Paylaş
19 Ocak 2007’nin, yani Hrant Dink’in İstanbul’un orta yerinde, kendi iş yerinin kapısının önünde, “arkadan vurularak” kahpe bir cinayetle kanlar içinde yere serildiği günün bir “milat” olduğu yazılmış, söylenmişti. Rakel Dink, 23 Ocak’ta cenazeye katılmaya gelen ve Şişli-Osmanbey arasındaki caddeyi coşkun ve taşkın bir ırmak gibi doldurmuş on binlere seslenirken de “milat”tan söz etmişti.
Neyin “miladı” olduğunu, bunu yazanlar ve söyleyenler tam bilmiyorlardı ama böyle bir vurguyu “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” anlamında yaptıklarını hissediyorlardı.
Öyle oldu. Türkiye’nin o günden sonra, adeta bir karpuz gibi,“ruhen” ikiye yarıldığı ortaya çıktı. Bu yarılma zaten var mıydı; yoksa Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine mi oldu ya da vardı da, daha da mı derinleşti? Bu, “yumurta-tavuk” hesabı. Geldiğimiz nokta, “toplumsal yarılma”nın gözle görülür tehlikeli boyutları.
Toplumdaki yarılma, devlet kurumları içinde ve arasında, gün geçtikçe büyüyecek izlenimi veren çatlakta, çatlaklarda yansıyor.“Millet”te yarılma, “devlet”te çatlak.
Toplumdaki “ruhi yarılma”nın belirgin ilk dışavurumu, İstanbul’daki cenaze yürüyüşüydü. Yürüyenlerin kimlikleri, tavrı ve taşınan pankartlar ile. “Hepimiz Ermeniyiz” pankartlarının yer aldığı bir muhteşem cenaze töreninde yürüyenler; işte dünyada “Türklük onuru”nu onlar korudu ve Diaspora Ermenilerini şaşırtacak derecede “Türk’ün vicdanı”nı onlar temsil etti.
O olay, Türkiye’nin “vatanseverlerinin başkaldırısı” idi. Milliyetçi saldırganlığın karşısına, Türkiye’nin vatanseverlerinin dikilmesiydi.
Toplumsal “ruhi yarılma”nın ikinci dışavurumu ise, kendisini Anadolu’nun değişik şehirlerinde futbol müsabakalarında, yine taşınan pankartlarla (örneğin: Hepimiz Ogün’üz) pankartlarla ve yine on binlerle ifade etti.
İlter Türkmen, dünkü Hürriyet’te “Ürpertici olaylar ve tepkiler” başlıklı yazısına şu bölümle girmişti:
“Hrant Dink’in menfur bir suikasta kurban gitmesinden sonra toplumda ortaya çıkan umut verici dayanışma ve hoşgörü ortamı uzun sürmedi. Irkçı milliyetçilik güdüsü ile nefret kültürü hemen su yüzüne çıktı.”
Bu ciddi bir toplumsal yarılma. Ülkenin güvenlik birimlerinde her gün bir yenisi ortaya çıkan skandallar, “devletteki çatlak”ın da ciddiyetini gösteriyor.
Ama, en önemlisi, kimi “kanaat önderleri” de dahil, toplumumuz hasta. İçine ırkçılık ve faşizmle akraba olan milliyetçilik mikrobu girdi. Ruhu enfekte oldu. Milliyetçilik hastalığı tedavi edilmediği takdirde, gideceğimiz yol, varacağımız yer yok. Yeni belalardan, kararacak bir gelecekten gayrı...
*** *** ***
“Milliyetçilik” tehlikeli bir hastalıktır. Zira, milliyetçiliğin; düşünce planında “ırkçılık”, eylem planında ise “faşizm” ile arasında çok belirsiz ve geçişi gayet kolay, akışkan sınırlar vardır. O sınırlar genellikle aşılır. Doğası gereği, azgınlaşır ve saldırgandır. Sınırları aştığı anda, çoğulcuğu reddeden “homojenlik” arayan zihniyetinin kaçınılmaz sonucu zulüm ve kandır.
Milliyetçilik, ırkçı ve faşist türevleriyle birlikte, bir ülkeyi mahva sürüklemenin en kestirme yollarından biridir.
İşte Yugoslavya örneği. Sırp milliyetçiliği yüzünden yok oldu. Arap milliyetçiliğiye kamçılanarak çıkartılan savaşların, içerdeki katliamların petrol zengini Irak’ı ne hale getirdiğini görelim.Miloşeviç’in, Saddam’ın akıbetlerini unutmayalım. Neydiler, ne oldular; noktaya nasıl koydular...
Milliyetçilik, milletin ırkçı tanımına yaslanmak ihtiyacındadır. Çoğulculuğa tahammülü yoktur. Kendisininki dışında, “öteki”milliyetler ve milletlerle sorunludur.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried, meslektaşımızYasemin Çongar’a, “Milliyetçilik küçük halkların ürünüdür. Kendine güvenen halkların değil. Bence Türkler yüce bir halktır Yüce bir halkın 301 gibi yasa maddelerine ihtiyacı olmaz... Milliyetçilik Türkiye’nin tekelinde değil. Bütün ülkeler bu hastalığa yakalanmıştır. Mesele, Türkiye’de milliyetçiliğin olup olmaması değil, iyi liderlerin bu konuda ne yapacağıdır... Bunu yapabilmek ahlaki liderlik gerektiriyor. Ben, İstanbul’daki cenazede ‘Hepimiz Hrant Dink’iz, Hepimiz Ermeni’yiz” diyenlere bakınca, bu ahlaki liderliğin Türkiye’de mevcut olduğunu görüyorum” demiş.
*** ***
Yerden göğe doğru bir değerlendirme. Türkiye’de biz de çokuz. İstanbul’daki cenazede gösterdik. Biz, vatanseverleriyiz bu ülkenin. Vatanseverliğin milliyetçilik ile hiç ilgisi yoktur. Vatanseverlik, üzerinde yaşanan ve kuşaklar öncesinden kendisine aktarılmış olan toprağa, yani coğrafyaya ve aynı çerçevede tarihe dayalı, güçlü ve derin bir aidiyet duygusudur. Bir vatansever, aynı topraklarda yaşayan başkasının bu topraklara aidiyetini ve bağlılığını sorgulamayı aklından bile geçirmez. Vatanseverlik bir veridir. Vatanseverlik, zulüm ve kan peşinde koşma ihtiyacında olamaz.
Türkiye’de yaşayan, yaşamaya devam eden biz Türkler, Kürtler, Rum, Yahudi, Süryani ve Ermeni vatandaşlarımız, biz, bu toprağın sevdalılarıyız. Hrant da bizden biriydi. Hem de en tutkulularımızdan biri.
Şu dönemde, bizleri bu “toplumsal yarılma”dan çıkartacak, Türkiye’yi ırkçı-milliyetçi-faşizan çukura düşmekten kurtaracak, ülkenin mahvının önünde duracak “iyi liderlik” arıyoruz sadece.“İyi ve ahlaki liderlik”...
Paylaş