Paylaş
Türkiye’nin Anlaşma’nın 4. Maddesi’ni işletmesi üzerine yapılması günlerdir beklenen ve dün yapılan NATO toplantısından çıkan bu. Aksini bekleyen yoktu herhalde. NATO’nun, kendisi Batı dünyasında bir “parya” haline gelmiş Suriye rejimini kollaması söz konusu olamazdı.
Bununla birlikte, NATO’nun Libya’da yaptığını Suriye’de yapmayacağı da çoktandır açıklanmış olduğuna göre, Suriye’yi “cezalandırıcı” nitelikte bir NATO eylem kararının alınması da söz konusu değildi.
Beklenebilecek olan, NATO’nun Türkiye’nin “yanında durduğunu” güçlü bir biçimde vurgulaması ve duyurması oldu.
Tabii, bu gelişmenin bir “zımni” anlamı da var. Son yıllarda, Batı sisteminden “özerk” davrandığına dair görüntüler veren ve hakkında çıkartılan “eksen kayması” söylentilerine hedef olan Türkiye, NATO sistemine sağlam biçimde çıpalanmıştır.
Libya’daki krizin başında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ilk tepkisi “NATO’nun orada ne işi var?” olmuştu. O Türkiye’den bugün, Suriye ile sürtüştüğü vakit, NATO’nun kapısını çalan ve “NATO dayanışması”ndan mutluluk üreten bir Türkiye’ye ulaştık. Bir iktidar değişikliği olmadı.
NATO’nun dünkü açıklamasından daha önemli olan, kuşkusuz, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dünkü konuşmasıydı. Türkiye’nin son gelişmeler üzerine alacağı tavrı, Türkiye’nin “bir numaralı siyasi karar sahibi”nin sözlerinden çıkartacaktık.
Ne dedi? Suriye konusunda şimdi nerede duruyoruz?
Başbakan’ın konuşmalarını sıkı bir filtreden geçirmek gerekiyor. Her konuşmasında mutlaka iç politikayla ilgili bol polemik malzemesi bulunuyor. Dün konuşurken Arapça ve İngilizce simültane tercüme de yapılıyordu. Arapça ve İngilizce olarak konuşmayı dinleyenler bakımından fazla bir anlam taşımıyan tumturaklı sözlerini ve hamasi bölümleri çıkarttığınız takdirde, filtreden geçecek olan bölümü şu sözleri:
“Türkiye olarak, Suriye rejiminin sınırlarımızda oluşturduğu güvenlik risklerini hiçbir şekilde tolere etmeyecek, karşılıksız bırakmayacağız. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin angajman kuralları, artık bu yeni aşamaya göre değiştirilmiştir. Suriye’den Türkiye sınırına güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde yaklaşan her askeri unsur bir tehdit olarak değerlendirilecek, askeri hedef olarak muamele görecektir.”
Burası önemli işte. Önemli çünkü yeni ve somut.
Tabii, bu sözlerinden önce, son uçak düşürme olayıyla birlikte Suriye’nin “artık” Türkiye içinde bir “güvenlik tehdidi” haline geldiğini söylediğini de kaydetmeliyiz.
Şimdi şöyle bir yol izleyelim:
1. Suriye, Türkiye için artık bir güvenlik tehdididir.
2. TSK’nın, Suriye’ye ilişkin “angajman kuralları” buna göre değiştirilmiştir.
3. Bundan böyle, Türkiye sınırına “güvenlik riski ve tehlikesi oluşturacak şekilde” yaklaşan her (Suriyeli) askeri unsur, askeri hedef olacaktır.
Galiba, Türkiye, “angajman kuralları” terimi ile ilk kez dün tanıştı. İngilizce “Rules of Engagement” diye ifade edilen askeri anlam taşıyan sözcüklerin çok da anlamlı olmayan bir Türkçe çevirisi yapılmış.
“Angajman kuralları”, askeri unsurların, askeri harekat sırasında, yasal çerçevesi çizilmiş biçimde, yapacaklarını tanımlar. Genel ve spesifik olabilirler. Siyasi kararla belirlenirler ve komutanlar ve askeri personelin, sınırları açıkça çizilmiş sorumluluklarını ve operasyon imkanlarını ortaya koyarlar. Bu çerçevede, nasıl bir askeri harekatın gerektiği ve uygun olacağı da saptanır.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açıklamasına göre, bundan sonra, Türkiye-Suriye sınırında yakın bölgelerde, sınıra doğru hareket halinde görülecek Suriye askeri güçlerine karşı kuvvet kullanılacaktır.
TSK’nın Suriye’ye ilişkin, yeni ve “değiştirilmiş” olan “angajman kuralları” budur.
Ne var ki, burada bir belirsizlik var. Türkiye-Suriye ortak sınırının kaç kilometre derinliğindeki bir alanda, Suriye askeri varlığının görünmesi “Türkiye’ye tehdit olarak” nitelenecektir?
Suriye askerleri ne yaptıkları takdirde, “güvenlik riski ve tehlikesi oluşturdukları”na hükmedilecektir?
Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri çok önemli zira, Suriye’nin kendi sınırlarının son milimetresine kadar “egemenlik hakkı”nı tanımamakta, Suriye’nin kendi toprakları içindeki “askeri varlığı”nı, Türkiye’nin yorumuna tabi olacak biçimde “tehdit” olarak değerlendirip, “hedef” olarak ilan etmektedir.
Tayyip Erdoğan’ın açıklamasıyla, şayet Suriye rejimi bu açıklamaya uygun davranırsa, Türkiye, kendiliğinden ve fiilen bir “tampon bölge” ilan etmiş olacaktır. Türkiye sınırının dibinde uzanan ve derinliği bilinçli olarak ifade edilmeyen bir bölge, Suriye askeri varlığına bir nevi yasaklanmış durumdadır.
Başşar Esad rejimi buna uymazsa? Yani, askerlerini sınırını dibine kadar göndermeye devam ederse?
Türkiye’nin kendisine karşı askeri harekatını göze almış olacaktır.
Ama, Türkiye’nin de sınırın ne kadar yakınında, nasıl bir gücü tehdit göreceği belli de değildir. Bunu hükümet ve askerler biliyor olmalılar. Belki NATO da biliyordur, ve belki belli kanallardan Suriye de bu “değişmiş olan angajman kuralları”ndan haberdar edilmiştir.
Biz bilmiyoruz. Kamuoyu bilmiyor.
Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamasından sonra Türkiye-Suriye ilişkisinin nasıl seyredeceği daha aydınlanmış değil, daha belirsiz hale gelmiştir.
“Misilleme” olacak mı? “Suriye’ye girecek miyiz?” soruları; dünden itibaren daha da geçerli ve sorulması meşru sorulara dönüşmüştür.
Şöyle bir basit soru sorulsa doğru cevap ne olurdu?
“Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın dünkü açıklamasından sonra Suriye ile savaşa daha mı yakın, daha mı uzak?”
En doğru cevap: “Daha uzak değil”…
Zira, bu sorunun cevabı Türkiye’den ziyade Başşar’a ve Rusya’ya bağlı. Şayet, NATO ve AB’nin Türkiye’ye desteğini “yeterli” bulmazlar ve Tayyip Erdoğan’ın “restini görmeyi” kendi politikaları açısından daha kazançlı görürlerse, savaş, dünden itibaren, önceki güne oranla daha yakındır…
Paylaş