Diyarbakır’ın ünlü Kervansarayı’nın bahçesinde Jonathan Powell ile soluklanıyorduk geçen hafta Pazartesi öğleden sonra. Surların Keçi Burcu’na tırmanmış, oradan Jonathan Powell’a aşağıda tembel tembel akan Dicle’yi ve onu örten bahar yeşiliyle Hevsel Bahçeleri’ni göstermiştik. Sıra, Kervansaray’da hararet gidermeye gelmişti. Cep telefonuma bir haber düştü: “Margaret Thatcher öldü!”
Haberi derhal Powell’a aktardım. Ağabeyinin uzun başbakanlık yıllarındaMargaret Thatcher’ın özel danışmanı olduğunu biliyordum. Kendisi ise ağabeyinin benzer biçimde ama tam tersi siyasi hareketin içinde, Tony Blair’in “sağ kolu” olmuştu. Powell, Alzheimer hastası eski başbakanın ölüm haberini büyük bir şaşkınlıkla karşılamadı. Elinden düşürmediği ipad’inden Thatcher ile ilgili haberleri araştırmaya koyulurken, “Devlet töreni ile kaldırılacak. Tören, St. Paul Katedrali’nde yapılacak” diye ön bilgiyi iletti. O an itibarıyla nereden mi biliyordu? Açıkladı. “Biz iktidara geldiğimizde, Margaret Thatcher ölümü halinde cenazesinin devlet töreniyle kaldırılması için kararname çıkartmamız amacıyla başvurdu. Talebi ilettiğimizde, Tony (Blair) ‘Öyle olsun’ dedi; yani kendisi için devlet töreni yapılması kararını, İşçi Partisi hükümeti bundan uzun yıllar önce almıştı zaten...” Görevde olmadığı sırada ölen İngiliz başbakanlarının devlet töreniyle en son kaldırılanı 1965 yılında Sir Winston Churchill idi. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra, bu “şeref” Margaret Thatcher’a nail oldu. Nitekim, tahtta bulunduğu 61 yıl içinde 10 başbakan eskitmiş olan 87 yaşındaki Kraliçe II. Elizabeth, bir başbakan cenazesi olarak yaşıtının cenazesinde, 91 yaşındaki eşi Prens Philip ile birlikte, Churchill’in cenazesinden bu yana ilk kez hazır bulundu. Thatcher’ın cenazesi, dönemdaşı olan Türkiye’nin sekizinci cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünün 20. yıldönümünde kaldırıldı. Politikalarından milim taviz vermez kararlılığı nedeniyle “Demir Leydi” sıfatı kendisine verilmiş olan Margaret Thatcher’ın cenazesi, böyle bir dizi zihinsel tarih oyununa vesile oldu. Cenazesinde ona saygı kadar, küçük ölçekde de olsa, protestolar vardı. Bizim cenaze geleneğimizde olmayacak şeyler oldu. Örneğin birisi “Huzur İçinde Uyu” (Rest in Peace) yazılı koca pankarttaki huzur sözcüğünün üzerine çarpı koymuş, “utanç” (shame) sözcüğünü yerleştirmişti. Thatcher’ın “huzur” değil, “utanç içinde uyuması”nı istiyordu. “Demir Leydi”nin, iktidarının üzerinden 20 yıldan fazla süre geçmiş olmasına rağmen, peşini bırakmayan öfke, izlediği “neo-liberal” politikalardan kaynaklanıyordu. Bu konuda, Şahin Alpay, dün “Thatcher ve Erdoğan” başlıklı mükemmel bir yazı yazdı Zaman gazetesinde. Thatcher’ın, İşçi Partisi’nin izlediği Keynes’çi ekonomi politikalarının sonucunda İngiltere’nin siyasi gerileme yanında ekonomik gerileme içine düştüğü bir zaman diliminde iktidara geldiğine işaret eden Şahin Alpay, şöyle devam ediyordu: “Neo-liberal politikaların benimsenmesine öncülük etti; Keynesçi politikaları tersine çevirdi. Ekonomide devleti küçülttü, piyasa çözümlerini ön plana geçirdi, vergileri azalttı, sosyal harcamaları kıstı. ABD Başkanı Abraham Lincoln’ın şu sözlerini yanından hiç ayırmadı0 ‘Güçlüleri zayıflatarak, zayıfları güçlü kılamazsın... Tutumluluğu özendirmeden, refahı artıramazsın... Ücret vereni aşağıya çekerek, ücret alana destek olamazsın...’’’ Bu politikalar, Britanya ekonomisine yeniden rekabet gücü kazandırdı, ama sendikal hakların ve refah devletinin gerilemesine yol açtı; dar gelirliler aleyhine sonuçlar doğurdu. Bununla birlikte, Şahin Alpay’ın isabetle işaret ettiği gibi İşçi Partisi’nin kendisini yenilemesine, Tony Blair’ın “Yeni Sol”unun, “Yeni İşçi Partisi”nin ortaya çıkmasında büyük etkisi oldu. İşçi Partisi o sayede Tony Blair ile 1997, 2001 ve 2005’te üç kez üstüste seçim kazandı. Bu arada, Thatcher’ın da 11 yıl aralıksız başbakanlık yaparak, Britanya’nın aralıksız en uzun süreli başbakanı olduğunu unutmayalım. Thatcher öncesi “dökülen Britanya” ile bugünlerin güçlü, canlı, kozmopolit Britanya’sının arasındaki farkın canlı tanıklarından biriyim. Britanya’yı ayağa kaldıran iki isim varsa, bu ikisi, birbirlerinden farklı siyasi ve toplumsal mevzilerde konuşlanmış olsalar bile, Margaret Thatcher ile Tony Blair. Bizde iki isim say dense, bizdekiler, Britanya’dakinden farklı olarak, birbirlerine yakın siyasi ve toplumsal mevzilerde konuşlanmış olan Turgut Özal ile Tayyip Erdoğan. Turgut Özal, Thatcher ile aynı dönemde Türkiye’de iş başına geldi ve “serbest pazar ekonomisi” kuralları ile Türkiye’yi tanıştıran ve Türkiye’yi 21. Yüzyıl’a taşıyan adam oldu. Tayyip Erdoğan ise, 21. Yüzyıl’da Türkiye’ye devralarak, ekonomisini güçlendirdi ve siyasi olarak uluslararası sahneye önemli bir aktör olarak sürdü ve 2023’e yönelik ihtiraslı ve iddialı hedefleri yöneltti. Aslında, toplumun dar gelirli kesimlerine yaklaşımda, her ikisinin de, Thatcher’dan ziyade İşçi Partili Tony Blair’e daha yakın durdukları söylenebilir. Yine de Şahin Alpay’ın Tayyip Erdoğan ile Margaret Thatcher arasında kurduğu şu benzerlikler üzerinde düşünmeye değer: “... İkisi de aşağa orta sınıf ailelerden geliyor. Biri ‘manavın kızı’, öteki ‘iskele kaptanının oğlu.’ İkisi de muhafazakar eğilimli (ve ‘sol’un karşısında), fakat aynı zamanda köklü reformcu. İkisi de piyasalara ve güçlü hükümete inanan; ülkelerinin uzun zamandır aradığı istikrarlı liderliği sağlayan; dünyaya nam salan siyasiler. İkisi de (Thatcher istifa etmek zorunda kalana kadar) partilerinin dizginlerini sıkı sıkıya ellerinde tutan, aşırı özgüven sahibi liderler. İkisi arasındaki en büyük benzerlik ise toplumlarını kutuplaştırmaları, sevenler ve nefret edenler olarak ikiye ayırmaları olmalı.” Turgut Özal’ın her ikisinden ayrıldığı nokta, burası olmalı. Elbette ki, ölümünün 20. Yıldönümüyle önceki gün bir kez daha hatırlanan Turgut Özal’ın da sevenleri ve sevmeyenleri, şiddetle muhalif olanları vardı. Ama, Turgut Özal, kendisinden “nefret” edilecek kadar güçlü bir duygu uyandıracak biri olmadı. Cenazesi Ankara’daki soğuk devlet töreniyle kaldırıldıktan sonra, İstanbul’da milyonlarca insanın sevgi seliyle ebedi yolculuğuna uğurlanmıştı. “Demir Leydi”nin çok farklı olarak ve siyasi değil, “insani” bir çağrışım yaparak, ortalama Türk insanının ona taktığı isim “Tonton” idi. Tarihe iz bırakmış insanların, yaşadıkları dönemde ne kadar sevildikleri ya da sevilmediklerinden, cenazelerinin nasıl kaldırıldığından belki daha önemlisi, tarih kaydına nasıl geçtikleri olmalı. Margaret Thatcher için, –çok kişinin hoşuna gitmeyecek olsa da- muhtemelen Britanya parlamentosunda Muhafazakarların Thatcher’cı kanadının başında bulunan Gerald Howarth’ın şu sözleri tarih kaydına düşülecek en isabetli değerlendirme sayılabilir: “Ronald Reagan ile Margaret Thatcher aracılığıyla Birleşik Krallık ile Birleşik Amerika arasında kurulmuş olan bağ, Soğuk Savaş’ın sona ermesine ve dolayısıyla milyonlarca insanın kurtulmasında belirleyiciydi.” Yani, Margaret Thatcher, bir yönüyle de, “Soğuk Savaş”ı son erdiren ve “milyonlarca insanın kurtuluşu”nu sağlayan bir “Demir Leydi” idi. Sevmeseniz de, hatta nefret etseniz de öyle...