Paylaş
Bunu da “realist” bir gerekçeyle izah ediyor. “O dönemde ilişkilerinin yüzde 90’ı askeri ilişkilerdi. Türk-Amerikan ilişkileri, güvenlik politikaları zeminine oturmuştu ve omurgasını yüzde 90 oranında askeri ilişkiler oluşturuyordu.”
Günümüzün özellikleri o kadar farklı ki, General Scowcroft’a göre, ilişkilerin “ana karakteri”nin “askeri” olması düşünülemez. Bununla birlikte, söz konusu ilişkilerin çok geniş bir zemine yayılması, Türkiye’yi ABD nezdinde, Soğuk Savaş yılları kadar “değerli” kılıyor.
“Daha değerli olması gerekiyor. Türkiye, Soğuk Savaş yıllarında netice itibarıyla NATO’nun bir kanat ülkesiydi. Oysa, şimdi, Amerika için merkezi önem taşıyan ne varsa, onun merkezinde oturuyor” dediğimde, “Evet, bir kanat ülkesiydi ama çok çok önemliydi” karşılığını vererek, Soğuk Savaş dönemindeki önemini daha az olabileceğine sanki kıyamıyor.
Ne de olsa 82 yaşındaki Brent Scowcroft bir asker; ona hitap ederken hala “General” diye hitap ediyorsunuz ve bir dönem yardımcılığını yaptığı Henry Kissinger ile birlikte Amerikan dış politikasındaki “realist” diye nitelenen akımın başını çekiyor. “Realpolitik”, General Scowcroft için en belirleyici dış politika ölçütü.
Henry Kissinger ile beraberliği çok eskilere uzanıyor. Kissinger, 1968 yılında Nixon’un Ulusal Güvenlik Başdanışmanı iken, Scowcroft da yardımcısı idi. Daha sonra de halefi oldu. 1974 ve 1977 arasında Henry Ford döneminde, ABD Ulusal Güvenlik Başdanışmanı sıfatını General Scowcroft üstlendi. Carter Başkan seçilince, Scowcroft yerini Zbigniew Brzezinski’ye bıraktı. Reagan döneminin son Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Colin Powell idi. Scowcroft, Bush 41 ile birlikte, bu sıfatı 1989-1993 arasında bir kez taşıyan çok ender bir siyasi şahsiyet, belki de Amerikan tarihinde tek.
(Birkaç gün içinde “Washingtonca” bilgim biraz ilerledi. Şimdiki Başkan Bush’u, babası ile karıştırmamak için, isimlerinin ardına Başkanlık sıra rakamları eklenerek söyleniyor. ABD’nin 41. Başkanı olduğu için Baba Bush’a kısaca Bush 41 deniliyor; şimdiki ise Bush 43.)
*** *** ***
Brent Scowcroft, dünya politikasındaki asıl ününü Bush 41 döneminde yani Soğuk Savaş’ın sona erdiği ve ABD liderliğindeki blok tarafından kazanıldığı o başdöndürücü geçiş döneminde, ABD’nin fiilen “iki numarası” olarak yaptı. Berlin Duvarı’nın çöktüğü, iki Almanya’nın birleşmeye yürüdüğü, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı o benzersiz dönemde, ABD’nin güvenlik politikası Brent Scowcroft’tan soruluyordu.
Çok uzun yıllar çalıştığı Beyaz Saray’a Washington deyimiyle bir-iki blok ötedeki bürosunda konuştuğumuzda önümüzdeki sehpada, Bush 41 ile birlikte yazdıkları kitap, birkaç yabancı dildeki baskılarıyla birlikte dekor olarak önümüzde duruyor: “A World Transformed” (Dönüşen Dünya). Üzerinde alt alta iki imza: George Bush ve Brent Scowcroft.
Hava pilot korgenerali, Amerikan Hava Akademisi’ni bitirdikten sonra Columbia Üniversitesi’nde master ve doktora da yapmış. Bir hayli de “sivil” yani. Amerikan dış politikası üzerinde bugün bile, 82 yaşındaki haliyle de gayet “nüfuzlu.” Bu “nüfuz”, uzun ve büyük deneyimlerle dolu kariyerinden, yani “cv”sinden gelmiyor sadece. Mevcut Amerikan yönetiminin en önemli iki şahsiyetinin Brent Scowcroft yetiştirmesi olmasından da geliyor.
Bunların başında Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice var. Scowcroft, Condi’nin patronu, piri. Onu, zamanında yanına alan ve daha sonra Bush’a tanıştıran, bugünkü pozisyonuna gelmesinde baş rolü oynayan General Scowcroft. Condoleezza Rice’tan gayrı, yeni Savunma Bakanı Bob Gates de, bu Amerikan yönetiminde “Scowcroft yetiştirmesi” ya da “Scowcrotf’un adamı” biliniyor.
Bu özelliklerine rağmen, Scowcroft’un Bush (yani Bush 43) ile ilişkileri, doğrudan sorumluluk üstlendiği Baba Bush dönemindeki gibi hiç olmadı. Bush 43 ve çevresindeki “neo-con’lar”a karşı Cumhuriyetçi saflardan ilk eleştiri salvolarını gönderen de Brent Scowcroft. 15 Ağustos 2002’de yani Irak Savaşı’ndan 6 ay önce, “Don’t Attack Saddam” (Saddam’a Saldırmayın) başlıklı yazısıyla savaşa, “realist dış politika okulu” namına karşı çıktığı o ünlü yazısı belleklerden silinmedi.
Condoleezza Rice’ın Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi, ardından da Rumsfeld’in Pentagon’dan gönderilerek yerini Robert Gates’in alması, Cumhuriyetçi camia içinde “Brent Scowcroft’un realist çizgisi”nin yönetimdeki “neo-con çizgi”yi alt etmesi olarak yorumlandı. Yönetim o kadar zayıflamış ki, Brent Scowcroft, “Tüm müritleriniz yönetimde. Siz de sanki yönetime geri dönmüş gibisiniz” sözleriyle yaptığım “komplimanı” hiç üstlenmiyor. Bush yönetimine ilişkin, mesafeli hatta eleştirel konumunu korumak isteyen bir hali var.
Nitekim, bu yönetimin Irak politikasını kurtaracak son hamle gibi görünen ve Bağdat’ta güvenliğe odaklı “surge strategy” olarak nitelenen “strateji”nin “başarı şansı”nı nasıl gördüğünü sorduğum anda, yüzünü bir nebze küçümseyici bir ifade yalayıp geçiyor ve “Bir kere bu bir taktik. Strateji değil. Taktiği strateji diye tanımlıyorlar. Bir süre başarı kazansa bile, Irak için kalıcı çözüm olabilecek olan bu değil” sözleri ağzından dökülüyor.
General Scowcroft, Bush’un Irak politikasına kefil olmuyor.
*** *** ***
Türkiye ile ABD’nin yakın işbirliği gereğini de bu gibi alanlarda görüyor. Turgut Özal ile Bush 41’in arasındaki çok özel ilişkiyi hatırlatıyor. “Her gün telefonda görüşürlerdi. Abartmıyorum, her gün ve üstelik gayet samimi biçimde” diyor. Şimdi de buna benzer bir ilişki tarzının gerekli olduğu kanısında.
“Türkiye’ye danışmalıyız. Türkiye’yi tüm kararlarımıza dahil etmeliyiz. Siz, o bölgede yaşıyorsunuz. Afganistan’a kadar uzanan o bölgeyi, o bölgede yaşıyor olmaktan gelen biliyorsunuz. Atatürk Müzesi’ni gezdiğimde, Afganistan kendisine gönderilen hediyeleri gördüğümde, Türkiye’nin boyutlarını fark etmiştim” diye konuşuyor.
Ak Parti hükümetini “İslamcı” gören ve onunla ilişkide zorlanan Amerikalılar arasına General Scowcroft da giriyor mu? “İslamcı” dalgadan kaygısı var mı?
İçtenlikle cevap veriyor bu soruya: “Tayyip Erdoğan’ı kendime uzak buluyorum. Yani, ne bileyim, mesela bir Süleyman Demirel gibi değil. Demirel ile kurulabilecek ilişkinin rahatlığından farklı. Ama, bu Tayyip Erdoğan ile mesafe almayı gerektirmiyor. Tam tersine. Onunla sürekli ve yakın temas içinde bulunulmalı.”
Scowcroft’un bu görüşünün altında bir “Türkiye değerlendirmesi” yatıyor ve o değerlendirme “kaygı”yla yüklü.“Üç Türkiye var” diye devam ediyor:
“1. İstanbul. İş aleminin Türkiye’si. Paris ile, Londra ile aynı dalga boyunda bir şehrin temsil ettiği Türkiye;
2. Ankara, İdari merkez. Siyasi kararların alındığı yer. Bu, İstanbul’dan farklı bir Türkiye;
3. Üçüncü Türkiye. Değil 21.Yüzyıl’da yaşamak, 20.Yüzyıl’a bile gelememiş gibi gözüken Türkiye.
Böyle bir ülkenin nereye savrulacağı belli olmaz. Kaygı verici yönlere de gidebilir. O yüzden, Türkiye ile çok yakın ilişki geliştirmek zorundayız. Türkiye kendi haline bırakılamayacak kadar önemli ve değerli bir ülke bizim için...”
Türkiye’nin Amerikan gündeminin üst sıralarında kat’iyen yer almadığını belirtiyor ve yine eleştirel bir tonda, “Ne zaman size ihtiyacımız olursa, o zaman aklımıza geliyorsunuz” diye ekliyor.
Türkiye’deki “aşırı milliyetçilik”ten rahatsızlığını gizlemiyor, yüzünü buruşturarak “Bu çok kötü” diyor. ABD’nin “Türkiye’yi Batı sisteminde tutma garantisi” saydığı AB hedefini güçlü bir şekilde desteklemeye devam etmesi zorunluluğu üzerinde duruyor. Ve, gülümseyerek bir başka ilginç noktayı vurguluyor:
“Ama, Türkiye’nin AB tam üyeliğini güçlü biçimde desteklerken, AB rotasından çıkılması halinde ABD’nin Türkiye’yi yalnız bırakmayacağını hissettirmeli, bu duyguyu size vermeliyiz...”
Paylaş