Yol yakınken...

Türkiye, 22 Temmuz’dan ve 28 Ağustos’tan başlayarak, Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı ve Tayyip Erdoğan Başbakanlığı altında yepyeni bir tarihi döneme ayak bastı. Bu tarihi dönemde nasıl yol alacağı, tutturduğu yolda hangi adreslere varacağı şimdiden çok net gözükmüyor.

Haberin Devamı

Türkiye’nin dünya çapındaki pek az siyasal bilimcileri ve sosyologları arasında yer alan Prof. Şerif Mardin bile Ak Parti’nin seçim zaferini överken ve tahlil ederken, gelecek konusunda “kefil” olmuyor, olamıyor. Hürriyet’te Pazar günü yayınlanan söyleşisinde Ak Parti iktidarını “yakın izlemede” tutmak gerektiğini vurguluyor,“askeri darbe”yi tümüyle devreden çıkartarak “demokrasi içinde, katılımcı” bir tavırla “denetlenmesi” gerektiğini ifade ediyor.

Ak Parti iktidarının, “sivil-asker bürokrasi” ya da “eski yönetici elit” nezdinde “şaibe”den arındırılması, ağzıyla kuş tutsa mümkün değil. Onlarca yıl sahip oldukları “imtiyazları” yitireceğini sezen bu çevreler, her fırsatta, Ak Parti iktidarına karşı “sert muhalefet” ortaya koyacaklar.

Gül-Erdoğan yönetimi, bir yandan aralarındaki “tesanüt”ü koruyarak ve en az onun kadar önemli biçimde “geniş bir ittifaklar yelpazesi” oluşturarak, “icraat”ta bulundukları takdirde “salimen” yol alabilirler.

Haberin Devamı

Kendilerinden önceki hiçbir iktidarın sahip olamadıkları “avantajlar”a sahipler ama hiçbirinde bulunmayan “dezavantajları”, rotalarında olabildiğince “geniş” iç ve dış ittifaklar yelpazesini gerekli kılıyor.

İktidarın ilk haftalarının verdiği “sinyaller” bu konuda pek “özenli olmadıkları”nı gösteriyor.

Yüzde 47’nin “dar kadro”ya ve siyasetine verildiği gibi bir yanılgı içindeler. “Karar mekanizması”nı topluma daha da açmak yerine, “zafer sarhoşluğu” emareleri gösteriyor gibiler.

 

***              ***          ***

 

Ak Parti iktidarı, şu sıralarda gerekli “dış desteğe” yeterince sahip gözüküyor. Ama, bu “destek” ve “onay” kayıtsız şartsız değil. Ak Parti lider kadrosu, bunun yani “dış onay”ın “kayıtsız-şartsız olmadığı”nın ne kadar ayırdında, anlaşılmıyor.

Örneğin, AB’nin Genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn’in, iktidardan gelen “ilk sinyaller”den hayal kırıklığı içinde bulunduğu kulağımıza geldi. Olli Rehn, 22 Temmuz seçim sonuçlarının meşruiyetini ve bu çerçevede Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına giden yolun açılmasını da, kendi “siyasi kariyeri”ni riske atabilecek bir kararlılık ve hararetle savunmuştu.

Haberin Devamı

Aynı Olli Rehn, Kasım’da yayınlanacak “İlerleme Raporu” öncesinde 301’in kaldırılması ya da çok büyük çapta değiştirilmesi, Vakıflar Yasası’nın çıkartılması vs. gibi “simgesel değeri”çok büyük ve önemli adımları, hükümetin savsaklama eğiliminde olduğu izleniminde.

Daha önce de belirtmiştik, hükümete egemen eğilim, 301 gibi kestanelere elini sürmeden, bu işin Yeni Anayasa ile kendiliğinden halledilmesi. Yeni Anayasa’nın çıkması –çıkarsa- teknik olarak bir yıl geçmeden mümkün olamayacağı için, 301, Vakıflar Yasası gibi hükümetin “reform kararlılığı”nın ölçüsü olacak adımlar da tavsar.

Bu gibi adımlar tavsadığı ve Ak Parti iktidarı AB yolunda tökezlediği vakit, Türkiye’nin iç ortamının nasıl olduğunu 22 Temmuz’a giden son bir yıllık süreçte gördük. Ak Parti, başta MHP ve bazı devlet kurumlarının muhalefetinden tırsarak, demokratikleşmeyi savsakladığı noktada, kendi elini kolunu da bağlıyor, kemendi kendi boynuna geçiriyor.

Haberin Devamı

Bu konu, sadece AB’yi ve ülke içinde Ak Parti’ye 22 Temmuz zaferinde –kendileri öyle görmese bile- bir “sinerjik güç” sağlamış olan liberal-demokratik aydın kamuoyunu ilgilendirmiyor. Amerikan pozisyonu da bu yönde. Bunu, bugün Türkiye ziyaretine başlayacak olan ABD Dışişleri’nin üç numarası Nicholas Burns’ün 13 Eylül tarihli Atlantic Council konuşmasından anlayabiliyoruz.

Burns, Washington’un Gül-Erdoğan yönetici düosuna “yeşil ışık” niteliğinde, “stratejik bakış açısı”nı da ifade eden söz konusu çok önemli konuşmasının bir yerinde, Türkiye’nin AB hedeflerini en kuvvetle destekleyen ülkelerin başında ABD’nin geldiğini belirtiyor ve “reformdan geçmiş Türkiye”yi Avrupa’nın kucaklaması gerekliliğinin önemini vurguladıktan sonra şöyle diyor:

Haberin Devamı

“Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan AB’deki o Avrupalılar, bugünkü Türkiye’nin değil, yarınki ve birkaç yıl daha reformdan geçmiş daha da demokratik Türkiye’nin AB’ye katılacağını akıllarına koymalılar. Avrupa’nın reforme edilmiş Türkiye’yi tümüyle kucaklaması, Avrupa’nın diğer Müslüman topluluklarına İslam ve demokrasinin birbiriyle uyuşur olduğunu ve Avrupa toplumunun ana gövdesine, İslami kimlikten vazgeçilmeden entegre olmanın mümkün olduğunu gösterecektir.”

Asıl şurasının altı çizilmesi gerekli:

“Bu muazzam stratejik hedefe ulaşmak için, Türkiye’nin ifade özgürlüğünü kısıtlayan ve vatandaşlarına ve Orhan Pamuk gibi küresel ün sahibi bireylere karşı kabul edilemeyecek yasal uygulamalara yol açan Ceza Kanunu’nun 301. Maddesi’ni kaldıracağını umuyoruz. Aynı zamanda, Türkiye’nin onlarca yıl kapalı kaldıktan sonra Ekümenik Patrikliğe ait Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına izin vererek, AB ile meselesini halledeceğini de umuyoruz.”

Haberin Devamı

301, Vakıflar Kanunu, Heybeliada Ruhban Okulu gibi konular, Ak Parti iktidarı tarafından savsaklandıkça, Türkiye’de “yargı bürokrasisi” iktidarı ofsayta düşürecek şekilde harekete geçecek, Hrant Dink cinayetini öven şarkılar, türküler, cd’ler yayılacak, “anti-demokratik karabulutlar”ın ülke semasını kaplayacağı ortamda, Ak Parti iktidar sahipleri de nefes almakta zorlanacaklar.

Hatta, Yeni Anayasa çalışmalarını yürütecek nefesleri bile kalmayabilir.

 

***             ***             ***

 

Nicholas Burns, “Türk halkı, önemli ve hatta tarihi seçimlerden henüz çıkmıştır. Bu seçimler, Türkiye’nin demokrasisinin sağlığının güçlü olduğunu göstermiştir, Sonuçları belirleyicidir ve Türkiye şimdi içerde büyüme ve yenilenme ve dış politikasındada sorumluluk alma ve yükümlülükler altına girme dönemini umut edebilir” dedikten sonra, şu içine adım attığımız dönemin “tarihi önemi”ni şöyle ifade ediyor:

“Reform dalgalarının en ünlülerinden biri, 19. Yüzyıl ortalarındaki Tanzimat hareketi idi... Mustafa Kemal Atatürk, modernleştirici reformlarla Türkiye’yi yeniledi ve kadınlara siyasi haklarla Türkiye’nin sanayiinin yükselişinin temellerini attı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bir laik demokrasi olarak kurdu. Türkiye’nin laik demokrasiye bağlılığı, onu, ABD’nin doğal müttefiki yapıyor.

Türkiye, Avrupa Birliği’ne sağlam bir demir atarak, geniş Ortadoğu bölgesindeki reformculara ilham verecek şekilde siyasi ve ekonomik reformları güçlendirerek, şimdi yeni bir tarihi dönüm noktasına bulunuyor olmalı... Sayın Gül’ün Cumhuraşkanı olarak seçilmesinden memnun olduk Başkan Bush ve Bakan Rice, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan ile iyi ilişkilere sahipler ve bunları geliştirmek istiyorlar...

Türkiye’nin demokratik kurumları güçlendikçe ve reformları yol aldıkça, Türkiye’nin bir stratejik partner olarak ABD nezdinde önemi artacaktır...”

Yani, “iç ve dış dinamikler”, Ak Parti iktidarına tek bir şeyi gösteriyor:

Demokratikleşmeyi savsaklamayın. Savsaklarsanız, sadece Türkiye’nin gücünü ve önemini azaltmazsınız, kendiniz de düşersiniz...

Yazarın Tüm Yazıları