Paylaş
Beklendiği gibi bunlar, dışarıda Arap milliyetçileri ile Ak Parti’ye soğuk bakan Selefi eğilimli İslamcılar; içerde ise Soğuk Savaş artığı anti-Amerikan sol ile, her ne konu ve her ne pahasına olursa olsun, Ak Parti ne yapıyorsa ona karşı olmaya kararlı her kim varsa.
Bu hatırı sayılır bir gizli-açık muhalefet bloku. Türkiye’nin bölgesel liderlik rolüne takoz koyma potansiyeli mevcut. Tabii, bunda Türkiye’nin (iktidarın) kendi zaaflarının da hissedilir bir payı söz konusu.
Ak Parti’nin en ciddi “Aşil Topuğu” ise, “siyasi makas” değiştirilmediği takdirde iktidarı aşırı yoracak olan genç ve dinamik Kürt kitle.
Nitekim, kısa süre önce Fadi Hakura imzasıyla yayımlanan “Türkiye ve Ortadoğu – İçerde Güven, Dışarıda İddia” (Turkey and the Middle East – Internal Confidence, External Assertiveness) başlıklı bir Chatham House brifing kağıdında, çok kültürlü bölgeye (Ortadoğu’ya) Türkiye’nin ‘model’ olmasını engelleyecek “üç faktör”den söz ediyordu: Kürt sorununun ateşlenmesi, devletin yarı-laik devlet sistemi ve kırılgan demokrasi.
Kürt sorununun PKK üzerinden “kan ve ateşle” üzerinden gelinmesini öngören bir siyasi hat, bunun, kaçınılmaz biçimde, sivil siyasi alana tutuklama dalgalarıyla ve ifade özgürlüğünü baskı altına alma ile kendisini gösteren uzantısı; yani “kırılgan demokrasi”yi daha da kırılgan hale getirecek türden uygulamalar, Türkiye’yi dışarıda ciddi biçimde zora sokma ihtimali içeriyor.
İç politikada aşırı iktidar merkezileşmesinin, güç tekelinin ve keyfiliğin, Türkiye’nin ihtiraslı dış politika hedeflerini sakatlama ihtimali yabana atılmayacak ölçüde olduğu için, gerçek anlamında bir demokrasi ve özgürlük rejiminin önemi var.
Arap milliyetçiliğinin korkusu
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Soğuk Savaş boyunca esen Nasırcı Arap milliyetçiliğinin hayatta kalan en büyük sözcüsü Muhammed Hasaneyn Heykel, -dün de değindik- Arap dünyasını saran değişim rüzgarlarından dehşetli ve Türkiye’nin sahneye çıkmasından dehşetli korkuyor. “Gördüğümüz basit ifadesiyle boydan boya bölgeyi kaplayan bir Arap Baharı değildir; aksine bir bölgesel ve uluslararası siysi değişim hızla geniş bir cephede hareket ediyor ve derin ve tehlikeli etkiler üretiyor” diyor.
Heykel’i özellikle Kaddafi’nin yıkılmasından anlaşılır bir endişeye kapıldı. Zira, Kaddafi, Nasır müritlerinden biriydi. Heykel’i daha da dehşete sevkeden Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara meşru bir güç olarak tutunması.
Seküler Arap milliyetçiliği ana damarlarından olan Nasırcılık için, en büyük-en güçlü-lider Arap ülkesinin muhalefet hareketi olan Müslüman Kardeşler, “en tehlikeli” ve “iç düşman”dı.
Yanıbaşında Kaddafi’nin yıkılışını, içerde Müslüman Kardeşler’in yükselişini gören Heykel için, bir de bölgenin ufkunda Müslümanlık ile Batı’nın kesişme noktasını ifade eden Türkiye’nin bir yandan İsrail’e uzak durarak “en değerli Nasırcı kozları” da terekesine koyarak, Suriye üzerinden bölgede yükselmesi hazmı imkansız bir gelişme.
Baasçılık, dönemi kapanmış, miyadı dolmuş Arap milliyetçiliğinin ve dikta rejimlerinin son türevi olarak Suriye’de defin törenini bekliyor.
Bu “defin” olacak. Dün türlü gerekçelerle Saddam’ın ve Baas Irak’ının etrafında kümelenen kim varsa, beş aşağı beş yukarı, Başşar Esad rejiminin ve Baas Suriye’sinin etrafında da bin dereden su getirerek biraraya geliyorlar. “Baas’ın defni”, Irak’ta nasıl önlenemediyse, Suriye’de önlenemeyecek.
Bugün bilinmeyen tek şey; bunun, nasıl, ne şekilde ve ne süre içinde gerçekleşeceği. Ama mutlaka gerçekleşecek.
Türkiye’nin rolü
Türkiye’nin bunda rolü ne olacak?
Suriye’yi işgal mi edecek? Batılı güçlerle, NATO’yla birlikte bir harekata mı katılacak?
Türkiye’nin karar vericilerinin kesinlikle böyle bir hedef gütmediği biliniyor ama bu konudaki spekülasyonlar, bir yandan da içerdeki muhalefet ve Arap dünyasındaki Türkiye karşıtları tarafından cömertçe pompalanıyor.
Türkiye’nin aslında şu anda Suriye’de yaptığını ve bundan sonra da yapması gerekeni, Arap-Amerikan topluluğunun en tanınmış şahsiyeti sayılan James Zogby’nin Huffington Post’taki “Türkiye’nin Değişen Bölgesel Rolü” başlıklı makalesinde bulmak mümkün. Aynı zamanda çok etkili bir kamuoyu araştırmacısı olan Zogby’nin araştırmaya dayalı müthiş gözlemleri var. İzleyelim:
“ABD’nin, şu sırada Suriye dosyasını değerli bir müttefiki olarak Türkiye’ye terketmesinin önemli bir nedeni var. Filistinlilere gösterdiği desteğin sonucu olarak Türkiye, Arap dünyasında “sokak kredisi” kazandı, ki bu konuda ABD’nin hiçbir kredisi yok. Türkiye, Arap Birliği ile bir ortak olarak biraraya gelebiliyor, ABD gelemiyor. Ve Türkiye, Suriye muhalefetini, ABD’nin yapamayacağı şekilde barındırıyor ve destekliyor.
Bununla birlikte bir-iki uyarı da gerekli. Türkiye Suriye’deki elini abartılı biçimde oynayamaz. Ne ‘Arapların lideri’, ne de öyle sanıyorum ki, böyle bir rol oynamaya niyeti var. Son kamuoyu yoklamalarımızda boydan boya Arap bölgesinde Türkiye’nin itibarının oldukça yüksek çıktığı bir gerçek. Ama, bu, Türkiye’nin bir yeni ‘Osmanlılık’ iddiasında bulunması için bir davetiye olarak anlaşılmamalıdır... Araplara şu sırada kimin liderlik rolü oynadığı sorulduğunda ‘Türkiye’ diye cevap veriyorlar. Ama kimin liderlik yapmasını istedikleri sorulduğunda ise ‘Mısır” diyorlar. Türkiye’ye saygı duyuluyor. Ama, bölgesel ortak olarak; bir Arap lideri olarak değil.
İkincisi, Türkiye kibirle ya da kızgınlıkla veya onu Suriye bataklığına çok derin biçimde çekilmeye zorlayacak dış baskı konusunda dikkatli olmalıdır. Bazı Suriye muhalifleri Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesini isteyebilirler, ancak bu ölümcül bir hata olur. Bu zaten istikrarsız bir bölgede zaten kanlı olan ihtilafın daha da fazla ölümlere ve karışıklıklara yol açmasını beraberinde getirir ve Türkiye’nin güç elde edilmiş bölgesel itibarını zora sokar.”
İnce ayarlı politika-demokratik özgür Türkiye
Zogby’yi okuyunca, bölgede bir “Türkiye-Mısır ekseni” kurulması vizyonunun ne kadar önemli ama bir o kadar da zor olduğunu düşünmek gerekiyor.
Aynı şekilde, Türkiye, yıkılması mukadder ve isabetli olacak olan Suriye’deki diktatörlük rejimine karşı kesin ve kararlı ama bir o kadar da “ince ayarlı” bir politika izlemek zorunda.
En önemlisi, bütün bunları yapabilmesi için “iç bünyesi”nin sağlıklı olması şart. O da, herkesin tek tornadan çıkması ve “milli birlik ve beraberlik” için sıraya girmesi anlamına gelmiyor.
Tam tersine, çok sesli, canlı, demokratik ve özgür bir ülke olması anlamına geliyor.
Paylaş