Paylaş
Her iki toplantı, uluslararası şahsiyetleri İstanbul’a taşıdı. İlki, daha ziyade “analistler”i toplamıştı, ikincisi, Türkiye’deki hükümetin yarısından fazlası başta olmak üzere, uluslararası siyaset adamlarını.
“İstanbul Forumu” Suat Kınıklıoğlu’nun başkanlığını yaptığı “Stratim” adlı kuruluşun başarılı çalışmalarının başında geliyor. Suat Kınıklıoğlu, Ak Parti milletvekilliği ve MKYK üyeliğinden ayrıldığından beri, anlamlı ve yararlı işler yapıyor.
“İstanbul Forumu”nda benim panelisti olduğum panelin başlığı “Irak, Suriye ve Kürtler” idi. Benim dışımda, Irak Kürdistan Demokrat Partisi yetkililerinden, Kürdistan Bölge Yönetimi’nde Milli Eğitim Bakanlığı yapmış tanıdık bir isim, Sefin Dizai, ayrıca Tahran Üniversitesi’nden İranlı akademisyen Muhammed Merendi ve ABD’nin Lehigh Üniversitesi’nden Henri Barkey vardı. Panelin “leitmotif”i, adı öyle konmamış olsa bile “Arap Baharı’nın Kürt Baharı’na dönüşüp dönüşmediği” idi.
Bir hafta önce, Ak Parti 4. Büyük Kongresi’ne katılmak üzere gelen, Kürdistan Bölge Yönetimi’nin bir önceki başbakanı ve bir dönem Bağdat’ta Maliki’nin başbakan yardımcısı olarak çalışmış olan Barham Salih ile biraraya gelmiştim. Barham’la tanışıklığımız ve dostluğumuzun bir çeyrek yüzyıllık geçmişi var. Çoktandır da karşılaşmamıştık. Beni görür görmez, ağzından çıkan ilk cümlelerden biri, “Kurdish moment has arrived” oldu, mealen, “Kürtlerin günü geldi” yani “Kürtler tarih sahnesi girdi” anlamında bir saptama.
Anlaşılacağı gibi, “İstanbul Forumu’nun ana konusu “Arap Aydınlanması” (doğru yapılarak “Arap Baharı” sıfatı hiç kullanılmadı) üzerineydi. Tabii, “Arap Aydınlanması”nın Türkiye’ye etkisi ve Türkiye tarafından algılanması ve bu bağlamda “Suriye konusu” bol bol tartışıldı.
Hafta sonu, çok daha kapsamlı ve çok daha geniş katılımlı olan ve yine İstanbul’da yapılan panel ise SETA Vakfı ile Başbakanlık Tanıtma biriminin eseri olan “İstanbul Küresel Forumu” oldu. Ak Parti’ye yakın tüm düşünce kuruluşları, nedense, Ankara merkezli ama ses getirecek çapta uluslararası toplantılarını hep İstanbul’da yapıyorlar. Toplantılarına “cazibe katacak” isimlerinde ise “İstanbul” sözcüğü bulunuyor. Ankara’nan kuru ve kısır siyaset merkezi, İstanbul’un ise “emperyal” –bir anlamda “küresel” geçmişe sahip, “stratejik ufuklu” ve “düşünce üretebilen” bir merkez olduğunun çarpıcı göstergelerinden biri bu.
“Arap Uyanışı ve Bölgesel Düzen” başlığını taşıyan paneli yönetecektim, Tunus’taki yeni iktidarın “manevi önderi” Raşid Gannuşi’nin gelmemesi üzerine, Ak Parti Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, eski Libya Başbakanı Mahmud Cibril ve eski İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’den oluşan diğer panelistler arasında katıldım.
Bu yazıyı panel saatinden önce yazdığım için, ne konuşulduğundan söz edebilme imkanım yok. Ancak, bizim panelin şu sorulara cevap araması istenmişti:
“Sykes-Picot Anlaşması’ndan Arap Uyanışı’na, Ortadoğu’daki “düzenler” ve “krizler” nasıl ifade edilebilir? Bölgede yaratılan düzenin maliyeti ne oldu ve ardında nasıl bir miras bıraktı?
Ortadoğu’da dış müdahale çözüme mi yol açtı, yoksa sorunların ağırlaşmasına mı?
Ortadoğu’da kriz çözme potansiyeli bulunan yükselen aktörlerin önündeki riskler ve fırsatlar nelerdir?
Arap Uyanışı, Filistin-İsrail ihtilafını nasıl etkileyebilir? İsrail işgali gözönüne alındığında, yeni hükümetlerin siyaset seçenekleri ve siyasi tercihleri ne olabilir?
Ak Parti seçim zaferleri ve Türk deneyiminin yeni bölgesel aktörler için anlamı ne olabilir?”
“Arap Baharı” sıfatını reddederek, “Arap Devrimi” sıfatını tercih ettiğim “Arap Uyanışı”nın en başından–Mısır’da iktidar değişikliği ile olayların Suriye’ye sıçraması arasındaki süreden- beri ortaya attığım ve hemen her vesilede dile getirdiğim bir “hipotez”im var: “Arap Devrimi-Arap Uyanışı, Sykes-Picot ile başlayan tarihi dönemi tersine çevirme sürecidir.”
Sykes-Picot, 1916’da İngilizler ile Fransızlar arasında Osmanlı Ortadoğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşmanın adı. O gizli anlaşmanın hükümleri ciddi modifikasyona uğramış olsa bile, sonuç itibarıyla Ortadoğu’ya “ulus-devlet formatı”nda ülkeler icat edilerek, bölge bölündü ve parçalandı.
Bölgenin o tür parçalanmasının belli başlı sonuçları şunlar oldu:
1. Araplar kendi aralarında bölündüler. Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Lübnan, Kuveyt, Suudi Arabistan vs. olmak üzere.
2. Türkiye coğrafyası ile yani Anadolu ile Levant ve Mezopotamya birbirinden ayrıldı, birbirine sırt çevirdi; Türkler ile Araplar birbirlerinden uzaklaştılar.
3. Kürtler kendi aralarında Türkiye Kürtleri, Suriye Kürtleri, Irak Kürtleri olarak üçe bölündü. İran’daki soydaşları da hesaba katılırsa, dört parçaya bölünmüş oldular.
4. Bu bölünmenin ortaya çıkarttığı yarıktan Filistin’e Yahudi göçü başladı ve İsrail devletinin yanısıra Arap-İsrail ihtilafının ve Filistin sorununun tohumları atıldı.
5. Aynı şekilde, Kürtlerin yaşadığı her biri ülkede “Kürt sorunu”nun zemini döşendi.
“Arap Uyanışı-Sykes-Picot’yu tersine çevirme sürecini başlatmanın adıdır” şeklindeki “hipotez”in “mülkiyet sahipleri”nden biri olarak, “İstanbul Küresel Forumu”ndaki bizim panelin adı ve amacı benim “damak tadıma” uygundu ve ayrıca Türkiye’nin bugünlerde çok şiddetle eleştirilmeye başlayan ve kimisi içinde haklılık payı barındıran “Suriye politikası”nın başka bir gözle ve görüş açısıyla değerlendirilmesine imkan verecek cinsteydi.
“İstanbul Forumu” toplandığında, Moskova-Şam seferini yapan Suriye uçağı Türk F-16’ları tarafından Ankara’ya indirilmemişti. “İstanbul Küresel Forumu” toplandığında, sadece Türkiye’deki günlük konuşmalara ve tartışmalara değil, uluslararası medyanın birinci sayfalardaki haberlerine de damgasını vuran gelişme o oldu.
Bitmez tükenmez soru, yine ortada dolaşmaya başladı:
Türkiye ile Suriye savaşına doğru mu ilerliyoruz?
Doğru soruyu şöyle sorsak:
Tayyip Erdoğan hükümeti, aslında istemese de, izlemeyi mecbur saydığı “güç politikası” ile istemeye istemeye Suriye ile savaşa sürüklenmez mi?
Ya da “Sykes-Picot’nun bir anlamda geri sardırılması olan Arap Uyanışı’nın Suriye’de aldığı şekil, tarihi dinamikler açısından bakıldığında bir Türkiye-Suriye Savaşı’nı kaçınılmaz kılmaz mı?”
İsterseniz, bu soruların cevaplarını “İstanbul Küresel Forumu”nun ardından yarınki yazımızda arayalım, tartışalım...
Paylaş