Paylaş
Durum, Hristiyan mezhepleri için değişmemiştir. İspanya’da Katolik Krallar, egemenliklerini kurdukları vakit,sadece Endülüs İslam Devleti’ni yıkmakla kalmadılar. Engizisyon, doğrudan Yahudilere yöneldi. 15. Yüzyıl. Şu, Sultan II.Bayezid’in (Sofu Bayezid) Yahudilere kucak açmasına vesile olan gelişme odur.
Ortodoks Rusya’da Yahudilerin yaşadığı ve ardı ardına gelen bugünkü Belarus ve Polonya’yı da içine alan pogromlar, yani Yahudilerin kitlesel bir dehşete maruz kalması ve sürülmeleri, 19. Yüzyıl ikinci yarısına aittir.
Bugün ABD’de etkili bir siyasi, mali, ekonomik ve kültürel bir topluluk oluşturan Yahudiler, Ortodoks Rusya’dan kaçarak “dini özgürlüklerin merkezi” Amerika Birleşik Devletleri’ne varmışlardır.
“Siyon Protokolleri” olarak bilinen ve “dünyayı Yahudilerin ele geçirme planları”nı “ifşa eden” metinlerin, Yahudi düşmanlığını pompalamak amacıyla Çarlık gizli polisi Okhrana tarafından üretildiği daha sonra ortaya çıkmıştır.
İslam tarihinin sicili, her bakımdan “anti-Semitizm” konusunda temizdir. İslam coğrafyasının hiçbir köşesinde ne engizisyon, ne pogromlar ve ne de 20. Yüzyıl ortasında Almanya’da Yahudilere yaşatılan cinsten, tarihin tanık olduğu “en büyük soykırım” olan Holocaust’a rastlanmamıştır.
Müslüman toplulukların ve “İslamcı” siyasi akımda daha sonra ortaya çıkan “anti-Semitist” refleksler, bütünüyle İsrail’in bir “Yahudi ulus-devleti” olarak İslam coğrafyasının bağrında kurulması ve Filistin halkının hiçte hak etmediği halde çektiği tanımlanamaz çile ve ıstırapların sonucudur.
Yani, Müslümanlar arasında Yahudilere ve Yahudiliğe ilişkin sayısız “komplo teorisi”nin ideolojik-tarihsel arka planı yoktur. Bu, tümüyle “modern dünya”ya ilişkin bir “siyasi durum” ile ilişkilidir. Esas olarak, Batı-Hristiyan aleminden, özellikle de “Siyon Protokolleri” olarak bilinen martavalın, Filistin sorununun ortaya çıkması üzerine “ithal edilmiş” halidir.
*** *** ***
Bütün bunlar yazmamızın sebebi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “tarihi” sözleri. Tayyip Erdoğan, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin olarak geniş arazilerin “İsrail’e ve Yahudilere peşkeş çekileceği” ithamlarına müthiş –evet, müthiş- bir tepki verdi.
Tayyip Erdoğan’ı eleştiriyorsak, yeri geldiğinde hak ettiği alkışı da ondan esirgememeliyiz. Başbakan, Türkiye topraklarının “İsrail ve Yahudilere peşkeş çekileceği” ithamlarına verdiği tepki de alkışı hak etti.
Şöyle dedi:
“Paranın dini, milleti, ırkı olmaz. Ama ne yazık ki öyle olduğunu zannedenler var. Ülkemizde küresel sermaye yatırım yapmak istiyor. Ancak birileri çıkıyor, ‘O Yahudi sermayesi. Olmaz. 1 milyar dolarlık yatırım yapacak. İstemezük.’ Burada İzak çalışmayacak. Ahmet, Mehmet çalışacak. İşte işsizliği aşıyoruz. ‘İstemezük.’ Çünkü o George. Bak kardeşim o George olsun, gelsin yatırımını yapsın. Burada fabrikayı kurduğu zaman, buradan gitse fabrikayı alıp da mı gidecek. Kim yanında istihdam edilecek? Ahmet, Mehment, Ayşe, Fatma...”
Tepkisinin bu bölümü, basit, yalın ve çağdaş ekonomik gerçeklerin vurgulanmasıydı. Açıklamasını “müthiş” ve “tarihi” kılan bunun arka planındaki düşünce kalıbını yansıtan sözleriydi:
“Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Aklıselimle bunlar düşünülemedi. Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Ama aklıselimle düşününce, ‘şuralarda ne gibi yanlışlar’ yaptık diye şöyle bir başımızı iki elimizin arasına aldığımızda ‘hakikaten ne yanlışlar’ yapmışız’ diyorsunuz. Düşüncesine inanmayan bir hareket, bir ülke düşünce hürriyetinden bahsedemez. İnancına güvenmeyen bir ülke, bir topluluk inanç hürriyetinden bahsedemez. Kendinize güveniyorsanız rahat olun. Ama yok siz kendinize, düşüncenize, inancına güvenmiyorsanız, ondan sonra ufakcı bir topluluk bile sizi terbiye eder. Kusura bakmayın, Türkiye Cumhuriyeti bu kadar cüce bir ülke değildir.”
Söylenecek bir şey yok. Şapka çıkarıp kutlamaktan gayrı.
Bir Müslüman Başbakan’dan bu kadar net bir “anti-anti Semit” bir çıkış pek işitilmedi. Tayyip Erdoğan, bu çıkışıyla, Washington’da yuvalanmış ve İsrailli “şahinler”den beslenen baykuşların çeşitli Amerikan kuruluşları ve yayın organlarında yaydıkları iğrenç kampanyayı da berhava etti. Türkiye’nin Yahudi kuruluşları ve İsrail’de aklıselim sahibi çevreler ve bunların ABD’deki yansımalarının bu sözleri dikkatle not etmelerinde yarar var.
Bu arada, Türkiye’nin Müslümanlarının da “Milli Görüş” akımı tarafından da bol bol kullanılmış olan “ithal propagandalar”dan kendilerini arındırmaları için Başbakan’a kulak vermeleri iyi olur.
*** *** ***
Başbakan’ın, hiç kuşkusuz, eş değerde önemli sözleri “ırkçılığa” karşı güçlü bir söylemi dile getirdiği “Yıllarda bu ülkede birşeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikte olanlar ülkemizden kovuldu... Bu, aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” cümleleri.
1988 yılında Turgut Özal, Atina’yı ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olarak resmi ziyaretini tamamlamış, ayrılmadan önce Atina kıyılarında bir tekne gezintisi yapmaktaydı. “Paleo Faliron” semtini ona gösterdim ve “Bu semti İstanbul Rumları kurdu” diye anlattım. Eğildi, “Onlara çok yanlış yaptık. Keşke bir yolunu bulsak da geri getirebilsek” dedi.
Turgut Özal’ın benim kulağıma söylediğini 21 yıl sonra şimdiki Başbakan Tayyip Erdoğan, gümbür gümbür kamuoyu önünde söyledi.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen, “Başbakan ne demek istedi, anlamadım. Acaba, ‘İsteyen çeksin gitsin’ mi demek istiyor? Türkiye’nin geçmişinde hataları oldu elbette, ama Türkiye’yi faşistlikle suçlamak doğru değildir. Türkiye’yi geçmişte ‘faşizmle’ suçlamak haksızlıktır, insafsızlıktır” diye tepki vermekte gecikmemiş.
Başbakan’ın Türkiye’nin geçmişini ‘faşizm”le suçladığı yok. Yapılan yanlışları “faşizan bir yaklaşımın neticesiydi” diye nitelemesi var.
6-7 Eylül neydi? Varlık Vergisi neyin nesiydi? Trakya sürgünü nasıl açıklanabilir? “Mübadele”nin isabeti tartışılamaz mı? 1915’i nasıl ifade etmek gerek?
Ne demek istediği açık.
Anlamamak ya da anlayamamak, ancak “faşizan bir yaklaşım sahibi” olmakla açıklanabilir.
Paylaş