Cuma günlerini merakla bekler oldum her hafta. Suriye için. Suriye’de insanların sokaklara dökülüp, halkından zulmü esirgemeyen rejime meydan okumaya devam edip etmeyeceklerini Cuma günü ölçebiliyorum.
Çünkü, Müslüman coğrafyada, halkın biraraya gelmesini, örgütlenmesini, barışçı gösteri hakkını, ifade özgürlüğünü, serbest seçimleri yasaklamış olan amansız baskı rejimlerinin engelleyemediği tek şey, Cuma namazları. Cuma namazları, büyük kalabalıkların biraraya gelebilecekleri ve dolayısıyla güçlerini gördükleri ve gösterdikleri bir siyaset podyumu haline geliveriyor. İran’da öyle olmuştu. İslam Devrimi’ni işbaşına, Şah’ın zalim rejimini dize getiren büyük kitle hareketi Cuma namazlarında fışkırmıştı. Mısır’ı unuttuk mu? Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda her gün gösteri vardı ama Mübarek’in40 yıllık diktatörlüğünün yıkılması için üç Cumayetti. Rejim, İsrail’in irtibat noktası, askeri istihbarat şefi General Ömer Süleyman’ı da, Hüsnü Mübarek’in yanına alarak, bir Cuma akşamüstü çöküverdi. “Arap Devrimi”nin dalgası Suriye kıyılarına da, evet vurdu ama ne yazık ki, Libya’nın ortaya koyduğu çirkin örneğin ardından vurdu. Şam’daki rejim, tıpkı denizin öte yanındaki Trablus’ta Kaddafi’nin yaptığını yaptı ve çıplak elle sokaklara çıkan halkına karşı insafsızca silah çekti. Öyle sert ki, rejimin kontrolü ele geçirebileceği ve halkın ister istemez sineceğine ilişkin spekülasyonlar vardı. Suriye halkı boyun eğmiyor Cuma, yani dün, durumun öyle olmadığını önceki cumalar gibi kanıtladı. Suriye halkı, ağır baskıya rağmen halen boyun eğdirilmiş bir durumda değil. Ülkenin üçüncü büyük şehri Homs dün yine sokaktaydı. Asıl önemlisi, rejime karşı halk direnişinin yayılma potansiyeli. Irak sınırına doğru Deir ez-Zor’da, bu arada Kürt yoğun şehirler, Kamışlı, Amude, Resulayn ve yine Halep yakınlarındaki Kürt ağırlıklı Idlib’de dün gösteriler vardı. Obama’nın geçen haftaki konuşmasında Suriye’ye ilişkin yaklaşımı, onu izleyen AB’nin Başşar Esad ve çevresine ilişkin yaptırımları –ki daha önce ABD de benzer yaptırımlar koymuştu- Batı dünyasında Başşar Esad’ın reform yapabileceğinden umutların bir hayli kesildiğini ortaya koyuyor. Türkiye çok kilit bir ülke. Türkiye’nin nasıl pozisyon takınacağı, ABD ve AB toplamı kadar önemli neredeyse. Önceki günkü New York Times’ta Anthony Shadid’in (Beyrut büro şefi, Kaddafi zındanından Türkiye’nin girişimiyle kurtulan 5 gazeteciden biri) Ahmet Davutoğlu ile Konya’da yaptığı Suriye üzerine görüşmesi yayımlandı. Türkiye doğru yapıyor Anthony Shadid ile İstanbul’da uzun uzun Suriye konuşmuştuk. Lübnan, en iyi Suriye haberi alınan noktalardan biri. Irak da öyle, İran da, Ürdün de, Türkiye de. Görüş ve bilgi değiş-tokuşu yaptık. Suriye rejiminin Türkiye’ye ilişkin “ihanete uğramışlık” duygusu içinde bulunduğunu ondan dinledim. İki hafta önce Irak Kürt yöneticilerinden de dinlemiştim zaten. Irak’takiler, Suriye’nin bu duygu ile “PKK kartı”nı Türkiye’ye karşı tekrar kullanabileceğine dikkatimi çekmişlerdi. Abdullah Öcalan tam o günlerde, Kürtlerin kendilerini “Suriye ve İran’a kullandırtmama” uyarısı yapmıştı. Mesajı, örgütüne idi tabii ki. Ve, akıllı, doğru bir mesajdı. Suriye rejiminin Türkiye’ye yönelik gazap duygularını öğrenmek için, Lübnan-Irak kaynakları da gerekmiyor. Suriye basınını dikkatle izliyorum. Başşar Esad’ın ülkedeki “yolsuzlukların kralı” olarak bilinen kuzeni, dayıoğlu ve birlikte büyüdükleri sevgili dostu Rami Makhlouf’un “Vatan” gazetesini okumak yeter. Okuduğunuzda şu hükme varabilirsiniz: Türkiye, Suriye’de ne yaptığını biliyor. Öyle iyi biliyor ki, 2005’te geniş muhalif çevreler tarafından imzalanmış olan ünlü “Şam Deklarasyonu”nra rol almış olan çevreler şu günlerde Antakya’da biraraya geliyorlar. Aralarında elbette Suriye Müslüman Kardeşleri de var. Zaten, Müslüman Kardeşler’in yeni yöneticisi Riad el-Şakra, uzun yıllar hareketin başında bulunan Beyanuni’nin yerini İstanbul’da yapılan kongrede almıştı. Suriye Müslüman Kardeşleri’nin en ziyadesiyle benzediği siyasi örgüt, Türkiye’deki Ak Parti. Yani, anlayacağınız, Türkiye, Suriye’nin yarınının rejiminin temellerinin atılmasında da kartları elinde tutuyor. Bir yandan, Başşar’ı çevresinden ayırarak, ondan umudu kesmeden “şok tedavisi” uygulamasını, yani çok partili demokrasiye doğru adım atmasını istiyor; diğer yandan rejim yıkılması halinde sonra onun yerine alacak geleceğin yapısını temellerini kendi topraklarında atıyor. Türkiye’nin bulunduğu jeopolitikte, şu tarih döneminde doğru bir politika bu. O yüzden, Suriye’nin genç, hatta çocuk göstericileri Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını, üzerinde “Tahiyye Erdogan aal movakif- Aldığın tutumlar için varolasın Erdoğan” yazılı dövizleri taşıyorlar. Seçim kampanyasında ülkesinin içinde çok kalp kıran Erdoğan’ın, Arap sokağında her Cuma çocukların gönlünden çıkması, onu dost bilmiş olup şimdi ne yapacağını bilemeyen Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad için değil, Türkiye’deki çok sayıda insan için uğraşılması, başedilmesi hayli zor bir insan haline getiriyor. Hakkari’nin Kürt çocukları da çocuk; Homs’un Arap çocukları da. İkisi de haklı.