HAYATIN akışına öyle kaptırıyoruz ki kendimizi, bir bakıyoruz geride kaybolan onca yıl kalmış.
Basit bir muhasebeye bile, yılbaşında, bir özel gün veya bir yıldönümünde oturabiliyoruz.
Bunlar, hayat seyrinin "kerteriz"leri.
Biraz olsun muhasebe yapabildiğiniz diğer "durak"lar ise seyahatler.
Bu satırları Bakü seyahatimin hemen ardından yazıyorum.
İlk gidişimin üzerinden tam 15 yıl geçmiş. O yıllarda, yolunuz Moskova’dan geçtiğinde, en çıplak biçimiyle yokluğu görüyordunuz.
Bakü’de ise dostlarınızın gönülleri gibi zengin sofralar karşılıyordu sizi.
Birlikte "çörek kesiliyordu".
Onların gözünde, Türkiye bir "kutupyıldızı"ydı.
Onlar "beklenti" içindeydiler; bizimkilerin verdiği ise sadece "söz"dü...
Daha önce de yazdım; uçlarda gezinmeyi seviyoruz.
Yelpazemizde hiç ara renk yok; ya toptan kabul, ya tamamen ret!
Halbuki hayat sadece iki renkten ibaret değil ki...
Bir kısmımız, bu coğrafyaya, "at gözlükleri" ve onun daracık açıklığından baktı.
Çoğumuz zaten görmezden geldi.
Oysa büyük ve önemli bir coğrafyadan söz ediyoruz.
Başından itibaren büyük düşünebilmeliydik.
Tarihimizin ve coğrafyamızın bize yüklediği misyona, ona yakışacak bir vizyonla sahip çıkmalıydık.
Eğri oturup doğru konuşalım.
Bir iki istisnanın dışında hep sınıfta kaldık.
* * *
Geçen hafta, Başbakan Erdoğan’ı izledik.
Önce Şanlıurfa ve Adıyaman gibi Ortadoğu’ya yakın şehirlerdeydi.
Sonra Selanik’e, siyaset literatürüne "Balkanlaşma" terimini kazandıran coğrafyaya gittik.
Son olarak da Bakü’ye; Türk dünyasının en önemli şehirlerinden birine.
Biz, bu üçgenin tam merkezindeyiz.
Dünyayı ve Türkiye’yi bir düşünün.
Tarih, gözünüzün önünden hızlı bir film şeridi gibi aksın.
Yaşadığımız coğrafyanın zorluklarını, onlarla gelen fırsatları ve bizim her zaman nasıl ıskaladığımızı bir hatırlayın...
Uçakta Başbakan’a bunu sordum.
Cevabı tek cümleydi:
"Artık gündemi belirlenen bir ülke değil, gündem belirleyen bir Türkiye var."
Bu önemli bir iddia.
Topyekûn taşıyıp sürdürebileceğimiz bir misyon.
"Uzlaşma"yı, sadece kulağa hoş gelen bir sözcük olarak değil, ancak bir kültür olarak kabullenmeye başladığımızda kolaylıkla taşıyabileceğimiz ortak sorumluluğumuz...
İddialı; ama hayalci olmayan sözlere ne kadar hasret kalmışız.
Başbakan’la konuşmamızın üzerinden günler geçti.
Bu söze takıldım.
Ancak, bir gerçek daha var.
Böyle bir iddiayı sürdürmeye ve onu taşıyacak duruşa, tek kişinin arzusu yetmez. Bu isim, Başbakan Erdoğan bile olsa.
"Uzlaşma kültürü" içinde, demokrat, hür, modern, müreffeh ve kendi referanslarına sahip çıkan bir Türkiye, hepimizin "ortak" hedefi olmalıdır. Bunun için yürütme de, yasama da, yargı da gereken sorumluluğu almalı.
Ve elbette medya da...
Bir diğerini sorumluluğa ortak etmekten kaçarak değil, tam aksine sorumlulukları paylaşarak sonuç alabiliriz.
Hepimizin görevi, böyle bir Türkiye’nin ısrarlı takipçisi olmaktır.