın konuğunu kaçırdığıma üzüldüm.