Paylaş
“Futbol diplomasisi”yle başlayan baş döndürücü bir diplomatik trafiğin zirve yaptığı anları yaşıyorduk. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiler, Türklerle Ermeniler arasındaki ortak tarihin en sıkıntılı döneminin, 1915 faciasının izdüşümüyle donmuştu ve buzlar Eylül 2008 başıyla birlikte, bizim yaşadığımız o baş döndürücü diplomatik trafikle birlikte erimekteydi.
Ali Babacan’ın birkaç saat önce çıktığı odada, Nalbantyan ile öğle yemeği yerken, hepimizin üzerinde durduğu konu, açılmış olan “tarih penceresi” kapanmadan bir an önce iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulması ve buna paralel olarak kapalı duran kara sınırlarının açılmasıydı.
Nalbantyan, o görüşmede bir “ihtiyatlı iyimserlik” sergilemişti. Türkiye ile Ermenistan arasında elle tutulur bir gelişme sağlanması, yani diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılması için Karabağ sorununda bir ilerleme kaydedilmesi gerekiyordu. Zira, bu, Türkiye için Ermenistan’la ilişkilerinde “manevra alanı”nın açılması anlamına geliyordu.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerini ipotek altına alan; ne “soykırım” konu başlığı, ne“Ortak Tarih Komisyonu” kurulması ve bunun çalışmalarının sonuçlanması idi. Ve, ne de Türkiye’de çok kişinin sandığı ve iddia ettiği gibi, Ermenistan Anayasası’nda değişiklikler yapılması, Ermenistan’ın mevcut sınırların geçerliliğini kabul edeceği, Türkiye’den toprak talebinde bulunmayacağı 1921 Kars Anlaşması’nı tanıdığını ilân etmesiydi.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerin normalleşmesi ve gelişmesi, “Azerbaycan ipoteği”ne bağlıydı.
Bu ipoteğin kalkması ise, Ekim ortasında yapılacak Azerbaycan seçimlerinden sonra, Azerbaycan ile Ermenistan arasında Yukarı Karabağ konusunda mesafe alınması, Azerbaycan’ın Türkiye üzerinden “Ermenistan ile ilişkilerinin normalleştirilmesi” ipoteğini kaldırmasıydı.
Edvard Nalbantyan’ın dün İstanbul’da dinlerken, Erivan’da tanık olduğumuzdan daha iyimser bir uslûpta konuştuğu dikkatimi çekti. Bir “yol kazası”na uğramazsak, 2009’ın ilk çeyreğinde, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştiğini, yani diplomatik ilişkilerin kurulduğunu ve kara sınırının açıldığını göreceğiz.
*** *** ***
Abdullah Gül’ün Eylül başındaki Erivan çıkartmasından, Ali Babacan-Edvard Nalbantyan’ın gece yarısı görüşmesinden bu yana geçen iki buçuk ay içinde ortada “yeni” olan ne var?
Babacan ile Nalbantyan, Erivan’dan sonra, aradan geçen onbeş günün ardından New York’ta Azerbaycan Dışişleri Bakanı Eldar Mametyarov ile birlikte ilk “üçlü görüşme”de bir araya gelmişlerdi. İstanbul’da üçüncü kez dün görüştüler. Arada, Cenevre’de iki ülke Dışişleri yetkilileri görüşmeye devam ettiler.
Ama asıl önemli gelişme, bu ay başı Moskova’da Azerbaycan ve Ermenistan cumhurbaşkanları İlham Aliyev ile Serj Sarkisyan’ın Rusya Devlet Başkanı Medvedev’le birlikte buluşmaları ve 5 maddelik bir Karabağ’da çözüm deklarasyonu yayınlamış olmaları.
Moskova buluşması, Azeri ve Ermeni bir numaralarının yine Rusya’nın St. Petersburg kentinde Haziran 2008’deki buluşmalarından ve “birbirlerinden memnun kalmaları”ndan sonra, ilk kez ve bu kez Rusya’nın “geçerlidir” damgası vurduğu bir ortak Karabağ belgesi üretmelerine imkân verdi.
Bu gelişme aynı zamanda Ermenistan’a yönelik adımlarını Azerbaycan ile eşgüdümlü biçimde atmakta titiz olan Türkiye açısından “Azerbaycan ipoteği”nin kalkma yolunda olduğunun işaretini vermiş oldu.
Şimdi 4 Aralık’ta Helsinki’de yapılacak AGİT Zirvesi’nde Karabağ sorununu bunca zamandır sürüncemede bırakmış olan Minsk Grubu’na dahil ülkelerin, Amerika, Rusya ve Fransa’nın devlet başkanları ve bunlara ek olarak Azerbaycan, Ermenistan ve Türkiye cumhurbaşkanları ve dışişleri bakanları bir arada olacaklar.
Helsinki’den çıkacak bir Karabağ sorununun çözüm ilkeleri ya da çerçeve anlaşması, Türkiye ile Ermenistan arasında 2009’la birlikte diplomatik ilişkilerin kurulması ve kara sınırının açılması için “Azerbaycan ipoteği”nin sona ermesini beraberinde getirebilir.
Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin “normalleşmesi” ise, büyük tarih ayıbının, “soykırım” konusunun serinkanlı biçimde, sağduyu ile ve en önemlisi “vicdan”la ele alınmasını kolaylaştıracaktır.
*** *** ***
Çok kişi, “soykırım” sözcüğünün, Amerikan Kongresi’ne sunulacak bir tasarının yasalaşması veya yeni Amerikan Başkanı Barack Obama’nın bir 24 Nisan’da Başkanlık açıklamasında yer alması halinde, Türk-Amerikan ilişkilerinde yapacağı tahribata takılıyor.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi, Türkiye’de Obama yönetimine ilişkin duyulan en büyük kaygıyı giderebilir. Söz konusu normalleşme, “soykırım yasa tasarısı” veya bu sözcüğün Obama tarafından Nisan ayında telâffuzunun önüne geçebilir.
Ancak, bu normalleşmeye dış ilişkilerde “pragmatik” nedenlerden ziyade, Türklerle Ermeniler arasında “tarihi barışma”nın önünü açmak bakımından “etik” nedenlerden ötürü ihtiyaç var.
İster adına “tehcir” deyin, ister “trajedi” ve bunun bir “soykırım” olmadığını ileri sürün, 1915’te olan-biten, 9 Aralık 1948’te BM Genel Kurulu’nda kabul edilen ve Rafael Lemkin tarafından kaleme alınmış olan “Soykırım Konvansiyonu”ndaki tanımlamanın içinde yer alıyor. Hukuken geri dönüşü olmayan yani “makable şamil” sayılmayan bir belge “Soykırım Konvansiyonu.” O nedenle, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden bir yanı yok.
Mesele, bir yönüyle “etik”, diğer yönüyle Türklerle Ermeniler arasında “tarihi barışma”ya yol açacağı için “işlevsel”.
Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, bir de ve esas olarak, bu bakımdan “işlevsel”…
Paylaş