Paylaş
Nitekim, ana muhalefet CHP, İsrail’in “özür”nü küçültücü bir dille yorumladı. “Özür”ün ABD Başkanı Obama sayesinde olduğunu ve Netanyahu’nun İsrail’in çıkarlarını düşünerek bu “özür”de bulunduğunu söyledi. Böylece, Tayyip Erdoğan’ın bundan kendisi için bir sonuç çıkartmasının doğru olmayacağını anlatmak istedi.
Ne var ki, bu “özür”de Obama’nın etkisi ve Netanyahu’nun bunu İsrail’in çıkarlarını gözeterek yapması, “özür”ün nedenini, nasılını ve zamanlamasını anlatıyor; “özür”ü ortadan kaldırmıyor. Dahası, bu tür bir açıklama, Tayyip Erdoğan’ın puanını sildirtmediği, ona yetmediği gibi, CHP’nin beceriksiz muhalefet örneklerine bir tanesini daha ekletiyor.
CHP’nin “özür”ün Tayyip Erdoğan’a puan kazandırmasından ötürü içine girdiği “hazımsızlığa” benzer bir hal, İsrail sağı için söz konusu. İsrail sağının görüşlerini yansıtan The Jerusalem Post gazetesi, İsrail’in “özürü”nden Türkiye’nin “yanlış sonuçlar” çıkarttığını ileri sürerek, Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun bunu kullanarak “yanlış algı” yaratmaya çalıştıklarından söz etti.
İsrail sağının iddiaları kabul edilmese de üzerinde durmaya değer bazı “nüansları” içeriyor. Erdoğan ve Davutoğlu’nun İsrail’in Ankara’nın tüm taleplerini karşıladıklarını iddia ettiklerini, bunun doğru olmadığı bildiren JP, “Bu iddialar akla Hizbullah ve Hamas liderlerini getiriyor çünkü Türk liderlerin kullandıkları sözcükler, gerçeklerle tümüyle örtüşmeyen bir algı yarattı” diyor ve Erdoğan ile Davutoğlu’nun söylemlerinde “Hassan Nasrallahvari ve İsmail Haniyece bir yan bulunduğunu” söylüyor.
Gazete, Nasrallah’ın İsrail’e karşı İkinci Lübnan Savaşı’nda (2006) zafer ilan ettiğini ama o gündür bugündür sığınağından burnunu çıkaramadığını ve yedi yıldır İsrail’in kuzey şehirlerine roket atışından kaçındığını hatırlatıyor.
Aynı şekilde, Haniye’nin tabiriyle Hamas’ın İsrail karşısındaki “başdöndürücü zaferi”nden bu yana, Gazze’nin İsrail sınırının sakin olduğuna alaycı bir gönderme yapıyor.
Bu arada, Netanyahu’nun “özürü”nün Tayyip Erdoğan’ın istemiş olduğu “özür”den farklı olduğuna dikkat çekmeye çalışıyor. Erdoğan’ın kamu önünde “aleni bir özür” talebinde ısrar etmiş olduğunu, buna karşılık Netanyahu’nun ikili bir telefon diyalogunda “operasyon hatalar”dan ötürü “özür” dilediğini bildiriyor. Mavi Marmara’ya çıkmış ve İsrail askerlerinin girişmiş olduğu davranışlardan “özür” olmadığını anlatmaya çalışıyor.
Burası işin anlamsız bir “semantik” tartışması ve Jerusalem Post’un zevahiri kurtarmaya çabalaması gibi sırıtıyor. Ama, “nüans” bir önceki bölümde; yani İsrail’e karşı “zafer” ilan edenlerin, sessiz sedasız “hizaya gelmiş” oldukları imasında.
Tazminat konusunun hiçbir zaman bir sorun oluşturmadığını, buna karşılık Gazze’ye ambargonun kaldırılmasının, Erdoğan’ın anlattığından farklı olduğunu, İsrail’in Gazze ambargosunu Erdoğan’ın aktardığı anlamda kaldırmayı kabullenmemiş olduğunda ısrar ediyor.
Bunları öne sürdükten sonra kullandığı şu cümle ilginç: “Başından beri Erdoğan ve Davutoğlu’nun bunu (özürü) bir büyük zafer olarak ilan edecekleri belliydi.”
Ve devam ediyor: “Pek belli ve o kadar açık olmayan, İsrail’in niçin ortalığı özüre ilişkin kendi yorumuyla kapsamamış olması.”
Niye?
İsraillilere göre, Suriye’nin dağılıyor olmasından duydukları güvenlik kaygısı o kadar ön plandaki, gelecekte –muhtemelen ABD’nin de gayretiyle- Türkiye ile içine girmeyi tasarladıkları işbirliğini, Türkiye’de şimdi hüküm süren söylemle tehlikeye düşürmeyi arzulamıyorlar.
ABD merkezli uluslararası önemli Yahudi kuruluşlarının da öncelik verdiği husus burası: Türkiye ile İsrail arasında ilişkilerin tamiri, giderek Türkiye ile İsrail arasında işbirliğinin yeniden tesisi. Bu amaçla, Türkiye’nin “pışpışlanması”; yani bir anlamda “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” tavrıyla, Türkiye’nin bu konuda İsrail’e karşı “diplomatik zafer” kazandığı övünmesiyle pek ilgilenmiyorlar gibi.
Örneğin, Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Ronald Lauder, söz konusu “özür dileme” için, Netanyahu ve diğerlerinin “çok meşru rezervlerine rağmen, bu, mevcut durumda yapılması gerekli, doğru bir davranış oldu” hükmünde bulunuyor.
Lauder, Mavi Marmara olayından itibaren Başbakan Erdoğan’la yedi kez görüştüğünü ve Türk tarafının kendisine “İsrail özür dilediği takdirde ilişkilerde yeni bir başlangıcın mümkün olduğunu” söylediklerini belirterek, “Sözlerini tutmalarını içtenlikle bekliyoruz” diyor.
Türkiye-İsrail işbirliğine ilişkin, “özür dileme”nin ardından hevesli bekleyişi ifade edenlerden biri New York merkezli ünlü ADL’nin ünlü başkanı Abraham Foxman.
Biz, Türkiye’de “İsrail’i dize getirdik” havasında “diplomatik zafer”in esrikliğinde iken, Amerikan Yahudi kuruluşları İsrail’in tam içeriğini “yoruma tabi tuttukları” bir “özür” sayesinde Ortadoğu’da “yalnızlıktan kurtarılması”nı kutluyor haldeler.
Bu da bir tür “kazan-kazan” hali sayılabilir.
Türkiye-İsrail işbirliğini bırakın, bir “özür” ile simgelenen “yeni durum” bile Ortadoğu’da dengeleri etkilebilecek bir enerji üretiyor. İsrail, Suriye’ye karşı Golan’da 1973’ten bu yana en güçlü askeri harekata girişecek kadar psikolojik bakımdan elini kolunu serbest hissetti ve önceki söz konusu operasyonu yaptı.
İran ve bu yakınlaşmaya zemin teşkil eden Suriye’nin fevkalade rahatsız olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bölge çapında bakıldığında, İsrail ile hiçbir zaman “stratejik anlamda” ters düşmemiş Kürtleri rahatsız eden hiçbir şey yok, ortaya çıkan durumda. Yani, Kürtlerin Türkiye’ye karşı İsrail tarafından “kullanılacağı” iddiaları da otomatik olarak düşecek.
Türkiye’de “Diyarbakır Newroz mesajı”yla altı çizilen “Türk-Kürt yakınlaşması”na eklenen “Türkiye-İsrail normalleşmesi”nin yerinden kımıldatacağı dengelerin Tahran-Bağdat-Şam hattında nasıl bir “operasyonel” tepkiye yol açacağını yakında göreceğiz.
Spektaküler “terör” eylemleri ihtimali ve “provokasyonlar”a dikkat!
Paylaş