Geçen yıl da yazmıştım değişen bir şey yok; Dolmabahçe Sarayı’nın önü hálá lağım kokuyor.
Her yaz artan bu kokuya yıllardır önlem alınmadı, alınmıyor.
Dolmabahçe adından da anlaşılacağı gibi sonradan doldurulmuş bir alan, eskiden burası bir koymuş...
Yıllar sonra buranın lağım kokacağını nereden bilsin, dolduran Barbaros Hayrettin...
Akdeniz adalarından topladığı 16.000 esiri çalıştırıp bu sahil şeridini doldurmuş ve rıhtıma dönüştürmüş efsane denizci...
Donanmanın gelip Dolmabahçe önüne demirlemesi de onun zamanından kalma bir gelenek.
İşte o Dolmabahçe, Swissotel’den mi kaynaklanıyor yoksa Ritz’den mi, yoksa alt yapı yetersizliğinden mi bilemiyorum yıllardır lağım kokuyor...
Yaz aylarında önünden geçen herkesin burnunu tıkadığı tam bir felaket bölgesi.
Beşiktaş Belediyesi’nin güney sınırının başladığı yer Dolmabahçe Sarayı.
İki yıl önce Başkan İsmail Ünal buradan başlayıp Ortaköy’de biten çok güzel bir Atatürk fotoğrafları sergisi de yaptırdı tarihi duvara...
Ancak bir yandan Atatürk’ü anarken, diğer yandan onun en sevdiği yeri, hayata gözlerini yumduğu mekanı fosseptike gömdük...
İsmail Ünal bu ayıba mutlaka el atmalı, mümkünse bugün bir Dolmabahçe Sarayı’nın önünden arabanın penceresini açarak geç Başkan, ne dediğimi daha iyi anlayacaksın...
Yarısı yanmış ağaç
Haziran’ın sonunda Çanakkale’de çıkan yangından geriye nasıl korkunç bir manzara kaldığını hafta sonu Bozcaada’ya giderken gördüm.
Gelibolu’dan Eceabat’a giderken yarımadanın sağ tarafı yemyeşildir, sol tarafında masmavi Çanakkale Boğazı uzanır, o kıvrımlı yolda araba kullanmak ayrı bir zevktir.
Ben yine o hevesle girdim tabii Gelibolu yarımadasına...
Bir orman yangınının nasıl bir felaket doğurduğunu ilk kez bu kadar çarpıcı gördüm.
Ağaçlar kömüre dönmüş, toprak simsiyah, geçen yıl ’ne güzel bir yer’ diye bıraktığımız yeşilliğin yerinde kömürleşmiş bir arazi var...
Yer yer yolu da atlayıp deniz tarafındaki ağaçları da kül etmiş yangın.
Bazı ağaçlar yarısı yeşil yarısı simsiyah kalmış...
Hayata tutunmaya çalışır gibi, yeniden tomurcuklar belirmiş üzerlerinde.
1994’te de aynı yerler yanmıştı, şimdi yananların çoğu da o dönem dikilen ve bugün bölgedeki genç örtüyü oluşturan ağaçlar...
Bu yaz yolunuz Çanakkale’ye doğru düşerse Eceabat’a giderken yol kenarında yarısı yanmış ağaçlar göreceksiniz...
İçiniz acıyacak...
Doğayı çocuklarımıza sevdirmenin ne kadar önemli olduğunu anlayacaksınız.
Mutlu olma
İnsanların mutsuzluğundan mutlu olanların sayısı ne kadar fazlaymış.
Pınar Altuğ’u dövmeye hálá doyamadılar.
Yağmur Atacan’la sevgili oldu, iki gün sonra ayrılır dediler...
Evlenmeye karar verdi, iki ay sonra boşanır dediler...
Kadın hamile hálá kocasının yaşını sorguluyorlar.
Çocuğu doğursa, bu gidişle "Yağmur’dan değil" diyen de çıkar şaşırmam.
Pınar’la Yağmur’un mutluluğu ne çok insanın gözüne battı.
Bu çifte yapılanlar ayıp sınırlarını çoktan aştı...