Paylaş
Yaklaşık 40 yıl önce, biz, tüm önemli ve büyük gösterilerimizi Tandoğan’da yapar, çoğunlukla oradan Anıt Kabir’e yürürdük. Birçok büyük toplantının düzenleme komitesinde yer aldım. Bazılarında ise alanın güvenliği ile ilgili sorumluluklar yüklendim.
Bu tecrübeden kalkarak biliyorum ki, Cumartesi günü Ankara Tandoğan toplantısı büyük ve önemli bir toplantı. Ankara’da 40 yıl önceki kafam ve bilgi dağarcığım ile yaşıyor olsam, mutlaka ben de orada olurdum. Ya da “Ankaralı” bir kafa yapısına sahip bulunsam.
Gelgelelim, yüzyıl değiştirdik, Soğuk Savaş bitti. Yepyeni bir dünyada yaşıyoruz. “Ankaralı kafa yapısı”yla, hiç değilse, çeyrek yüzyıldır yaşamıyorum. O toplantıya katılanların ruh halini anlayabiliyorum. Anlamda veriyorum. Onbinlerce kişinin (bu arada Ankara’nın görüp görebileceği en büyük gösteri, bir aydır hazırlığı yapılarak ve ülkenin her yanından gelenlerle toplam 300 bin civarında. Önemli bir rakam.) saf ve iyi dürtülerle (laikliğe ilişkin duyarlılık gibi) katılmış olduklarına en ufak bir kuşkum yok. Demokratik bir hakkı, görkemli bir biçimde yerine getirmiş oldular.
Ancak, gösterinin düzenleyicilerine ilişkin benzer olumlu görüşlere sahip olamıyorum. 28 Şubat’ın simge şahsiyetleri, “darbeci” kimlikleri, “darbe yanlısı” görüşleri gayet iyi bilinenlerden oluşan bir dizi düzenleyici, gösterinin cereyan ediş biçimi bakımından değilse de, “amacı” açısından, insanın içinde pek de “ferah” duygular oluşturmuyor.
Onlar önde, “iyi niyetli” vatandaşlarımız arkada, bir “Bremen Mızıkacıları” görüntüsü. Tandoğan’dan Anıt Kabir’e yürüyorlar görüntüde. Acaba yürüyüşün asıl yönü neresi?
*** *** ***
Önce, eski deniz kuvvetleri komutanına atfedilen “Günlük”ün yayınlandığı Nokta dergisinin 22. Sayısında (29 Mart-4 Nisan) Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün “’Günlük’leri okuduktan sonra günümüzdeki kitlesel eylemlerin ‘sivil’liğine inanmak çok zor” başlıklı yazısından:
“Benim analizim şu: Doğrudan bir darbe tehlikesi içinde değiliz bugün, fakat 14-15 Nisan’daki Anıtkabir’e yürüyüş dahil, örgütlenen kitlesel sivil hareketlerin tümüyle ‘sivil’ olduğunu düşünmek de saflık olacaktır. Şöyle diyebiliriz: Siyasete müdahale ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilecektir önümüzdeki günlerde.”
Alper Görmüş, bu satırları yazdıktan bir süre sonra, 14 Nisan günü, Ankara’dakiler yürürken, dergisinde adeta mahsur kalmıştı. Nokta Dergisi, hiçbir demokratik ülkede rastlanmayacak türden, hukuka uygunluğu hayli kuşkulu bir baskın-soruşturma altındaydı.
Gelelim, Tandoğan-Anıtkabir gösterisinden bir gün önce Murat Belge’nin Radikal’deki köşesinde “Tuhaf Günler” başlıklı yazısındaki şu satırlara:
“Türkiye tuhaf günler, tuhaf bir dönem yaşıyor – belki kendi tarihinin en ilgin ve en kritik bir dönemi bu. Tırmanan gerilimin doruk noktası cumhurbaşkanlığı seçimi... 14 Nisan’da Ankara’da ‘sivil’ denilen örgütlerin yapacağı mitin, farklı bir tarihi evrede ve görece farklı koşullar ya da biçimlerle ilerliyor olmasına rağmen, birçok bakımdan da Mussolini’nin ‘Roma’ya Yürüyüş’ eylemiyle ortaklıklar içeriyor. Bu, öylesine bir miting (belki çoğundan kalabalık olan, ama bunun dışında bir sonuca yol açmyan) olarak yapılıp bitecek mi? Hükümet, bunu orada tutmayı başarabilecek mi? Mitinge katılanların işi orada bırakmaya razı olduklarını herhalde düşünemeyiz. Öte yandan, emekli orgeneralin darbe hazırlıkları günlüğünün şu günlerde yayımlanıp ortaya çıkmasını da herhalde bir rastlantı olarak değerlendirilemez. O günlükte adı geçmekte başrolde olanlar aynı zamanda hazırlanan mitingin de başrolündeler ve miting kendi dışında birtakım sonuçlara yönelecekse onlar öyle yönelttiği için olacak bu...
Geleneksel ‘tepeden inmecilik’ şimdi ‘sokağın’ da ciddi yardımına ihtiyaç duyuyor. Bunun için, bir süreden beri genel olarak PKK çevresinde süregiden çatışma içinde yükselen –ve yükseltilen- milliyetçilik, gitgide fanatikleştirilerek, şimdi hükümete, Avrupa Birliği’ne, demokratikleşmeden yana rol oynayan herkese karşı kullanılacak bir silah haline getirildi. Bugün linç, yarın suikast, öbür gün miting, hep bu havuzdan üretilen enerjiyle gerçekleştiriliyor.”
Son zamanlarda okuduğum, “Türkiye’deki durum”u tanımlayan “en özlü” satırlar bunlar.
Tandoğan miting oldu ve ertesi günü “mazisi itibarıyla” o mitinge en gerçekçi teşhisi koyabilecek Hasan Cemal’in “Darbeyle devrim!” başlıklı yazısının şu satırları:
“Sivri, savaşkan, aşırı milliyetçi, yer yer faşizan bir dil, bir hava ağır basıyor 14 Nisan gösterisinde. Her şey bir yana... Böyle bir dilin, estirilen böyle bir havanın barış, huzur ve istikrar açısından bu ülkeye herhangi bir hayrı dokunacağını sanmıyorum. Bu yol tehlikeli...”
*** *** ***
300 bin kişilik bir gösteri, Ankara için de (Aynı sloganlarla Ankara’dan başka bir yerde de yapılamaz), Türkiye için de büyük. Ama, Türkiye’nin nüfusunun 75 milyona yaklaştığını da unutmayalım. Hem Tandoğan’dan bir gün sonra, Tandoğan Meydanı’na yaklaşan bir avlu genişliğine sahip olan Kocatepe Camii’nde Turgut Özal için okutulan mevlidin koca avluyu ve yan sokakları binlerce kişiyle doldurmasından nasıl bir işaret almalıyız? Turgut Özal’ın cenaze töreni anonim “Sivil, dindar, demokrat Cumhurbaşkanı” pankartlarıyla süslenmişti. Öleli 14 yıl oldu ve hiçbir mevlidi bu yıl olduğu gibi binleri, onbinleri toplamamıştı. Neden acaba bu yıl?
14 Nisan’daki miting konuşmaları, baştan aşağı “nasyonal” (şimdilerde ‘ulusalcı’ diyorlar) ve “sosyalist’ soslar ile bezenmişti. İkisinin izdivacından “nasyonal sosyalizm” doğar ki, 1930’larda Hitler’in partisinin adı buydu, aynı dönemde bunun İtalyanca versiyonu Mussolini’nin faşizmi idi.
14 Nisan’a katılan insanların çok büyük bölümünün, “laiklik duyarlılığı” ve “Cumhuriyet’e bağlılık” ile Tandoğan’ın yolunu tuttuklarına kuşku yok. Ama, aslında ne yöne ve ne amaçla yönlendirildiklerinden var.
Hasan Cemal’le noktalayalım: “‘Türkiye laiktir, laik kalacak!’ Elbette öyle kalacak. Türkiye, laik cumhuriyetini demokrasi içinde koruyacak güç ve deneyime sahiptir. Ne rejim tehdit altında ne de cumhuriyet elden gidiyor.”
Paylaş