Paylaş
Tüm dünya Wikileaks adlı internet sitesine sızan ve onun sızdırdığı Amerikan diplomatik yazışmalarının ortalığa, Türkiye saati ile Pazar gece yarısına doğru ortaya saçılmasıyla sarsılıyor. “Wikileaks depremi” güçlü “artçı şokları” günlerce devam edecek.
İtalya Dışişleri Bakanı Frattini, buna “diplomasinin 11 Eylül’ü” nitelemesini yaptı bile. 11 Eylül, uluslararası sistemde güvenlik algılamalarını nasıl derinden değiştirmiş ve bunun en doğrudan sonuçları Afganistan ve Irak savaşları olmuşsa, Wikileaks şayet “diplomasinin 11 Eylül’ü” ise, bunun da uluslararası ilişkilerde yansımaları olması kaçınılmaz sayılıyor.
Olay, büyük ölçüde bir “Amerikan ürünü” olan küreselleşmenincilvelerinden biri. “Sanal alem” kavramı, “internet” bütün bunlar, 20-30 yıl öncesinden söz konusu değildi. Küreselleşme, nasıl bir bakıma “sermayenin demokratikleşmesi”ni beraberinde getiriyor, Çin ve Hindistan gibi ülkeler başta olmak üzere 21.Yüzyıl’ın süperdevlet adaylarının ortaya çıkmasına imkan veriyorsa, tanımı gereği bir hayli “gizlilik” konusu olan diplomasi de gizli kalamıyor ve diplomatik yazışmalar “sanal alem”de dolaşıma girebiliyor.
ABD’ye “ölümcül darbe” mi?
Wikileaks’in yaptığı tarihte görülen en büyük boyutlu ve çoğu gizlilik kaydı taşıyan diplomatik yazışmaların “kamu bilgisi”nin önüne getirilmesi olayı. 1966 yılından 2010 yılının Şubat ayına dek, Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı ile dünyanın her yanına yayılmış 274 büyükelçilik, konsolosluk ve diplomatik misyonunun aralarındaki “yazışmalar” ortaya dökülüyor.
11 Eylül, New York’un “ikiz kuleleri”ni ve Washington’daki Pentagon binasını vurmuştu. “Diplomasinin 11 Eylül’ü” ise Amerika’nın Dışişleri Bakanlığı’nı doğrudan ve bu arada Amerika’nın uluslararası itibarına vurdu.
Bu darbe “ölümcül” mü?
Pek sayılmaz. Yıpratıcı ama ölümcül olamaz, zira ortaya çıkan Amerikan diplomatik yazışmaları, ne uluslararası sistemde Amerika ile diğer ülkeler arasındaki ilişkilerin yapısal özelliklerini toptan ortadan kaldırabilir, ne de Amerika’nın “tek süperdevlet” statüsü, bu yazışmaların ortaya dökülmesinden ötürü iptal olmuş olur.
251,000 belgenin 8000’i Türkiye ile ilgili
Elbette ki, her ülke kamuoyu, gelişmeyi kendi yönünden bir tür “röntgenci merakı” ve ilgisiyle izliyor. Söz konusu olan 251,287 adet sızmış belge. Bunların 15,652’si “çok gizli” (secret), 101,748’i “gizli” (confidential) kaydı taşıyor, 133,887’sinin ise gizlilik kaydı yok. Türkiye, “önemli” ülkelerden biri haliyle. Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nden sızan belge sayısı 7918. Bu rakamı 9000-10,000 civarında olarak ileri sürenler de var.
Türkiye, bu 7918 rakamının sadece 30 dolayında olanı açıklandığı zaman bile hareketlendi. Önümüzdeki dönemde kimbilir daha neler dökülecek ve gündemimizde tartışacak bir hayli konu ve isim bulabileceğiz.
İlk “salvo” daha ziyade 2004-2005 yıllarının yazışmaları kapsıyor. Bunların içinde dönemin Ankara Büyükelçisi olan Eric Edelman imzalı değerlendirme notları ön planda. Ak Parti hükümeti ve başta Başbakan Tayyip Erdoğan ve çeşitli bakanlar, çeşitli Ak Partililer ve ayrıca CHP konusunda değerlendirmeler söz konusu.
Ortaya çıkan belgelere baktığımızda, akla gelmeyecek, bugüne tek tartışılmamış bir “bilgi”ye rastlandığı söylenemez. Edelman’ın “Ak Parti alerjisi” ayan beyan yansıyor. Buradan hareketle, Wikileaks’in Türkiye’ye ilişkin olarak şimdiye kadar sızdırdığı belgelerin, Tayyip Erdoğan’ın elini güçlendireceğine bile hükmedebilir.
Tayyip Erdoğan hükümetine ilişkin “İslamcılık” kuşkuları, Ahmet Davutoğlu’nun “Neo-Osmanlıcılık”tan ötürü “tehlikeli” bulunması gibi, Amerikalı yetkililerin yaptığı nı öğrendiğimiz “anti” değerlendirmelerin, 2010-2011 itibarıyla Ak Parti’nin “siyasi şansı”nı azaltması beklenemez.
Erdoğan’ı güçlendiriyor, “ulusalcı” tezleri çökertiyor
Ak Parti’nin Amerika’nın bir “ılımlı İslam projesi” olduğu tezi, Wikileaks belgelerinin çıkanı kadarıyla yerlebir oluyor. “Ulusalcılar”ın bir çok tezi de iptal olmuş oluyor.
Ortaya çıkan belgelerin daha yakın zamana ilişkin bölümlerinde yansıyan Türkiye-Suriye ilişkilerini ve en önemlisi İran konusunda Amerika ile çekişmenin ayrıntılarının görüldüğü bölümler, bugüne dek, bizlerin yaptığı tahlillerinin geçerliliğini ortaya koyduktan gayrı, Türkiye’ye ve mevcut hükümete zarar verici nitelikte değil.
Keza, İsrail’de Mossad şefi Dagan’ın Amerikalı dışişleri yetkilisi William Burns’le yaptığı görüşmede Türkiye’de “askere bel bağlayan” taleplerinin öğrenilmesi, İsrail’i, Türkiye’deki İsrail yandaşlığını ve darbe sempatizanlığını sıkıntıya sokucu nitelikte.
Bununla birlikte, Amerikan Büyükelçiliği’ne Ak Partililerin ve bu arada bakanların gidip, birbirleri hakkında değerlendirmelerde bulunmalarının yansıması da, Ak Parti içinde sıkıntıya yol açma potansiyeli taşıyor. Ama, hükümet için “ölümcül” etki yaratacak güçte ve ölçüde değil.
En önemlisi, Tayyip Erdoğan’ın “ofsayta düşmemiş” görüntüsü. Eğer, yeni yeni belgelerin saçılması, Başbakan’ın Amerikalılar gözündeki bu temel özelliğini değiştiremeyecekse, Wikileaks, Erdoğan açısından 2011 seçimleri sürecinde elde ettiği en büyük “armağan” bile sayılabilir.
“Şeytan ayrıntıda gizlidir”...
Yine de, daha bilgimiz dahilinde olmayan ama olacak olan binlerce belge söz konusu. “Şeytan ayrıntıda gizlidir” derler, kimbilir ortalığa ne “şeytanlar” dökülecek.
Önümüzdeki günleri merak içinde, heyecanlı biçimde geçireceğimiz açık.
Ne var ki, bütün bunların ne Türk-Amerikan ilişkilerinde, ne de dünyanın Amerika ile ilişkilerinde “radikal” bir değişime yol açmayacağı da açık.
Paylaş