Vali Nasr, geçenlerde İstanbul’daydı. İran asıllı Amerikalı parlak akademisyen, önemli İslami düşünür Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğludur ama babasının şöhretinden bağımsız kendi kanatlarıyla epey bir süredir uçuyor.
Beyaz Saray’da başkanlara, Dışişleri’nde bakanlara danışmanlık yaptı; en son olarak kısa süre önce Washington’da uluslararası ilişkiler alanındc itibarlı yüksek lisans okulu SAIS’in dekanlığına getirildi. Vali Nasr, bana Washington’ta hayli geniş bir Türkiye ve Tayyip Erdoğan aleyhtarı hava bulunduğunu söyledi ve bu yıl yapılacak seçimlerde başkan değişikliği halinde, Türkiye’nin durumunun Washington’da zora girme ihtimalinden söz etti. Anlattıkları Vali Nasr’ın tercihi değil. Vali Nasr, oldum olası Türkiye’ye sempati duymuş bir isimdir. Dile getirdikleri Washington gözlemleri. Tabii, bunların içinde bir”“uyarı” gizli; Türkiye ile ABD arasında son dönemlerde raslanabilecek en sıcak, en iyi ilişkilerin derin ve sağlam temellere dayanmaktan ziyade, işbaşındaki iki lidere dayanıyor olması. Bunlardan birisi giderse, ilişkiler de tersine dönebilecek kadar etkilenebilir. Gitme ihtimali olan Tayyip Erdoğan değil; Barack Obama. Buradan, Barack Obama’nın Kasım ayında yapılacak Amerikan başkanlık seçimlerini kaybedeceği sonuçları da çıkmasın. Sadece, seçim, sanıldığı kadar Obama’nın cebinde ya da çantasında keklik değil. Cumhuriyetçilerin adayı Mitt Romney’in de hayli şansı olduğu söyleniyor. Mitt Romney’in şansı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Bir süre önce, Obama’ya her fırsatta eleştiri yöneltmekten geri kalmayan ve sıkı bir Cumhuriyetçi olan Prof. Fouad Ajami ile konuşuyordum; Romney’in “Mormon” olduğunu hatırlatarak, seçmen tabanında yaygın Evanjelist Hristiyan unsurlar bulunan Cumhuriyetçilerin, hangi akla hizmeten bir “Mormon”u başkan adayı gösterdiğini sorup, bir “Mormon”un ABD Başkanı seçilmesinin mümkün olmadığını söyleyecek oldum. Fouad Ajami güldü, “Amerikan halkı çok ilginçtir” dedi, “Barack Hussein Obama adlı bir siyahı başkan seçen halk, pekala bir Mormon’u da başkan seçebilir.” Seçebilir. Mitt Romney, Obama’ya karşı başkan seçilebilir. Yine de şu sırada Obama’nın Romney karşısındaki şansı daha fazla ve muhtemel ABD, ona ikinci başkanlık dönemini yaşatacak. Amerikan yakın tarihinde, Başkan girdiği seçimlerde ikinci dönemi kazanamayan iki isim var; biri Demokrat, diğeri Cumhuriyetçi. Jimmy Carter, Demokrat olanı. Mısır ile İsrail arasında barış anlaşmasını imzalatarak tarihe geçti ama seçimi kazanamadı. Başkanlığını Ronald Reagan’a kaptırdı. İkincisi ise Cumhuriyetçi (baba) George Bush. Berlin Duvarı’nın çöküşü yani koca Soğuk Savaş’ın kazanılması onun başkanlık dönemine denk geldi ama Arkansas Valisi Bill Clinton’a yenildi. Obama-Romney mücadelesinde, Romney’in kazanması bu örnekler hatırlanarak sürpriz sayılmayacak; ama ibre şu sırada Obama’ya daha dönük durmaya devam ediyor. David Ignatius, önceki gün Washington Post’ta “Obama’s friend in Turkey” (Obama’nın Türkiye’deki dostu) başlıklı yazısında, Obana’nın Tayyip Erdoğan’ı “en yakın dostu” olarak gördüğünün altını çizerek, “Dünyada hiçbir liderin Obama’nın yeniden seçilmesinde Türkiye’nin başbakanı kadarı çıkarı yok” diye yazdı. David Ignatius, hatırlarsınız, 2009’da Davos’taki unutulmaz “One Minute” anında Tayyip Erdoğan’ı çileden çıkartan panel moderatörüydü. Deneyimli ve düzeyli bir gazeteci olduğu için, olayı duygusal bir kan davasına dönüştürmemiş ve üç yıl aradan sonra, İstanbul çıkışlı, Tayyip Erdoğan-Obama ilişkisinin önemini vurgulayan bir yazı yazmış. Obama’nın Tayyip Erdoğan’ın yükselişini sezdiğini ve ona yatırım yaptığını ve bunu yaparak, ABD’de kendi seçmen tabanında birçoklarını çok sinirlendirdiğini belirttiği yazısının şu satırlarını izleyelim: “Türkiye’nin bölgedeki yükselişi şimdi gayet aşikar gözükebilir. Ama, Obama özel bir ilişki geliştirmeye başladığında, 2009’da bu kadar aşikar gözükmüyordu... Obama ve Erdoğan aralarındaki yakın ilişkilere, Gazze’deki savaştan sonra Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerindeki keskin bozulmaya ve 2010 başlarında ABD’nin Ankara’nın İran’la fazla sıkı fıkı olduğuna dair duyduğu kaygılara rağmen devam ettiler.Obama Toronto’da 2010 Haziran’ında G-20 Zirvesi sırasında kaygılarını açık sözlülükle iki saat boyunca ifade etti. O günden bu yana, her iki tarafa göre, karşılıklı olarak gelişen güven ilişkileri söz konusu.” Gerçekten, 2010’da Kanada’daki o toplantıda, Obama’nın taş gibi bir yüze ifadesiyle Tayyip Erdoğan’a davrandığını ve ağır içerikte sözler söylediğini, toplantıda bulunanlardan öğrenmiştim. Tam o sıralarda, Washington’da Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran konusundaki vetosu ve Mavi Marmara olayı üzerinde bir panelde konuşma yapmak üzere bulunmuştum ve 1980’lerden beri gelip gittiği ve üstelik iki yıl da yaşamış olduğum Washington’u hiç öylesine “anti-Türkiye” bir iklimde görmediğimi sağa sola söylemiştim. Ve, gerçekten, o günden bu yana son iki yıl içinde, Türkiye-ABD ilişkilerinde su sızmıyor ve Washington, Türkiye için, her zamankinden ve herhangi bir dünya köşesinden daha rahat bir başkent oluverdi. 2010’da doruğa tırmanan ve şehrin hemen her yerine sinen Türkiye aleyhtarlığı (bir başka deyimle Tayyip Erdoğan karşıtlığı) nasıl olup da buharlaşıp uçmuştu? Bunu pompalayanlar buharlaşıp yok olmadığına göre, nasıl mümkün oluyordu, “anti-Türkiye, anti-Tayyip Erdoğan iklim”in ortadan kalkıvermesi. Cevap, beş harf, üç heceden oluşuyor: Obama! David Ignatius, “Türkiye kartını oynayarak, Obama içerde bazı güçlü siyasi zeminlerini altüst etti. Yahudi gruplar Obama’nın Ankara’yla sıcak ilişkilerinin, Türkiye-İsrail ilişkilerinin donma noktasında soğumasına rağmen olduğuna işaret ederek protesto ettiler. Ermeni gruplar, Obama’nın, Türkiye’nin 1915’teki soykırımı tanıması için bir zamanlar yaptığı anlayışlı çağrıyı yumuşatmış olmasından ötürü altüst oldular. Ve insan halkarı grupları, Erdoğan’ın Türk gazeteciler, yargıçlar ve siyasi düşmanlar üzerinde kurduğu baskıya Amerika’nın hoşgörü göstermesinden şikayetçiler” diye yazıyor. Nüansları kaçırıyor olabilir; Başbakan Erdoğan’ın, örneğin, “yargıçlar”a yönelik baskısı yok. ÖYM’ler kastediliyorsa, ÖYM’lerin yoldan çıkmayıp, ince teraziyle mükemmel bir adalet dağıtımında bulunduğunu ne Ignatius’a ne de bir başkasına söyleyebilecek tek bir vicdanlı Türk olamaz. İstanbul’da yapılan son Dünya Ekonomik Forumu ve onun sayesinde Türkiye’ye yığılan uluslararası basından Tayyip Erdoğan’ın gücünü ölçebilmek mümkün. Bu güç, sadece, bu gidişle erozyona uğraması kaçınılmaz, ama 2011’de sandığa girmiş yüzde 50 oydan kaynaklanmıyor. Türkiye’deki canlı ekonomi de, elbette, aslan payına sahip. Ama, ekonominin böyle gideceğine dair kesin garantiler yok. Türkiye’deki gücün en önemli kaynaklarının başında, dünyadaki tek süperdevletin başında oturan adam geliyor. Obama. David Ignatius, yazısına “Obama’nın Türkiye’deki dostu” başlığını koymuştu. Biz yazımıza “Erdoğan’ın Washington’daki dostu” başlığını koysak, aynı ölçüde doğru olur. 2014 Türkiye’sine kadar arada Amerika 2012 var. Bu yıl, Tayyip Erdoğan’ın ABD’deki seçim yılı olacak.