Paylaş
Kofi Annan’ın Türkiye’ye geleceği gün, ana karargahı İstanbul’da olan Suriye muhalefet kuruluşu Suriye Ulusal Meclisi’nin başkanı Burhan Galyun da İstanbul’da olacak.
Bu yoğun faaliyet, Suriye’de durumun iyiye gitmesi için çok anlamlı gözüküyor mu?
Hayır.
Suriye Devrimi, açıkçası tam bir uluslararası ikiyüzlülükle karşı karşıya. Türkiye için asıl korkulması gereken, “maceraya sürüklenmesi”nden ziyade bu “uluslararası ikiyüzlülük trendi”ne kaptırmasıdır.
Bunun işaretleri var. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Tunus’ta Suriye hakkındaki sözleri, bunun sinyallerini veriyor.
Gül, Tunus’ta konuşurken, Kofi Annan, yanında Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil Orabi, konuştu. Açıklamasından en ziyadesiyle Başşar Esad’ın memnun kalacağına herkes emin olabilir.
Suriye muhalefetine silah desteğine –bunu şu sırada Katar ve Suudi Arabistan’dan başka açıkça savunan zaten görünmüyor- kavuşturulmasına karşı çıkan Kofi Annan, “Hastalıktan daha kötü olacak bir ilaç tedavisi uygulamamak konusunda dikkatli olmalıyız” dedi. Diplomatik dil cambazlığına hayran kalmamak elde değil ama “laf salatası” ne yazık ki “katliam önlemek” bakımından bir “antidot” ya da “panzehir”, yani bir etkili ilaç olamıyor.
BM’nin Afrikalı eski Genel Sekreteri, Afrika kıtasında yaşanan 20. Yüzyıl’ın en yüzkızartıcı soykırımlarının başında gelen 1994’teki Ruanda katliamının ardından, “Görüyorum ki, yapabileceğim ve yapmam gerekenden fazlası vardı” demişti.
Aynı sözleri pekala “Suriye katliamı”nın ardından da söyleyebilir.
Uluslararası laf salatası
Lübnan gazetesi Daily Star, durumu gayet güzel resmediyor:
“Suriye’nin çevresindeki sahne lafla taşıyor. Dünyanın büyük oyuncuları, Suriye rejimine etkisi bakımından sıfır değeri taşıyan büyük laflar ediyorlar. Uluslararası camia durumu idare etmeye çalışıyor ve bunu yaparken her adım ve her sözde ikiyüzlülüğünü dışa vuruyor. Bu ikiyüzlülüğün en kötü cinsi. Sadece dünya güçlerinin perde arkası hesaplarını gözler önüne sermekle kalmıyor, aynı zamanda küçük, orta büyüklükte ve süpergüçlerin niyetlerine ilişkin göz açıcı bir rol de oynuyor. Allah, bunların sözlerine olduğu gibi inanan her mazlum tarafın yardımcısı olsun. Uluslararası camianın Suriye krizine tepkisi, ondan destek arayan birçok ülke için bir ders olmalıdır.”
ABD’nin haline bakın. Daily Star’da Michael Young’un “Vladimir Putin’i Suriye konusunda bir kez daha düşünmeye zorlayın” başlıklı yazısındaki şu satırlar ABD’nin halini yeterince yansıtıyor:
“Obama yönetimi Başkan Başşar Esad’ın görevini terketmesini istiyor. Çünkü halkını katlediyor. Washington Suriye isyancılarını silahlandırmayı reddediyor. İran ve Rusya, Esad’ın katillerine silah gönderiyor. Suriyelilerin bugün yaşamak zorunda kaldıkları yürek burkan denklem budur.
Suriye ihtilafında Barack Obama’nın anlamadığı nedir? Salı günü, Amerikan Başkanı bizi Esad’ın ayakta kalamayacağı konusunda temin ett. “Sonuç olarak bu diktatör devrilecektir” dedi. Bunu söylemeden önce Amerika’nın tek taraflı bir askeri eyleme girişmeyeceğini bildirdi. Obama, Suriye’nin ‘Libya’dan daha karmaşık olduğunu’ gözlemledi. Haklı ama bu konudaki komplikasyonlar, diktatörün daha fazla masumun kanına girmesinden başka hiçbir şeye hizmet etmeyecek olan akıllı olmayan politikalar formüle etmesini haklı çıkartmaz.”
Obama’nın açıklamalarıyla, Tayyip Erdoğan’ın çeşitli parti toplantılarında son günlerdeki konuşmalarında kullandığı dil ve Abdullah Gül’ün Tunus’taki sözleri arasında özde bir fark var mı?
Onlar da Başşar Esad’ı yerden yere vuruyorlar. Ama, Suriye’de sorunu “Bölge’nin kendisinin çözmesi gerektiğini” vurgulayarak, Suriye rejimine “Arap Birliği planını kabul çağrısı” yapmaktan öteye somut bir şey söylemediğiniz takdirde, Başşar hakkındaki ateşli sözlerinizin Şam’da hoş bir sedadan öteye değeri olmaz. Türkiye’de Ak Parti seçmen tribünlerine oynamaktan öteye bir şey yapmadığınız algısı Şam’da ve her yerde yerleşir.
Şam, Arap Birliği planını uygulamıyor işte. Rusya ve İran’dan aldığı desteği dengeleyecek karşıt bir siyasi pozisyon görmeyince, katliamını şehir şehir, kasaba kasaba, köy köy yaymakta ve duruma “sahada” hakim olmakta hiçbir beis görmüyor.
Başşar’ın zulmünün şu anda azgın silah gücüyle hakimiyet aradığı o “saha”da dengeleneceği “mesajı” verilmez, Başşar’ın halkına saldırısının nötralize edilme ihtimalinin yüksek olduğu gösterilmezse, Rusya’nın tavrı da etkilenmez.
Türkiye’nin kaçınması gereken
İsrail’in Haaretz gazetesi dün “Kürt asiler söz konusu olunca, Türkiye’nin Suriye’yi işgali sorun olmaz” başlıklı Zvi Bar’el’in yazısına yer verdi.
Bu Türkiye ve Türkiye’nin dış politika görüntüsü için çok tehlikeli bir imaj. Türkiye’nin dış politikası ve uluslararası sahnede etkisini inşa ettiği Ortadoğu’ya ilişkin politikası sadece ya da esas olarak, “PKK tehdidine tepki” ile sınırlanırsa, uluslararası siyasi görünürlüğü “kısmi felç”e sürükleniyor demektir.
Bu ay içinde İstanbul’da yapılacak olan “Suriye’nin Dostları” toplantısının tarihi yaklaşıyor. Tunus’ta yapılan ilk toplantı, dürüstçe söylemek gerekirse, tam anlamıyla bir “balon” çıktı.
Türkiye, İstanbul toplantısının da bir “balon” çıkmasını göze alamaz. Zira, bu, Ortadoğu’daki Türkiye’nin bir “balon” olduğu algısını yerleştirmeye başlar.
Bundan zarar görecek olan sadece Suriye halkı değildir. Doğal olarak, Türkiye’nin kendisidir.
Suriye’deki durum olağanüstü karmaşık ve hiç kimsenin önünde bulunmadığı gibi, Türkiye’nin de önünde “hazır giyim”, basit siyaset seçenekleri yok. Bunu bilmiyor, görmüyor değiliz.
Bununla birlikte, Türkiye’nin, Suriye Devrimi’nin Suriye’nin Kürt bölgelerine de yayılması halinde duruma müdahale edeceği tehdidinden öteye yapabileceği çok şey var.
Yapmaması gereken, bugünlerde yapar göründüğü.
Yani, uluslararası camianın “laf salatası”na onunla aynı dalga boyunda katkıda bulunmak.
Türkiye, “uluslararası ikiyüzlülük trendi”ne kendisini kaptırmamalı.
İstanbul, madem Suriye muhalefetinin merkezi haline geldi; İstanbul’u “Suriye talk-show sahnesi”ne dönüştürmemeli.
Paylaş