Yine bir Cuma gününü geri bıraktık ve yine Suriye’de ordunun ve rejime bağlı paramiliter güçlerin vahşi saldırılarına rağmen, insanlar ülkenin dört bir yanında sokaklara döküldü.
Güneydeki Deraa’dan, en doğuda, Irak sınırındaki Abu Kemal’e, batı kıyısındaki Banyas’dan, ortadaki Hums yakınlarına kadar birçok yerde gösteriler oldu. Bana en çarpıcı gelen, başkent Şam’ın tam orta yerinde, Başkanlık Sarayı’na yaya 15-20 dakika mesafedeki Salihiye’deki gösteri oldu. Video görüntülerini izledim. Suriye halkının, 2000’e yaklaşan ölü sayısına, 10 bini aşan tutukluya, Türkiye’ye sığınan 10 bine yakın insana ve sığınmak üzere olan yine 10 bin kişiye rağmen boyun eğmeyeceği her hafta, her gün bir kez daha ortaya çıkıyor. Rejimin de direncini, buna paralel olarak, arttırdığı ve şehirlerin, kasabaların kuşatılarak kıyım yapıldığı ve “nüfus boşaltması”na gidildiği de her gün ortaya konan bir ayrı gerçek. Silahsız, sivil bir halka karşı amansız askeri operasyonların gerçekleştiği yerler ve gerçekleşme biçimi, Suriye coğrafyası, etnik ve mezhep dağılımı iyi bilindiği takdirde, çok dikkate değer “senaryolar” üretiyor. Konunun üzerine tüm devlet gücüyle eğilmeye başlayan Türkiye’nin durumun ve olayların gidiş yönünün ne ve nasıl olduğunu bildiğini tahmin ediyorum. Suriye’deki rejim, esas olarak, Nusayri-Alevi adı verilen ülkenin yüzde 7’lik bir nüfus oranına dayanan bir güvenlik rejimi. Diğer azınlıklar, Hristiyanlar ve Dürziler, rejimin bu kitle tabanı esas alındığı anlamda, rejimin “müttefiki” kitle zeminini oluşturuyorlar. Haliyle, bu yaklaşım, Alevi-Nusayri çekirdeğine dayalı rejimin, ülkenin üçte ikili nüfusunu oluşturan Sünnilere yönelik olarak, iktidarını sağlama almak ve güç gösterisine dönüşmüş durumda.
Askeri operasyonların stratejik mantığı
Aynı şekilde, rejim, kendi ülkesinde tehlikeli bir mezhep çatışmasını besliyor ve attığı her adım, “mezhep çatışması” boyutundaki bir “iç savaş”ın tohumlarını suluyor. En acımasız temizlik, önce Lübnan’ın kuzey sınırına yakın Tel Kalak ve Arida bölgesinde gerçekleştirildi. Ardından, en kuzeybatıya, Türkiye sınırına çok yakın bölgedeki Cisr el-Şugur’a kaydırıldı. Türkiye’ye artan sayılarda gelen göç dalgası, Cisr el-Şugur ve çevresinden. Dün de, Halep-Hama karayolunun üzerinde, “stratejik” bir nokta sayılan Maaret Numan kenti kuşatıldı ve boşaltılıyor. Harita üzerinde bir çizgi çektiğiniz vakit, Türkiye’nin Hatay sınırından Kuzey Lübnan’a doğru inen hattın denize kadar kalan bölgesi, dağlık ve Cebel Nusayriyye ya da Cebel Aleviyye diye anılan, rejimin kitle tabanını oluşturan Alevi-Nusayri azınlığın yoğun olarak yaşadığı alan. Ülkenin temel ticari aksını ifade eden Halep-Şam karayolu, bu hatta paralel ve üzerinde Maaret Numan’dan sonra, Hama ve Homs’dan geçerek başkente ulaşıyor. Bu hattın tüm batısı, Akdeniz’e kadar olan alanın, her iki sınır boyunun (Türkiye-Hatay ve Lübnan) Sünni nüfustan arındırılması, Halep, Hama ve Hums gibi önemli ve büyük Sünni merkezlerin arasındaki bağlantının kesilmesi gibi bir “stratejik hesap” dikkati çekiyor, Suriye ordusunun Devlet Başkanı Başşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad komutasındaki Dördüncü Tümeni’nin saldırılarında. Bu uygulama, kimi gözlemcilerde, rejimin Suriye’nin dağılması ihtimaline karşı “Alevi-Nusayri heartland”ını sağlama alma ve Alevi-Nusayri azınlığı için hayati olan bölgede “Sünni nüfus temizliği” yapıldığı algılamasına yol açıyor. Bu uygulamanın Türkiye’ye gönderdiği “sinyaller”e dikkat etmekte yarar var. Suriye’nin resmi olarak üzerinde hak iddia etmekten vaz geçmediği Hatay ilinin tüm çevresinin Alevi-Nusayri azınlığı ile çevrelenmek istendiği göze çarpıyor. Sınırın Türkiye tarafında, Hatay ilimizde ise 300-400 bin olarak tahmin edilen Alevi-Nusayri vatandaşlarımız yaşıyor. Suriye’deki olayların önü alınamazsa, Türkiye-Suriye ortak sınırının diğer köşesinde (Suriye’nin kuzeydoğusu, Türkiye’nin güneydoğusu) yaşayan Suriye Kürtlerini de içine alacak gelişmeler ihtimal dahilinde.
Yeni anayasa, iki soruna çözüm
Son günlerde spekülasyonu yapılmaya başlanan, önü alınamayacak ve onbinleri bulacak göç dalgalarından etkilenmesi durumunda, Türkiye’nin Suriye içinde bir “tampon bölge” oluşturması ihtimalini, bu “olgular” bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Komşumuzdaki gelişmelerin yakın vadede Türkiye’nin iç politikasına ve Türkiye gündemine izdüşümünü bırakmaması mümkün değil. Bu şu demek: 1. Türkiye, vakit geçirmeden, Kürt sorununu kendi iç bünyesi içinde çözmek için hareket geçmek zorundadır; 2. Aynı şekilde, “Alevi sorunu”na da Türkiye Alevilerini tatmin edecek, demokratik çerçeve içinde çözüm sunmak durumundadır. Aksi halde, gerek Türkiye’deki ve gerekse Suriye’deki Kürt sorununun birleşmesi ve Türkiye güvenliğini olumsuz olarak etkilemesi önlenemez. Aynı şekilde, Suriye’de mezhebi bir “iç savaş” haline dönüşmekte olan gelişmelerin Türkiye’nin iç bünyesinde yansımaması da mümkün olmaz. Bu bakımdan, “yeni ve demokratik anayasa” için, bölgedeki gelişmelerin söz konusu bu boyutları göz önüne alınarak, Kürt sorunu ve Alevi sorununa çözüm sağlayacak bir hukuki çerçeve sağlamak için harekete geçilmesi gerekiyor. Bu yönde ilk adımı atacak olan, atması beklenen yüzde 50’lik bir güce oluşarak, ülkenin her yerini temsil eden ve bu nedenle “özgüveni”ni pekiştirmiş olması gereken iktidar partisidir. Kürt sorununun çözümü için yöneleceği adres, 36 milletvekillik gücüyle BDP’dir. Abdullah Öcalan, İmralı’dan önümüzdeki süreçte “anayasa yapım çalışmalarına öncelik verilmesi” gerektiğini vurgulayarak, “eylemsizliğin devamı” gerektiğini ortaya koymuş ve “15 Haziran tarihi”ni anlamsız kılmıştır. BDP’nin bu durumda, yeni anayasa çalışmalarında “uzlaşma” ve “işbirliği”ne açık olması şansı yükselmiştir. Ak Parti, Türkiye’nin her yerini ve yüzde 50’lik bir kitleyi temsil ediyor ama Alevileri temsil etmiyor. Aday listelerinde Alevileri de temsil iddiasını taşıyacak hiçbir anlamlı tercih belirtmedi.
Alevileri kim temsil ediyor?
Açıkçası, CHP’den daha iyi ve daha fazla hiçbir parti temsil etmiyor. O yüzden, BDP ile birlikte, CHP de, Ak Parti’nin yeni anayasa yapımında partnerleri olmak durumundadır. Ancak, kendi Kürt sorununu ve Alevi sorununu demokratik mekanizmalarla aşabilmiş olan Türkiye’nin, Suriye üzerinde bir “moral ağırlığı” olabilir. Bir yandan, Suriye’deki yeni dönemin biçimlenmesini, diğer yandan kendi ulusal güvenliğini sağlama almayı başarabilir.