Paylaş
Irak Cumhurbaşkanı’nın Ürdün başkenti Amman’dan dönüşü bekleniyor. Celal Talabani, iki haftayı aşan ve en başta Irak Kürtlerinin yüreğini kaldıran ani hastalığının tedavisi tamamlanmış, sağlıklı biçimde şehrine dönüyor. Irak başkenti Bağdat’a değil, Kürtlerin ulusal-kültürel merkezi, kendisinin iktidar tabanı sayılan Süleymaniye’ye. Kuzey Irak’ta yer yerinden oynamış, tüm ülke sanki Süleymaniye’ye akmış gibi. VIP salonundakiler, uçak yaklaşırken, piste çıkıp protokolde yerlerine almaya hazırlanıyorlar. Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın davetlisi olarak ülke dışında olduğu için, protokolün en önüne dikilmek Bölge Yönetimi’nin Başbakanı sıfatıyla Neçirvan Barzani’ye düşmüş.
Neçirvan Barzani, VIP salonunda Kürdistan bayrağının hemen önündeki koltukta oturuyor. Diğer Kürt liderleriyle sohbete daldığı sırada gözü bize ilişiyor. Kısa bir şaşkınlık anını atlattıktan ve “Hoşgeldiniz” diye selamladıktan hemen sonra, doğrudan konuya giriyor ve sorusunu yöneltiyor:
“Türkiye’de seçimler, şu an için hükümetin ne kadar önceliği?”
“Tümüyle” diye cevaplıyorum. “Görünen o ki, seçimlerden daha öncelikli hiçbir başka gündem maddesi yok. Günlük rutin dışında tümüyle seçimler üzerinde yoğunlaşmış durumda.”
Neçirvan Barzani, kısa bir tereddüt geçiriyor; “Önümüzdeki dönemde bize ilişkin sorunlara ilişkin hiçbir hareket olamaz mı? Bir adım atılamaz mı?”
Bu soruları yöneltirken, bu sorulara cevap aramaktan ziyade, kendileriyle ilişkiye geçilmesine yönelik bir talep olduğu izlenimini ediniyorum. Yüzündeki mimikler, soruyu sorduğu sıradaki vurgulama, böyle bir izlenim veriyor. Neçirvan Barzani, kendileriyle Türkiye arasında “diyalog”un pek fazla vakit yitirilmeden başlamasına istekli gibi bir havada.
“Abdullah Gül-Neçirvan Barzani görüşmesi”nin yapılamamış olması, askıda kalması, daha da önemlisi ne zaman yapılacağının, adeta yapılıp yapılamayacağının belli bile olmaması, Irak Kürt liderlerinde sanki kekremsi bir tat bırakmış. Çünkü, bu görüşmeye önem verdikleri ve ciddiyetle hazırlanmış olduklarını Erbil-Selahattin arasında Hanzad mevkiinde gerek Neçirvan Barzani ve gerekse Mesut Barzani’nin dış politika danışmanlarından biriyle uzun bir söyleşide bir gece önce dinlemiştim. Süleymaniye havaalanında Neçirvan Barzani ile uzun uzun konuşmaya vakit yok. Kendisine bir gece önce bu konuları konuştuğumuz ismi veriyorum ve onunla ayrıntılı bir sohbet yaptığımızı belirtiyorum. “Tamam o zaman” diyor, “ondan gereken bilgileri alırım” imasıyla.
Söz konusu sohbette, Irak Kürdistan yöneticilerinin, Abdullah Gül ile yapılması tasarlanan görüşmeden önce hazırlık yaptıklarını ve Neçirvan Barzani’nin Gül ile görüşmesine “açık bir zihin ve kesin bir esneklik”le girmesinin kararlaştırıldığını öğrenmiştim. “Açık zihin-Kesin esneklik”. Yani, ucu açık, “ön şartsız” hatta “ön yargısız” bir görüşmeye hazırlanmış Neçirvan Barzani. Görüşmenin seyrine ve Abdullah Gül’ün tavrına göre, elindeki kartları birer birer açacakmış.
Eğer o görüşme yapılabilseymiş, Neçirvan Barzani’nin Abdullah Gül’e “çok ilginç bir öneri paketi” sunacağı, yani geri çevrilmesi kolay olmayacak bir “somut öneri” getireceği de söylendi. Bu “öneri”nin içeriğini öğrenemedik. Doğal Kaynaklar Bakanı Dr. Ashti Hawrami’den dinlediğimiz kadarıyla, “Kürdistan’da bulunacak ve üretilecek petrollerde ortaklık” olabilir mi? Bilmiyoruz. Öğrenemedik. Olabilir de. Bu “bilgi” Neçirvan Barzani’de ve herhalde Abdullah Gül ile konuşma fırsatı bulana dek, kamuoyu ile de paylaşılmayacak.
*** *** ***
Ama eğer yapılabilseydi, görüşmede neyin “öncelikli” olmadığını, aşağı yukarı, bilebiliyoruz. Herkesin tahminin aksine, Neçirvan Barzani’nin PKK ve Kerkük konularını öncelikli olarak gündeme getirmeyeceğini, daha doğrusu bu konulara elbette temas edilmekle birlikte, Neçirvan Barzani’nin zihninde çok daha önemli ve öncelikli bir konunun bulunduğunu da biliyoruz.
“PKK dosyası”nın “en öncelikli” olmayacak olmasının basit bir nedeni var: Irak Kürt liderleri, “Eğer bizden PKK ile silahlı çatışmaya girmemiz isteniyorsa; biz bunda yokuz” diyorlar. Bunu açıkça söylüyorlar.
Kürt Parlamento Başkanı Adnan Müfti (Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği liderlerinden) “Biz, PKK ile savaşmayız; ama PKK’ya yardım da etmiyoruz” dedi. PKK’nın Irak-İran sınır bölgesinde konuşlandığını, Kandil’deki kamplarına giden iki noktada kontrol noktasına sahip bulunduğunu doğruladı. “Bunları ortadan kaldırmak için silahlı eylem gerekir. Bunu yapmayız ve yapmayacağız” tavrında. Ancak, PKK’nın Kuzey Irak’taki konumunun bundan öteye de gitmediğini ve Kürt yönetimi olarak PKK’ya kesinlikle yardım etmediklerini de özellikle vurguluyorlar.
Neçirvan Barzani’nin, bize, Abdullah Gül ile “görüşme stratejisi” hakkında bilgi veren danışmanı, “PKK, Türkiye için bir baş ağrısı; ama ciddi bir askeri tehdit değil” dedikten gayrı, “Neçirvan, Abdullah Gül ile görüşmesinin en başında, ‘Bizden PKK’ya karşı operasyon beklemeyin’ diye açık açık söyleyecekti. Türkiye ile ilişkimizin zeminini bu teşkil edemez; ilişkimiz buradan başlayamaz” diye de ekledi.
Adnan Müfti, bir z amanlar Türk Silahlı Kuvvetleri ile Barzani ve Talabani’ye bağlı peşmerge güçlerinin PKK’ya karşı ortak operasyon yaptığını kendisine hatırlattığımızda, “O dönemde (1990’lar) bizim PKK ile savaşmamızın sebebi, PKK’nın bütün bu bölge (Kuzey Irak-Kürdistan) üzerinde kontrol kurmaya kalkışmasından ötürüydü” karşılığını verdi.
Yani, PKK, Kuzey Irak’taki Kürt otoritesi üzerinde bir “tehdit” oluşturmadığı, “iktidar mücadelesi”nin bir tarafı olmadığı sürece ve o güce sahip bulunmadığı takdirde, Iraklı Kürtlerin, PKK’nın üzerine yürümesi gibi bir dürtülerinin bulunmayacağı anlaşılıyor.
Nitekim, aylardır bölgede yaşayan ve bölgedeki gelişmeleri yakından ve oldukça içerden izleyen bir gözlemci, “Eğer PKK, kendilerine bir tehdit oluştursaydı, üstüne gitmekte hiç tereddüt etmezlerdi” diyerek, Irak Kürt yönetiminin, PKK’nın kendilerine bir tehdit oluşturmayacak kadar “güçsüz” olduğu kanaatini ifade etti.
Bu, bir yanıyla, Irak Kürt yönetiminin, “Kürdistan bölgesi”ndeki iktidar açısından belirli bir “özgüven”e kavuştuğunun ipucunu veriyor. Ancak, PKK’ya yönelik “hareketsizlik”in başka nedenleri de var. Bunları şöyle –değişik ağızlardan dinlediklerimizi toplarsak- şöyle sıralamak mümkün:
Bu “duygu”ya zemin teşkil eden ise, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan örgütünü gayet kolaylıkla yönetebilmesi. Türk yetkililerin, Abdullah Öcalan’ın bu işlevini bu kadar rahat yürütmesini, avukatları için hiçbir önleme gidilmemesini, Irak Kürt yöneticileri anlamakta zorlanıyorlar ve kendilerine PKK’ya karşı harekete geçilmesi talebi yöneltildiğinde, buna niçin “hevesli” olmaları gerektiğine, söz konusu algılamalarından yola çıkarak, karar veremiyorlar.
Iraklı Kürtler, niçin PKK’nın üzerine yürümüyor diye soracak olursanız, alacağınız cevapları maddeleştirdiğinizde, büyük ölçüde bu dört maddeyi sıralayabilirsiniz.
*** *** ***
Bu durumda, Neçirvan Barzani, Abdullah Gül ile ne konuşacaktı? Ne önerebilirdi?
Mesut Barzani’nin dış politika sorumlusu, “Bütün Kürt liderler, Türkiye’nin kendilerinin stratejik derinliği olduğunu biliyorlar” dedi. Bunu, “Iraklı Şiilerin, stratejik derinliği İran, Sünni Arapların, stratejik derinliği Arap dünyası ise, Iraklı Kürtlerin de Türkiye’si var” diye anlamak mümkün. “Doğru mu anladım?” diye sorduğunuzda, “Doğru anladınız” cevabını alırsınız. Türkiye, ne kadar omuz silkse, Irak Kürtlerine ne kadar uzak ve hatta kuşkuyla ve hatta hatta tepkiyle yaklaşsa bile bu “jeopolitik gerçeklik” olduğu gibi yerli yerinde duruyor.
“Bütün Kürt liderler, Türkiye’nin kendilerinin stratejik derinliği olduğunu biliyorlar.”
Bunların başında gelenlerden biri de Neçirvan Barzani. Abdullah Gül’le yapılması tasarlanan ve hazırlığı epeyce bir zaman almış olan, o yapılamayan görüşmesinde, Gül ile asıl görüşmek istediği, “Eğer Irak’ın dağılması önlenemez ise ve bu durumda biz Kürdistan Bölgesi olarak sizin kucağınıza düşersek, ne yapacağınızı planladınız mı? Planlıyor musunuz? Planlayacak mısınız?” soruları üzerinde bir “zihin eksersizi” imiş.
Görüşmenin havasına ve alacağı yöne göre ise “şapkadan tavşanı çıkaracak” ve Türkiye’ye “gayet ilginç bir öneride” bulunacakmış.
Hükümetin ve tüm devlet birimlerinin ve bu arada kamuoyunun seçimlere takılı bulunduğunun ve seçimlerle meşgul olduğunun farkındayız. Ancak, Türkiye’nin önünde dört gündür yazdığımız “stratejik sorunsal” durmaya devam edecek. Bu “stratejik sorunsal”ın ürettiği sorulardan kaçamayız. Tartışmak ve cevaplarını bulmak zorundayız.
Bunu yaparken, çok kez olduğu gibi, kendimizi aldatmaya sapmadan gerçekleri olduğu gibi görmemiz gerekiyor: Türkiye’nin Irak ile bitişik bulunduğu, sınır oluşturduğu bölgenin adı “Kürdistan.” Orası aynı zamanda Kuzey Irak, Kuzey Irak olmasına ama Musul da Kuzey Irak, Telafer de Kuzey Irak, hatta Kerkük de, Tuzhurmatu da, Kifri de, Kalar da, Mahmur da Kuzey Irak. Bütün buraları Kuzey Irak ama Kürdistan değiller. Çünkü, Kürdistan, Irak’ın –anayasada hükme bağlandığına göre- Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetlerinden oluşan bölgenin adı ve o bölgenin bir federal yönetimi bulunuyor. “Sözde Kürdistan” değil; etli, canlı, kanlı, kurumlarıyla, bayrağıyla, sınır denetimiyle, silahlı güçleriyle, anayasaya geçmiş hakları ve en önemlisi petrol çıkarma ve üretim sözleşmeleri yapma hakkıyla gerçekten Kürdistan orası.
Türkiye, Kuzey Irak’tan Kürdistan’a yol alamazsa, Ortadoğu’da da yol alamaz; kendi iç dengelerini oluşturmakta da zorlanır.
Dört gündür yazdıklarımızı saklayın; yakında Türkiye’nin “stratejik sorunsalı” için yol ararken, işinize yarayabilir...
-BİTTİ-
Paylaş