Paylaş
İki başkent arasında bu konuya ilişkin en önemli farklardan biri, Ankara’daki “önemli şahsiyetler”in kolay erişilmez ve her an, her yerde görülebilir olmamalarının aksine, Washington’da bunlara her an, herhangi bir mekanda rastlanabilir. Ankara’nın “önemli şahsiyetleri”nin aksine, buradakiler dünya çapında şöhret olan, isimleri bilinen kişilerdir.
Türkiye’de olmayan, burada Washington’da ise adeta adım başında bulunan bir de “think-tank” yani “düşünce kuruluşu” olgusu var.
Türkiye’de kendine bu sıfatı takanlar ile buradakilerin pek bir benzerliği yoktur. “Think-tank” bir Amerikan ve hatta özellikle Washington “kreasyonu”dur. İki ülkenin “siyasi kültürü” ve bundan ötürü “zihin kalıpları”, ayrıca “siyasi sistemleri” öylesine farklı ki, Washington’daki “düşünce kuruluşları”, kendilerine aynı sıfatı uygun gören Türkiye’dekilere ne yapıları, ne işlevleri açısından hiç benzemezler.
Washington’dakilerde eski yönetimlerde önemli görevler yüklenmiş yer alırlar. Aynı zamanda, gelecek yönetimler için bir “personel deposu” gibidirler. Türkiye’de siyaset, fazlaca “merkezileşmiş”, bir anlamda “kastlaşmış”tır. Siyaset ile “düşünce kuruluşları” Washington’da olduğu gibi iç içe geçmiş değillerdir.
Washington’da N Sokağı ile 18.Sokak’ın kesiştiği yerdeki Starbucks’dakaldırımın üzerine atılmış sandalyelerde kahve içmeye kalksanız, dakika başı yanınızda dünyaca tanınmış, şu sıralar herhangi bir “think-tank”ta görev yapan şahsiyetlere toslamanız mümkündür. Önceki gün, İran konusunda dünyaca tanınmış iki uzman Vali Nasr ile Kerim Sadjadpour’a, orada rastladım. 15 dakikalık ayak üstü sohbet, 15 gün İran çalışsam, edinemeyeceğim taze bilgiler ve değerlendirmelerle derleniverdi.
O arada, yanımızdan geçen konvoyun, İsrail Başbakanı Ehud Olmert’inki olup olmayacağını tahmin etmeye çalışıyorduk. Oydu veya bir başka ülkenin lideri. Washington’un günlük yaşamında olağan şeyler...
*** *** ***
Tek kutuplu uluslararası sistemin tek kutbunun başkenti olursanız, bir anlamda “dünyanın siyasi merkezi” de olur ya da en azından öyle de algılanırsınız. O nedenle, her ülkenin iç siyaseti gözlerini Washington’a çevirip, “Orada bizim için ne pişiyor?” merakını edinebilir. Kendisine oradan yani Washington’dan “destek” elde etme hesabına girebilir. Kendisiyle ilgili Washington’da yapılan tartışmalara kulak kabartır ve bundan sonuç çıkartmayı hesaplayabilir.
Son günlerde Türkiye’deki siyaset ortamının gündemine oturan, Washington’daki Hudson Institute adlı düşünce kuruluşunda “Türkiye’de felaket senaryosu” başlığı altındaki tartışma da, bununla ilgilidir.
Aslında, Washington’da Türkiye ile ilgili tartışmalar, Türkiye’nin bir yansıması. Nasıl Türkiye’de “siyaset zemini” bakımından bir Türkiye yoksa, Türkiye’ye ilişkin olarak da bir Washington yok. Türkiye’nin güncel siyasi çekişmelerinin burada da tarafları var ve bunlar Türkiye’deki taraflardan birini arkalayabiliyorlar.
Bunun en tipik göstergelerinden biri, daha önceki bir yazımızda değindiğimiz, hafta başında Nixon Center’da yapılan bir Türkiye tartışmasında iki ünlü Amerikalı şahsiyet, Richard Perle ile Morton Abramowitz’in değerlendirmeleri.
Bakın, Richard Perle, AB’nin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin rolü hakkında ne diyor:
“AB’nin Türkiye’de olumsuz etkisini gösterdiği alan, Türkiye’de gayet iyi
çalışan, ancak Avrupa’da iyi anlaşılamayan kurumlarla uğraşmasıdır…
TSK’nın şu anda Türkiye’de gösterdiği çabada olağandışı bir şey yoktur ve
bu diğer bazı ülkelerdeki müdahalelerle kıyaslanamaz. Ordu, AKP’yi yıkmak
istemiyor, ama kıskaç altında tutmak istiyor. Eğer AKP’nin elinde bir güç
tekeli oluşursa, ne yapacağı konusunda derin kuşkuları var.”
Ve aynı konuda Morton Abramowitz’in söyledikleri:
“AB’ye girme sürecini başlatan AKP değil, ama onlar bu süreci çok ileriye
götürdüler. Bazılarına çılgınca gelse de, demokrasilerde, ordu üzerinde
sivil denetim diye bir kavram var. Türkiye’de ordu, AKP’yi yıkmaya kararlı.
ABD, baştaki bocalamadan sonra, demokratik sürece destek verip askeri
müdahaleye karşı çıkmayı bildi… Ben seçimlerin yapılabileceğinden bile tam
emin değilim. Ak Parti’yi kapatmak isteyebilirler.”
Fark ortada. Bu arada, Richard Perle, burada Türkiye’de “askeri müdahaleler”i savunmasıyla ve Türkiye’de bazı iş bağlantılarına sahip olmasıyla bilinen bir isim.
*** *** ***
Hudson Institute’a gelince, Richard Perle’in etkin olduğu ve mensubu bulunduğu American Enterprises adlı aşırı muhafazakar düşünce kuruluşunun dahi sağında yer alan, onun kadar da nüfuzlu olmayan, “ekstremist-şahin” bir kuruluş. Türkiye’de askere yakın olmak ve “siyasete ağırlığını koyması” konusunda talepkar.
Daha doğrusu, üzerinde fırtınalar kopan toplantıyı düzenleyen Zeyno Baran, o kuruluşta bu işlevi görüyor.
Bu bakımdan, “Türkiye’de kıyamet senaryosu” konusunun Hudson Institute’da tartışılması, uzaktan bakıldığında sanıldığı kadar “masum” bir gelişme değil.
Ayrıca, Zeyno Baran’ın kişisel ilişki üzerinden etkisi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ve Başkan Yardımcısı Cheney’in ofisine de uzanıyor.
Yani?
Yanisi şu; “İki Washington” içinde, Cheney ve çevresindeki David Wurmser gibi danışmanlar, Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa dairesi’ndeki bazı isimler ve aşırı-sağ pozisyondaki “düşünce kuruluşları” Türkiye’de “askeri müdahele”yleAKP’nin saf dış bırakılmasına teşneler.
Buna karşılık, Başkan, Dışişleri Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı (Stephen Hadley) ve Dışişleri Müsteşarı (Nicholas Burns) hattı, AKP’ye “özel bir sempati beslememek”le birlikte, “demokrasiye devam” ibresinde duruyorlar. Aşırı sağcı düşünce kuruluşlarının dışında kalan “think-tank camiası”nda Türkiye ile ilgilenen, Türkiye üzerinde çalışan uzmanlar da, “askeri müdahale”ye kesinlikle karşılar.
Kestirmeden soralım; Washington, Türkiye’de darbe istiyor mu?
İstisnaları olmakla birlikte, doğrudan cevap: Hayır.
Paylaş