Paylaş
Önceki gün öğledensonra bulvarın iki yönünde sürekli olarak onlarca motosikletli gidip geliyordu. Her motosikletin üzerinde iki kişi.
İran rejiminin muhalefeti bastırmak için kullandığı unsurların başında gelen paramiliter güçler bunlar, Besic. Besic’i Humeyni döneminden biliyorum. “Halk Seferberliği” anlamını taşıyan, İslam Devrimi’nin çocukları olan o paramiliter örgütlenme bugün, iki hafta önce Kahire’nin Tahrir Meydanı’nda Hüsnü Mübarek’e karşı ayağa kalkan halkın üzerine sürülen develi, atlı milislerin İran versiyonu haline gelmiş, korkutucu, zorba bir örgütlenmeyi ifade ediyor.
İran Devrimi’nin ilk günlerindeki Besic, rejimin belkemiği olan Devrim Muhafızları’nın yanısıra en önemli ve zorba baskı gücünü ifade ediyor.
Kişaverz Bulvarı’nın güney yönünde bir alt paralelinde Talegani Caddesi, onun bir alt paralelinde ise Enghelab (Devrim) Caddesi var. Enghelab Caddesi, Tahran’ın doğu-batı yönünde kesen ana cadde. Mehrabad Havaalanının dibinde, şehrin bittiği nokta sayılan Azadi Meydanı’na kadar 20 kilometre kadar uzanıyor. Kaldığımız otele yürüyerek 20 dakika uzaklıkta, olayların merkezi sayılan Tahran Üniversitesi ve az ötesindeki Enghelab Meydanı.
Tahran, kuzeydeki Elbruz dağından güneydeki düzlüklere doğru 20-25 kilometre boyunca inen, bir yandan da doğu-batı ekseni üzerine yerleşmiş yaygın bir şehir.
Gerçi dünkü yazıda da belirttiğim gibi, gösteriler, Tahran’ın kuzey semtlerinde yer yer cereyan etti ise, merkezi Enghelab Caddesi ve meydanı idi. Caddenin doğu ucundaki İmam Hüseyin Meydanı’ndan başlaması beklenen gösterilerin, Azadi Meydanı’na ilerlemesi bekleniyordu. Tahran Üniversitesi ve Enghelab Meydanı’na olan-biteni görmeye gidenler, robocop’ları andıran anormal ölçüdeki polis yığınağını, Besic’leri ve kaldırımlardaki gerginliği gördüler.
Tahran’da “Tayyip”çiler ve Abdullah Gül algısı
O bölgeden ilginç anılarla dönenler de oldu. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Mustafa İsen yanında milletvekili Mehmet Tekelioğlu ile birlikte öğledensonra saat üç sularında önceden bildiği, üniversitenin tam karşısındaki pasajdaki kitapçıları dolaşırken, polisler içeri dalıp, Azeri Türkçesi ile, “Hemen buradan çıkın. Bizi sizi götüreceğiz. Şoförünüz kırıldı” demişler. “Kırıldı” yani “dayak yedi”. Şoför, kalabalıklara müdahele eden polisin kim vurdusuna kurban gitmiş, yüzü gözü dağılmış.
Mustafa İsen, boynundaki resmi delegasyon kokartını göstererek, “Türk ve Cumhurbaşkanlığı heyetinden olduğunu” söyleyince, polis, “Merak etmeyin. Biz Tayyip’çiyiz! Güvenliğiniz için buradan çıkmanızı söylemeye geldik” diye ısrar etmişler.
Kitapçı ise, Tahran’da yayılan bir söylentiyi konuklarına aktarıyormuş, kim olduklarını bilmeden; “Türk Reiscumhuru geldi, İran yöneticilerine gösterilere izin vermesini söylemiş.”
Bu nasıl ve nereden yayıldı anlamak zor ama Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ahmedinejad’a, Türkiye’den örnek vererek, bu doğrultuda gerçekten konuşmuş olduğunu daha sonra öğrendik. Zaten, Ahmedinejad ile o naklen yayımlanan ve uluslararası medyada yankı bulan basın toplantısındaki sözleri, İran’da muhalefetin hoşuna gidecek ve kolaylıkla benimseyeceği cinsten bir mesaj taşıyordu.
Mısır rüzgarı mı ? ABD-İsrail parmağı mı?
İran’da 2009 Haziran ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra başlayan ve özellikle Tahran’da giderek büyüyen gösterilerin sonuncusu Aralık 2009’da gerçekleşti. O kadar ağır biçimde bastırıldılar ki, Şubat 2010’da yapılması beklenen en büyük gösteri mümkün olmadı. Muhalefet liderleri, eski Başbakan Mir Hüseyin Musavi ve bir din adamı olan eski Meclis Başkanı Mehdi Karrubi, o gün bugündür ev hapsindeler.
Tahran’dan sonra dün geldiğimiz Isfahan’da otel odasında televizyonu açınca, İran Meclisi’nin görüntülerini izledim. 200 dolayında milletvekili Meclis’te gösteri yapıyor ve önceki gün Tahran’daki gösterilerden Musavi ile Karrubi’nin idamını istiyorlardı. Milletvekilleri, gösterilerin arkasında “dış güçleri”, “yabancı parmağı”nı da görmüşler, ABD ve İsrail’i kınıyorlardı.
Bizim resmi heyetten biri de bana dün soruyordu: “Buna Mısır rüzgarının etkisi diyebilir miyiz?”
“Ta kendisi” dedim, “Zaten gösteri çağrısını yapanlar, bunu ‘Mısır ve Tunus halkıyla dayanışma gösterisi’ diye ilan etmişlerdi.”
Gösterinin çapı ve büyüklüğü işin en önemli yanı değil. Dünkü yazıda da vurguladığım gibi gerçekleşmiş olması çok önemli. Gösterilerin yol açtığı tedirginliği, Cumhurbaşkanı Gül ile birlikte Tahran’da bulunan Türk heyetinin tüm mensupları doğrudan hissettiler. İnternet kesildi. Twitter ve Facebook’a İran’da zaten girilemiyordu. Cep telefonlarının sms mesajları almadığını da öğrenmiştik ama cep telefonları da çalışmadı.
Ne olursa olsun, günümüz dünyasında, hiçbir şey uzun süre gizli kalamıyor. Abdullah Gül’ün Tahran’da söylediği gibi, herkes herkesi izleyebiliyor, haberdar olabiliyor. Nitekim, sınırlı internet bağlantısı sayesinde, bulunduğum yere 20 dakika mesafede neler cereyan ettiğini dünya basınına yansıyan bilgilerden öğrenmem uzun sürmedi. Göstericiler, haberlerini sızdırmış ve o haberler, gerisin geriye gelip Tahran’da bizi bulmuştu.
Bütün bunlardan, “Mısır rüzgarı”nın İran’a da ulaştığını, rejimin sallanmaya başladığını söyleyebilir miyiz?
İran, çok büyük, karmaşık ve farklı dinamiklerin etkisi altında bir ülke. Eli kulağında bir durum olduğunu söylemek abartmak olur. İran yönetiminin bu “sıkıntılı” anda ülkeye gelen Türkiye Cumhurbaşkanı’nın “şeffaflık” ve “halkın taleplerine uymak” konusunda yaptığı açık yüreklilikle kendilerine yaptığı uyarıya ne kadar kulak verecekleri şüpheli.
Türkiye ile ilişkiler stratejik
Bununla birlikte, İran yönetimi Abdullah Gül’ün ziyareti vesilesiyle Türkiye ile ilişkileri geliştirmek konusunda istekli davrandıklarını ortaya koydular. Isfahan’a yola çıkmadan önce, ülkenin bir numaralı ismi Abdullah Gül’ü kabul etti. Ayrıca, Meclis Başkanı Ali Larijani de, Abdullah Gül ile görüşmesinde Türkiye ile ilişkileri “stratejik” olarak niteledi. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, iki ülke arasında iki sektör haricinde “serbest ticaret anlaşması”na gidilmesi konusunda ikna olmuşa ve bunun için “siyasi irade” ortaya koymaya kararlı gözüküyor.
İran nükleer programı konusu da Tahran’da masaya yatırıldı. Başmüzakereci Celili ile uzun görüşmeler yapıldı ve bu konuda izlenecek “yol haritası” konusunda çalışıldı ve mesafe alındı.
(Bu arada, bir düzeltme: Ahmedinejad, İstanbul Toplantısı’nın 5+1 ile yapıldığını söylemişti ve ben de o toplantının “Viyana Grubu” ile yapılmış olduğunu dünkü yazıda yazmıştım. Her ikisi ile yapılmış. Yani, Ahmedinejad’ın sözlerinde bir yanlışlık yok. Hata bende olmuş.)
Şimdi, her görene İran’ın büyüklüğünü ve derinliğini kavratacak olan Isfahan’dayız. Arkasından “İran Türklüğü”nün merkezi olan Tebriz’e geçeceğiz.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bu ziyaretine, onun sözleriyle ortaya konulan “Türkiye’nin demokratik siyasi duruşu”nun ve Tahran’daki olayların damgasını vurduğunu şimdiden söyleyebiliriz.
Abdullah Gül, İran’a “İranlıların dünyaya açılmasını” telkin etmeye gelmişti; tam da o saatlerde dünya ile ilişkimiz bir süre için kesildi.
Paylaş