Paylaş
Pazar günü, Irak’tan dönüşünde uğrayan Joost Hilterman ile biraraya geldim. Joost Hilterman, ICG’nin (Uluslararası Kriz Grubu) yıllardır hazırlamış olduğu çok değerli Irak raporlarına imza atan kişi. Eski bir insan hakları izleyicisi ve şu dönemde Batı dünyasında Irak’a ilişkin en serinkanlı ve dürüst bakış açısına sahip, en bilgili kişi olarak ün yaptı.
Başbakan Maliki’nin, Cumhurbaşkan Yardımcısı (Sünni) Tarık el-Haşimi hakkında tutuklama kararı çıkarttığını ondan öğrendim. Cumartesi çıkmış karar. Tarık el-Haşimi’nin Pazartesi günü yani önceki gün Kürdistan’da, yani “emin ellerde”, “güvenli bölgede” olduğu haberi geldi.
Tarık el-Haşimi, Türkiye’nin yakından tanıdığı bir şahsiyet. Ak Parti hükümetinin, Saddam sonrası yeni Irak siyasi elitinde Sünni Meclis Başkanı Nuceyfi kadar, hatta ondan da daha yakın ilişkilere sahip olduğu bir kişi. Geçenlerde İstanbul’da Mesut Barzani ile konuşurken, Haşimi’nin Türkiye’de geçirdiği sürenin, Irak’ta geçirdiği süreden daha fazla olduğunu söylediğimde, Barzani, şaka yollu onaylamıştı.
Haşimi, ABD’nin Irak’tan çekilişiyle birlikte Maliki’nin azdırdığı “Baasçıları ve teröristleri temizleme” kampanyasının hedeflerinden biri haline geldi. Haşimi’nin böyle bir hedef olması tuhaf.
Irak siyasetinin en önemli uzmanlarından (Norveçli) Reidar Visser, “Artık önde gelen herhangi bir Sünni siyasetçi bu kampanyanın hedefi olabilir Öyle görünüyor ki, her Sünni Müslüman ya da laik, üzerine ya Baasçı veya terörist etiketi yapışması tehlikesiyle yüz yüze” değerlendirmesini yaptı.
Bir “mezhepçi” Şii darbesi mi?
İlk bakışta, Müslüman Kardeşler’in Irak kolu olan Irak İslam Partisi’nin mensubu Haşimi’nin, bu kategorilere girmediğine hükmedilebilirdi. Saddam’ın yıkılmasından sonra –Sünnilerin önemli bölümü silahlı direnişi seçerken- iktidara ağırlığını koyan Şiilerle en başından beri ilişkiye giren Sünni şahsiyet oydu. Ak Parti iktidarının Bağdat’ta kendisine en yakın bulduğu siyasi şahsiyet de Haşimi idi.
Haşimi’nin buna rağmen Maliki’nin (Şii iktidar yapısının) hedefi olması bu bakımdan çok ilginç ve rejimin “renk değiştirmeye başladığı”nın göstergesi olarak düşünülebilir.
Sünnilerin, şimdi, iktidar yapısından çekilmesi, parlamentoyu boşaltması ihtimali var. Parlamento alelacele 3 Ocak’a dek tatile sokuldu. ABD, çekilir çekilmez, Washington’a giderek güç aldığına hükmeden ve ayrıca İran desteğindeki Nuri el-Maliki’nin, Şii mezhepçilikle gözünü karartarak, sonunun nereye varacağı belli olmayan bir krizi tetiklemesi ilginç.
New York Times, dün, Haşimi’nin bir yardımcısının “Bu, bütün iktidar ortaklarına, siyasi sürece, Anayasa’ya karşı yapılmış bir darbedir. Bu yeni bir diktatörlüktür” açıklamasına yer verdi.
Haşimi’ye yönelik iddialar, bazı terör eylemlerinin, polise saldırıların ve devlet yetkililerine yönelik suikast girişimlerinin arkasında bulunduğuna ilişkin, ona bağlı olarak çalışmış bazı kişilerin televizyondaki itiraflarına dayandırılıyor. Benzer iddialar ile, geçen yılki seçimlerden sonra Türkiye’nin Maliki’ye karşı desteklemiş olduğu İyad Allavi’ye bağlı 30 kişi son haftalarda tutuklanmıştı.
Bağdat’ta Maliki’nin Sünnilere karşı yürüttüğü kampanya, polis, güvenlik ve medya üzerindeki kontrolüne dayanarak yürütülüyor. Türkiye’deki KCK operasyonlarına hayli benzer yönleri var.
Ama, Irak’taki, Türkiye’dekinin tam tersine, “Türkiye’nin Irak’taki müttefikleri”ni hedef almış durumda. Ayrıca, birkaç gün önce Maliki’nin Washington’da Irak için “İran’dan değil, Türkiye’nin müdahalesinden korktuğunu” söylediğini unutmayalım.
Mesut Barzani öne çıkıyor
Mesut Barzani, bir kez daha, tüm Irak’ın “en etkili siyasi aktörü” haline geliyor. Allavi’nin el-Irakiyye’si Mesut Barzani’ye başvurarak, birbiriyle çatışmaya tutuşan Sünni ve Şii hizipleri biraraya getirmesi için müdahalesini istedi. Zaten, geçen Kasım ayındaki geniş çaplı uzlaşmanın mimarı da Mesut Barzani idi.
Bu Irak manzarası, 2012’de Irak’ın, tıpkı Suriye gibi, Türkiye ile İran arasında bir “oyun sahası” haline geleceğinin işaretini veriyor. İster istemez böyle olacak. Maliki’nin tavrının işaret ettiği husus bu.
Türkiye, gerek jeopolitik açıdan, aynı zamanda zihni olarak kendisine en yakın unsuru Irak Kürdistan Yönetimi olarak görüyor ve bu öyle kalmaya devam edecek. Bugüne kadar olduğu gibi, Irak Sünnileri üzerine de “koruyucu şalı”nı atmak zorunda hissedecek kendisini.
Bu nasıl olacak?
Joost Hilterman ile konuşurken, o, Türkiye’nin Irak Kürdistanı üzerinden Musul’a ve oradan el-Anbar bölgesine “nüfuzunu” yaymaya mecbur kalacağına işaret etti. Özellikle, Musul-Erbil ekseni, Türkiye ile çok yakın ilişkiler içinde bulunmak durumunda. Bütün bu söz konusu alan silme Sünni.
Bir anlamda, adı konmamış bir “Türkiye-Kürtler-Sünniler ekseni”nin oluşması ihtimali var.
Ortadoğu’nun yeni dinamiklerinin, Türkiye’yi “Büyük Kürdistan”ın hamisi konumuna getirmek gibi bir paradoksal bir sonuç vereceğine de işaret etti Joost. Irak Kürdistan Yönetimi’nin gücü arttıkça –ki, Maliki onunla köprüleri atmaya cesaret edemezken, Irak Sünnileri ona bel bağlamaya başlıyorlar- bunun Suriye’ye de etkisi olacak.
Suriye’de Irak’taki Saddam-Baas sonrası rejim gibi, Başşar-Baas sonrası bir rejim kurulduğunda; ülkenin kuzeydoğusunda Kürt çoğunluklu bölge, Irak Kürdistanı gibi bir “statü” sahibi olacak muhtemelen.
O bölge, Irak Kürdistanı’na ve Irak’ın Musul-Ninova vilayetine doğudan bitişik. Türkiye’nin de Şırnak, Mardin, Şanlıurfa vilayetlerine. Türkiye, Irak Kürdistanı ve Başşar sonrası Suriye ile ekonomik entegrasyonu amaç edinir, iki ülkeyle sınırlarını harita üzerinde bırakmayı tasarlarken, Irak ve Suriye’deki Kürtlerin sahip olduğu “statü”den çok daha aşağısını kendi Kürt vatandaşları için nasıl öngörecek?
Bu soruya ilerde defalarca geri döneceğiz. PKK’ya karşı yürütülen mücadele de, PKK’nın –bileşenleriyle birlikte- stratejik ve taktik yanılgıları da, bu sorunun çerçevesinde tartışılması gerekiyor.
Suriye hesapları
Suriye demişken... Arap gözlemcilerin Suriye’ye girmelerine imkan verecek anlaşmanın Arap Birliği ile imzalanmasından ötürü umutlanmalı mıyız?
Şam rejiminin, halkına karşı zulmünün Birleşmiş Milletler’e doğru yol alması korkusuyla, konuyu Arap sahasında halletmek istediği anlaşılıyor. Geçen ay reddettiği noktaya bir ay gecikmeyle gelmesi, iyiden iyi zora girdiğinin işareti.
Suriye, manevra yapmayı en iyi alanı, Arap Birliği zeminini rejimin ömrüne “zaman kazandırmak” için seçmiş vaziyette. Bir ay gecikmeyle vardığı kararı hakkıyla uygulayacağı pek şüpheli.
Ayrıca, geçen hafta Beyrut’tan yazmıştım; Arap gözlemcilerin Suriye’ye girmesi, halkı daha da cesaretlendirerek, daha fazla oranda sokağa dökecek bir gelişme olarak tahmin ediliyor.
Bunun, Suriye rejiminin ömrünü daha da kısaltması ihtimali üzerinde duruluyordu.
Evet... Besbelli ki, şunun şurasında 10 gün sonra gireceğimiz 2012, Türkiye için gerçekten bir “Irak-Suriye yılı” olacak.
Paylaş